Ülkenin acil ihtiyacı, olağan anayasal düzen ve barış iken, yapay gündem yaratarak bir Anayasa dayatması ile karşı karşıya bırakılması, dahası bu sürecin hukuk ve ahlak dışı yol ve araçlar ile yürütülmesi, kurulmak istenen ‘sözde anayasal yönetim’ hakkında yeterince fikir verici

Anayasal halkoyu,  hukuki ve meşru mu?

10 Aralık 2016 ile 21 Ocak 2017 zaman diliminde ortaya çıkanlar ve yaşananlar, 21 Ocak’tan bu yana yeni bir eşiğe taşındı; görünen o ki, referandum düğmesine basıldığında bugünleri de aratacak bir döneme sürükleneceğiz.

1- Anayasa teklifi mi, kişi fermanı mı? 10 Aralık cumartesi günü açıklanan Anayasa değişikliği teklif metni nasıl özetlenebilir?

»Hükümet ve Cumhurbaşkanından oluşan yürütme organının dağıtılması,

»TBMM’den yasama yetki tekelinin ve yürütmeyi denetim yetkisinin alınması,

»Kişi-parti güdümlü devlet yönetim projesinin öne çıkması.

Teklif metninin, iki parti adına iki Milletvekili tarafından hazırlandığı öne sürüldüğü halde, kendileri görünmez oldu ve kimler tarafından kotarıldığı da gün ışığına çıkmaya başladı.

2- Tercih hakkı mı, terör mü? TBMM’de toplam görüşme ve oylamalar 12 güne şıkıştırıldı; bunun için sadece Anayasa ihlal edilmedi, fiziki şiddet de kullanıldı. Aradan 19 gün geçtiği halde, oylanan metin günışığına çıkmadı. Anayasa değişiklik metninin geleceği üzerinde spekülasyonlar süre dursun, Hükümet ve Külliye, niyet ve yöntemini açığa çıkardı: Yıldırı/karalama ve hedef gösterme yoluyla halkoylaması ile ‘terör’ arasında kurulan bağlantı.

Anayasa konusunda tarafsız tavır koyması gereken, hatta referandum sırasında –tıpkı seçimlerde olduğu gibi- istifa etmesi gereken zevat ( Başbakan, Başbakan yardımcısı, Adalet Bakanı vd.), taraf tutması bir yana, adeta kin ve nefret kusuyor; hayır-terör özdeşleşmesi yaparak hedef gösteriyor.

Kamu hizmetlerini tarafsızlıkla yürütmekle yükümlü bilumum vali, rektör, kaymakam ve hatta imam, “evet” komutu verme aymazlığını sergileyebiliyor.
Medya ise, ‘anayasa yalanları’nı pompalayarak, ‘anayasal bilgilenme hakkı’nı yok etmek için seferber edilmiş bulunuyor.

3- Halkoyu mu, imhası mı? Olağanüstü hal (OHAL) yönetiminde ‘anayasa değişikliği yapılmaz’ derken, doğası gereği güvenliğin öne çıktığı-buna karşılık özgürlüklerin kısıtlandığı dönemle bağlantı kuruluyordu. Bu kaygıyı OHAL uygulaması fazlasıyla doğrularken siyasal zevat, bunun çok ötesine geçerek, bir tür imha harekâtına girişti: Özgürlük ve demokrasi adına, laiklik ve kazanımlar adına ortaya konan görüş ve eylemleri bastırmak için en ahlaksız ve belden aşağı saldırıları meşru saymaya başladı.

Görünen o ki; referandum takvimi işlemeye başladığı zaman, devlet ve parti aygıtı eklemlenerek, tercihlerini “hayır” yönünde kullanmak isteyen çevreleri sindirme ve ezme harekâtına ivme kazandırılacak. Bunun imhaya vardırılabileceği işaretleri şimdiden verilmeye başlandı. “Hayır”ın bedeli bu kadar ağır olabilir mi? Bu nasıl açıklanabilir?

»Anayasa değişikliği gayrimeşru olduğu için mi?

»’Evetçi’lerin kaybetme korkusu mu?

»Halkoylaması ile ‘anayasal düzen’ ortadan kaldırılmak istendiği için mi?

Sandık meşru değil, ama…
Değişikliğin ne getirdiği, neleri götürdüğü veya götüreceği üzerine ‘anayasal halkoyu’nun serbestçe oluşması bir yana, halkın kendisine yönelik bir imha politikasından bile söz edilebilir. Böyle bir ortamda yürütülecek bir halkoylaması kuşkusuz meşru olmayacak; değişikliğin, TBMM’de tıpkı anayasaya aykırı bir biçimde kotarılması gibi.

Bu durum, halkı boykot ve hayır seçenekleri ile karşı karşıya getirmekte.

-Boykot: Sandığa gitmemek suretiyle, anayasa-dışı ve meşru olmayan yöntemlerle, şantaj ve tehdit ile yürütülmekte olan anayasa değişiklik oylamasına katılmamak.

-Hayır: Demokrasi için, hak ve özgürlükler için, Osmanlı-Cumhuriyet kazanımlarını daha ileriye götürmek için, “anayasal düzenin ilgasına dur” demek için, ‘yurtta barış, bölgede barış ve dünyada barış’ ereğinde ortak bir gelecek kurmak için oy vermek.

Gelecek kuşaklara karşı sorumluyuz.
Başka seçenek yok; çünkü çok yönlü sorunlara sürüklenen ülkenin acil ihtiyacı, olağan anayasal düzen ve barış iken, yapay gündem yaratarak bir anayasa dayatması ile karşı karşıya bırakılması, dahası bu sürecin hukuk ve ahlak dışı yol ve araçlar ile yürütülmesi, kurulmak istenen ‘sözde anayasal yönetim’ hakkında yeterince fikir verici.

Bu tehlikeli gidişe karşı koymak, ülkenin geleceğini, gelecek kuşakların özgür ve barış içinde birlikteliğini düşünen her yurttaş için sadece bir hak değil, bir ödevdir aynı zamanda.