Erdoğan seçimi 14 Mayıs’ta yapacağını ilan etti ve ne zamandır “çıkar artık adayını” dediği muhalefeti de tekrar yarışa davet etti. Muhalefet hemen cevap verdi: Davet kabulümüzdür!

Nezaket odur ki, usulüne uygun davete icabet etmek gerekir!” Ancak, bırakın “usule uygun”luğu, daveti kabul eden muhalefet partilerinin ağız birliğiyle söylediğine göre ne hukuka, yasaya ne de anayasaya uygun!

Yanlış anlaşılmamak için baştan söyleyeyim; yazacaklarımın hiçbiri bu tek adam rejiminden kurtulmayı ötelemek değil. Tersine, ne kadar erkene alınabilecekse o kadar erkene alınsın ve ne istediklerini vatandaşlara mümkünse bugün soralım!

Olağanüstü bir durum olmazsa, ki Türkiye’de sıklıkla olur, seçim 14 Mayıs’ta yapılacak ve “Hayır, ben bu seçime katılmıyorum” demek de mümkün değil. Dahası, doğru da değil!

Ancak şunu unutmayalım, gerçek dediğimiz şeyi de dilimizle, söylemimizle kuruyoruz. İktidarda kalmak için her türlü kuralı, yasayı, anayasayı ayaklar altına alan ve böyle yapmakla eleştirdiğiniz Erdoğan’ı yenmek için siz de ilkeleri, kuralları, yasayı, anayasayı bir kenara bırakır ve bunu dert etmeyen bir söylemle seçime giderseniz, ondan ne farkınız kalır?

Böyle bir dil ve söylemle yürünen yolun sonunda nasıl bir gerçeklik kurulur? Bu soruya cevaben; 2016’da 316 AKP milletvekilinin imzasıyla Meclis’e getirilen dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin anayasa değişikliğine “Anayasa’ya aykırı ama evet” demenin sonuçlarını hatırlatıp bırakayım!

Devlet denilen şey birtakım ilkeler, kurallar ve onların uygulanmasından ibarettir. O ilke ve kuralların niteliği de devletin niteliğine belirler. İlke ve kuralları şu ya da bu gerekçeyle bir kenara koyarak o devletin yönetimine talip olamazsınız.

Anayasa açık, kimse üçüncü kez cumhurbaşkanı adayı olamaz! Bir seçim yasası Meclis’te kabulünün üzerinden bir yıl geçtikten sonra uygulanabilir!

AKP’lilerin bu konulardaki yorumları bir yana, memleketin tüm saygın hukukçuları, dahası muhalefet partilerinin tümü böyle demiyor mu?

Peki, o halde “Erdoğan’ı sandıkta yenelim” diye açıkça anayasaya aykırı bir yarışa girecek, ilkelerinizi, kuralları, yasayı ve anayasayı hiçe mi sayacaksınız?

Baştan çok net söyledim, bu seçime girilmez diye bir şey demiyorum. Asla!

Ancak, bu süreçte kullanacağımız dile, söyleme dikkat edelim diyorum. Adaylığı yasal, anayasal olmayan biriyle yarışmayı reddedelim. Kampanyamızı öyle bir adaya laf yetiştirmek, onunla rekabet üzerine kurmayalım. “Biz adaylığı yasal, anayasal olmayan biriyle yarışmıyoruz, kendimizi anlatacağız. Tek adam rejimini ve onun karşısında ne vaat ettiğimizi halkın oyuna sunuyoruz” diyelim.

Vaat ettiklerimizi olabildiğince netleştirip, tek adam rejimine karşı cepheyi alabildiğine genişleterek ilerleyelim. Çözüm önerileri anlatılsın, yerel yönetimlerin anlatabileceği hikaye de çok!

Kendi yaptığı Anayasa’yı dahi uygulamayan ve yok sayanlarla Anayasa değişikliği yapmak için komisyon görüşmelerine katılmak gibi kendi tabanınızda güven sarsıcı adımlar atarak olmaz! Eşcinsel evliliklerini engelleyen değil, eşcinselleri nefret suçu öznesi haline getiren bir düzenlemenin tartışılacağı oturumlara katılarak olmaz!

Kendi aramızda didişir, kazandık diye rehavete düşersek olmaz!

Bakın, arada büyük fark var; “Anayasal değil ama seçim hoş geldi, sandıkta yeneceğiz” kabulü bir şey, “Anayasal ve yasal olmayan her şeyi reddediyoruz, sadece kendinizi anlattığımız ve tek adam rejimini oylatacağımız bir seçime gidiyoruz” demek başka bir şey!

Artık YETER, ama bizim ilkelerimiz ve kurallarımız da var!