Yol ayrımı giderek belirginleşiyor; 16 Nisan Anayasa değişikliği ile açılan iktidar yolu ve bunun karşısında anayasal demokrasi yolu arasında.

Anayasa değişikliği, özetle, anayasacılık anlamında anayasal düzeni sona erdirerek, bir kişinin iradesiyle şekillenecek ‘kişiye özgü’ bir düzenleme.

Anayasal demokrasi ise, anayasanın üstün ve bağlayıcı özelliği (anayasacılık) ekseninde şekillenir: Erkler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ve normlar hiyerarşisi (hukuk düzeninin, yönetmelikten anayasaya kadar aşamalı değer sırasına göre oluşan kurallar dizgisi).

MHP-AK Parti ittifakı

16 Nisan Anayasa değişikliği ile açılan kişi iktidarı yolunu güvence altına almaya yönelik olan ittifak, amaca ulaşmak için yasa bile çıkardı. Hedefe mutlak bir kilitlenme: Kanun teklifi, Anayasa Komisyonu ve TBMM Genel Kurulu’nda virgülüne bile dokunulmadan oylandı. Buna karşılık, değişmez olduğuna inanılan ilahi kanunlara, ‘dinde güncelleme’ adı altında dokunma çağrısı yapıldı… Bunun özeti: En büyük iktidar dünyevi olan; din ise, ‘halkların afyonu’…

Anayasal demokrasi yolu

‘Kişi iktidarı’ ekseninde şekillenen anayasal düzenlemeyi kabul etmeyen siyasal partiler, ciddi bir arayış içinde. Hedef, hukuk açısından ‘hukuk devleti’; siyasal açıdan ise ‘anayasal demokrasi’. Anayasacılık, bu hedefin kilit kavramı: Erkler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması; Anayasanın üstünlüğünün yaptırım mekanizması ile sağlanması.

Uygun araçlar neler?

Bu meşru hedefe, uygun araçlar ile ulaşılabilir ancak. Kuşkusuz, en uygun ve meşru araç, anayasal çerçevenin belirlenmesi. Bunun için de, anayasanın kişi projesine indirgendiği anlayışa karşı çıkan siyasal partilerin aynı masa etrafında oturabilmesi gerekir. Hukuk devleti ekseninde anayasal asgari müştereklerin belirlenebilmesi ölçüsünde, seçimler sonrası anayasal demokrasiye geçiş, ilk gündem maddesi olarak ele alınacak büyük hedef haline gelir.

Hangi dil?

Fakat burada, uygun araçlara eşlik edecek dil sorunu öne çıkıyor. Meşru amaç yolunda uygun araçlara elverişi bir dil kullanma gereği var. Bunun için, anayasa ve siyaset bilimi bilgileri doğru ve yerinde kullanılmalı.

Şöyle ki; 16 Nisan metni meşru bir hedeften yoksun olduğu için, siyasal söylem ağırlıklı sanal gerekçelere dayandırıldı. Plebisiter referandum kampanyası OHAL ortam ve koşullarında bilgi kirliliği eşliğinde yürütüldü. Eğer ortam ve bilgi bakımından çifte kirlilik olmasaydı, “evet” sonucu çıkmayacaktı. Bunu Başbakan açıkça itiraf etti.

Şimdi ise; anayasal demokrasi yanlısı muhalefet partileri, MHP-AKP ittifakı karşısında nasıl ki, 6771 sayılı Kanun ile kurulan kişi yönetimi hedefinde bir iktidar yarışına girmemeli ise, ‘kirli bilgi’ tuzağına da düşmemeli.

Bu tuzağa, gelinen yol itibariyle kısmen düşüldü: Başkanlık sistemi, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, kuvvetler ayrılığı, yönetimin sorumluluğu… Bu kavramlar yoluyla yaratılan bilgi kirliliği tuzağına, “hayır” kampanyası yürüten anayasal demokrasi yanlıları da düştü.

Ne değil?

16 Nisan metni ile götürülenlerin ne olduğu kadar getirilenlerin de ne olmadığı konusunda açık ve tutarlı olma gereği var.

Getirildiği söylenilen ama gelmeyenler: Başkanlık sistemi, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, erkler ayrılığı, yürütmenin sorumluluğu...

Bunların yerine neyin geldiği tartışılabilir: Erkler ayrılığı değil, yürütmeyi tümüyle uhdesinde toplayan kişinin güdümündeki yasama ve yargı; yürütmenin siyasal sorumluluk dışına çıkarıldığı ve hesap vermeyen bir yönetim kuran düzenleme; TBMM’nin, asli ve genel yetkili yasama organı olmaktan çıkarıldığı bir düzenleme; yargının ise, HSK yoluyla CB ve onun TBMM’deki çoğunluğunun güdümüne konulduğu bir düzenleme; CB’ye tanınan en az beş kategori Cumhurbaşkanlığı kararnamesi (CBK) ile normlar hiyerarşisinin kaldırıldığı bir metin vb. nitelemeler kullanılabilir.

CBHS yok…

Çok yazdım: Mesela, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CBHS). Monokrasi veya sorumsuz tek kişi yönetimi vb. kavramlar kullanılabilir; ama CBHS nitelemesi, 16 Nisan 2017’de oylanan metne yabancı bir kullanım. Neden? Çünkü;

- Bir kez, anayasa hukukunda böyle bir kavram yok. Ama olsa da fark etmez; çünkü Hükümeti ortadan kaldırmak, 6771 sy.lı Kanun’un öncelikli amacı oldu.

-Cumhurbaşkanlığı ise, örtülü bir biçimde kaldırıldı. ‘Cumhur’ başkanlığı, ‘parti’ (halkın bir kısmı) başkanlığına indirgendi. Uygulama ise, bunu teyit etti.

-Ya sistem? ‘Eşgüdüm içerisinde bulunan kurumlar bütünü’ şeklinde tanımlanan sistem ile 6771 sayılı Kanun düzenlemesi arasında bir ilişki yok. Zira bu metnin özü, kurumlar eşgüdümünü değil, bütün kurumları bir kişinin güdümüne koyma hedefini yansıtıyor. Anayasal düzlemde hukuki öngörülebilirlik ve hukuki güvenlik ilkelerinin ikinci plana atılması da, güdümlü yapıyı pekiştiriyor.

Özetle; hükümetin, cumhurbaşkanlığının ve sistemin olmadığı bir düzenlemeyi, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olarak adlandırmak tam bir yanılsama.

Kirli değil, temiz bilgi

Sonuç olarak, TBMM ve CB seçimlerini, anayasal demokrasi ve hukuk devletine dönüş vesilesi olarak gören siyasal parti kurmayları, sivil toplum temsilcileri ve demokrat yurttaşlar, meşru amaç hedefine uygun araçlarla ilerlemek için kullandıkları deyimlerde de dikkatli olmalı. Tavsiyem; bilimsel bilgi süzgecinden geçirerek ve Türkiye gerçekliği ile örtüşüp örtüşmediğini test ederek, doğru-gerçek ve amaca elverişli kavramlar kullanmaları.