Kralların iktidarı hem akla, hem de ahalinin ahmaklığına, ama bilhassa ikincisine dayalıdır” diyor Blaise PascaI.

Eğer kişisel iktidarınızı kurarak halka hükmetme hırsı aklınızı ve ruhunuzu zehirlemişse, makamları “Kral” ya da “Halife” gibi kullanmayı hedeflemişseniz, kişisel kurallarınızı dayatırsınız. Hatta bu yolda birlikte ıslandığınız kardeşlerinizi bile gözden çıkarırsınız. Çünkü Osmanlı geleneği böyle buyurmuştur!

Bugün “Türkiye için zaruret” olarak dayatılan “Türk Tipi Başkanlık” için kurulan “Anayasa Komisyonu”, aslında kişisel bir hırsı tatmin etmekten öte gitmeyecektir.

“Ecdatlarımızın tarihinde başkanlık sistemi var” diyen, zihniyet, Osmanlı’nın padişahlık dönemine dayanıyor.

Kişisel iktidar hırsı öyle bir hastalıktır ki, bu hırs mevcut Anayasal hükümleri ve hukuksal kuralları bile hiçe sayar.

Denetimi sınırlandırılmış, yargı, yasama ve yürütme erklerinin tek bir şahsın elinde toplanmasına zemin sağlayacak “Türk Tipi Başkanlık” sistemi, aslında Osmanlı tipi Hilafet makamıdır.

Bu sadece AKP’ye karşı muhalif olanların tespiti ya da endişesi değil, aynı zamandan AKP içinde de dile getirilen endişedir. Tek adam rejimine itiraz edenin, AKP’lilerin nasıl tek tek “budandığı” görüyoruz.

Şu an bile Türkiye’de Anayasa yok hükmündedir! Çünkü Saray iktidarı Anayasa’nın sadece kendi iktidarının güvenliğini sağlayacak hükümlerini tanıyor. Bu süreçte mevcut Anayasa fiilen hükümsüz kılınmıştır! Fiilen “Başkanlık” uygulamasına geçilmiştir.

Oysa Anayasa “kişisel iktidarı” değil, toplumu oluşturan yurttaşların özel ve kolektif temel ve özgürlüklerini korumalıdır.

İnsan haklarına ve onuruna saygı duymalıdır.

Ayrım gözetmeksizin “eşit yurttaş ve eşit haklar” ilkesiyle toplumsal çoğulculuğu barış ve huzur zemininde buluşturmalıdır.

Anayasa tüm bunları güvence altına almalıdır.

Yani Anayasa her bir yurttaşın hakkını korumak ve güvence altına almak zorundadır. 78 milyon yurttaşa eşit ve aynı gözle bakmalıdır.

Anayasa’nın içeriğine ve uygulamalarına baktığımızda çokça tuhaflıklar görürüz.

Anayasa’nın en temel insan haklarına, zerre kadar saygısı olmadığı gibi, kâğıt üzerinde yazılı olan hükümlerin hiçbir kıymeti ve geçerliliği kalmamıştır.

Somut örnek mi istiyorsunuz?

Vereyim: TC Anayasa’sının 2. Maddesinde yer alan yalanlar!

“İnsan haklarına saygılı” diyor. Yalan!

En temel insan hakları olarak bildiğimiz sağlık, eğitim, yaşam, barınma, düşünce, inanç, basın gibi haklarımızı Türkiye’de kullanırken devletten ve iktidardan “saygı” görmenin mümkün olmadığı gibi, zulmün mağdurları haline getirildik. İktidar kendisinde olmayan herkese nefret, ayrımcılık, dışlama ve şiddet politikalarına sığınmıştır.

Anayasa Türkiye’nin “demokratik devlet” olduğu iddia ediliyor! Yalan!

Tekçi, otoriter ve mezhepçi bir rejime “demokratik” demek mümkün olmadığı gibi, en temel demokratik hakların kullanılmasını yasaklayan, devletin tüm ideolojik ve şiddet aygıtlarını iktidar elitinin güvencesi ve zorla iktidarı elinde tutmasına hizmet ettiği bir ülkede demokrasiden bahsedilemez.

“Hukuk devleti” deniliyor! Yalan!

İktidarın tekeline geçmiş, iktidarın emrinin dışında karar vermeyen, hukuksal kararların yerine, ideolojik, siyasi ve mezhepçi kararların verildiği bir ülke için “hukuk devleti” diye bahsetmek mümkün mü?

Halkın demokratik haklarını ve yurttaşlık temel haklarını, Anayasal hakların korunması yerine, Sarayın iktidar güvenliğini koruyan keyfi, fiili uygulamalara göz yuman ve hukukunun hukuk dışılığına tanık olduğumuz yargı sisteminden nasıl bir “hukuk devleti” çıkabilir ki?

Başka bir iddia ise, Türkiye’nin “laik devlet” olduğu iddiasıdır. Yalan!

Türkiye’de hiçbir hükmü ya da yaptırım gücü olmayan ve hatta itibarsızlaştırılan tek şey, Anayasa’da yazılı olan “laiktir” tanımıdır!

Güya “laiklik anayasal güvence altında” imiş! Laiklik bu ülkede yine Anayasa’da yer alan zorunlu din dersleri ve Diyanet kadar korunmamış ve kollanmamıştır.!

Dinin mezhepçilik ekseninde Diyanet İşleri Başkanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı aracılığı ile AKP hükümeti tarafından kurumsallaştırıldığı, kamu hizmetlerinin, yayınlarının, eğitimin mezhepleştirildiği bir ülkeye “laik” diyebilir miyiz?

AİHM tarafından hukuk dışı ve dinsel ayrımcılık olarak görülen zorunlu din dersleri ve laiklik karşıtı odak olan DİB Anayasal güvence altındadır!

Birde Anayasa’da “sosyal

devlet” yazıyor. Yalan! İki kutu makarna ve dört torba kömür ile halkın kendi parasını ona “sadaka” olarak veren bir sistem sosyal olabilir mi? Sosyal devlet demek, her yurttaşa ve aileye asgari geçim standartlarında göre gelir güvencesini sağlamaktır. İşsizin, yoksulun ve dar gelirlinin asgari geçimi kamu bütçesinde nakit olarak, her ay hesabına yatırılmalıdır. Bu ise dört kişilik aile için her ay yoksulluk sınırı olan 4 bin 443 liranın hesabına yatırılmasıdır. Üç koli sosyal yardım değil, sadakadır! Devlet sadaka dağıtmaz sosyal hak dağıtır!

Özetle Anayasa’nın yazılı maddelerinin, iktidarın sözlü fetvaları ve dayatmaları kadar hükmü yoktur.

Ne yapmalı?

AKP ile anayasa yapılmaz!

Anayasa için halka kendi söz, yetki ve kararını kullanabileceği ortam ve süreçler yaratılmalıdır. Bu ise AKP ile olmaz!

Sol ve sosyal demokratlar çoğulculuk, demokrasi, laiklik, hukuk ve sosyal devlet için, laiklik mücadelesine mesafe koymaktan vazgeçmelidir.

Solun toplumsallaşmasının yolu, dini ve İslam’ı siyasallaştırmaktan değil, laikliği, demokrasiyi, barışı, çoğulculuğu, sosyal ve hukuk devleti anlayışını toplumsallaştırmaktan geçiyor.

Laiklik ve demokrasiden uzaklaşan siyaset, İslam’la kucaklaşınca toplumsallaşmayacaktır.

Halkın haklarını güvence altına alacak, koruyacak, söz, yetki ve karar alma süreçlerin katılımını sağlayacak anayasa, ancak solun devrimci politik doğrularını, sınıfsal niteliğini ve laiklik anlayışı üzerinde toplumsallaşmasını sağlayarak gerçekleşebilir. Bunun içinde toplumsal muhalefet dinamiklerinin birleşik mücadelede yan yana gelmesi zaruridir.

Bu böyle biline derim...