Geçerli hiçbir siyasal ve toplumsal ihtiyaç olmadığı halde, Saray’ın arzusu doğrultusunda “sistem” tartışmasının içine sürüklendik. Günlerdir, aylardır başkanlıkla yatıp başkanlıkla kalkıyoruz. Aladağ’da minik bedenler el ele tutuşarak yandı, vekiller tutuklandı, belediyelere kayyım atandı, Cumhuriyet yazarları hâlâ Silivri’de mahpus, çocuk tacizcilerine af direkten döndü, KHK ile binlerce insanın hayatı cehenneme çevrildi. Olsun varsın ne de olsa başkanlık gelecek, ülkemiz istikrara kavuşacaktı! Hal böyleyken cumartesi akşamı itibari ile malumun ilânı gerçekleşti. Ülkenin sorunlarını içinden çıkılmaz hale getiren iktidar bloku, tek “çözüm adresi” olarak Saray’ı göstererek kendini örtük biçimde fes etti. Tarihte belki de ilk kez bir başbakan, kendi makamını berhava edecek bir değişikliği “yetki karmaşası bitiyor” diyerek “müjde” paketine altın yaldızla sardı. Türkiye sistem değişikliği adı altında anayasal dikta yönetimine doğru pupa yelken gidiyor.

Adım adım gidelim. Meclis’e sunulan metnin “gerekçe” kısmı bir cehalet belgesidir. Başkanlığı “temellendirmek” adına, birbirleriyle çelişen ifadelerin garip bir toplamıdır. Bu durum dahi başlı başına değişiklik dayatmasının isabetsizliğini göstermektedir. Türkiye’deki anayasa süreçlerini sadece “vesayetçi elit” ile açıklamak; çatışan toplumsal ve siyasal aktörler arasındaki rekabeti, sermayenin rolünü, uluslararası etkenleri hesaba katmayan sığ liberal-muhafazakâr ezberin hazin bir yansımasıdır. Ötesinde muhayyel “vesayetçi elit”in karşısına demokrasiyi değil topal bir başkanlık sistemini koymak, vasiliğin bir şahısta cisimleşmesini topluma çare olarak yutturmaya çalışmaktır.

Anayasaların askeri müdahaleler sonrasında yapıldığını söyleyerek şimdiki değişiklik operasyonuna “sivil” ve “olağan” bir kıyafet giydirmek mümkün değildir. 15 Temmuz Darbe Girişimi akabinde, iktidar blokunun ilân ettiği OHAL koşullarında böylesine bir değişikliğin gerekçelendirilmesi ve dayatılması, eleştirilen daha önceki pratikleri anımsatmaktadır. Süreci “yöneten” ve teklifi getirenlerin sivil olması onu demokratik kılmaz.

Parlamenter sisteme vurmak için ona ve kuvvetler ayrılığı prensibine uygun bir metin olan 1961 Anayasası’nı 12 Eylülcülerin ona yönelttiği eleştirileri aynen tekrarlayarak mahkûm etmek, başkanlık diye diretenlerin 1982 Anayasası’nı mumla aratacaklarının ilk emaresidir. Gerekçeyi yazanlar, bilinçli bir biçimde siyasi istikrar ile yürütmenin istikrarını birbirine karıştırmışlardır. 14 yılı aşkın süredir iktidarda olan bir siyasi partinin, koalisyonları istikrarsızlıkla eşdeğer tutup, koalisyonu bir “tehdit” olarak göstererek halkı tek adam rejimine ikna etmek istemesi tutarsızlığın ötesinde siyasi bir garabettir.

Yürütmenin istikrarı ile demokratik hak ve özgürlükler arasında doğrusal bir ilişki yoktur. Hatta tarih “istikrar” adına demokratik özgürlüklerin askıya alındığı örneklerle doludur. İfade ve örgütlenme hürriyetinden basın özgürlüğüne demokrasinin asgari şartlarının ayaklar altına alındığı bir dönemde sadece yürütmenin istikrarına vurgu yapmanın anlamı bellidir. Bizlere özgürlük taleplerinizi toprağa gömün denmektedir.

Gerekçede ve metinde yer alana cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin aynı anda yapılması “sistemin tıkanmasına” mani olmak için değil; doğrudan seçmeni yönlendirerek yasamayı tek adam rejimine tabi biçimde inşa etmek amacıyla formüle edilmiştir. Bu haliyle iyi işleyen bir başkanlık sisteminin olmazsa olmazı, güçlü yasama ilkesi zaten rafa kaldırılmıştır.

Seçilme yaşının 18’e indirilmesi, milletvekili sayısının 600’e çıkarılması, yedek milletvekilliği hatta yüce divana gönderme sayıları teferruattır. Cambaza bak hikâyesidir. Asıl meselemiz Saray’ın sınır tanımaz yetkileridir.

Bu paketle devletin tüm organları Saray etrafında, onun iradesine göre biçimlenmektedir. Yürütmenin sadece tek elde toplanmasından değil yasamayı ve yargıyı doğrudan etkisi altına almasından bahsediyoruz. “Milli güvenlik siyasetini” tek başına belirleyen, tüm üst düzey kamu görevlilerini atayan, OHAL’e karar veren, yüksek yargıyı dizayn eden ve kararname çıkarma yetkisini kullanarak kamu tüzel kişilik dahi kurabilen, Meclis’i gölgede bırakma yetkisi tanınan bir cumhurbaşkanı, demokratik bir sistemin devlet başkanı olamaz. Bunun adı anayasal diktadır.

MHP’liler Anayasa’nın değişmez ilk dört maddesi ve cumhurbaşkanının “doğuştan Türk” olması şartıyla kendilerini tatmin etsinler. Necip Fazıl’ın düşü “Başyüce” Saray’da diriltilmek istenmektedir. Bu teklif cumhuriyetin kazanımlarına, demokratik mücadeleye, askeri müdahalelere karşı direnen kitlelere, diktaya geçit vermemek için yaşamını kaybedenlere karşı yapılmış büyük bir haksızlıktır. Yüz yüze kaldığımız sorun sistem değişikliği değil topyekûn bir demokrasi kaybıdır. Özgür ve eşit bir gelecek arzulayan herkesin bu dayatmaya karşı çıkması gerekir.