Madde 10 – Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. (Ek fıkra: 7/5/2004-5170/1 md.) Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.

Anayasada böyle bir madde var. Çok da okumak gerekmiyor. İlk 2 sayfayı çevirseniz anayasanın 3’üncü sayfasında yazıyor. Bizzat İçişleri Bakanlığı’nın internet sitesinde ve .pdf formatında var bu metin. Ama bizzat bakanlığın en başından bakanımız gönül rahatlığıyla kendi tercih etmediği cinsel yönelimlerden olan herkese gözünü kırpmadan “sapkın” diyebiliyor. Belki de kişiler kanunlardan üstün olmalı gerçekten de… Anayasa’da da gariban gibi söz konusu maddenin sonunda “Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür” yazıyor işte…

Tamam zaten çok anayasayı takan bir memleket değiliz artık. Yepyeni pırıl pırıl herkesin kıskandığı, herkesin üzerinde oyunlar oynamak istediği Türkiye’de alt mahkemeler gerekirse AYM’yi bile tanımıyor. En yetkili adminler istemedikleri, hoşlarına gitmeyen kararları yok hükmünde sayabiliyor. Gün geliyor altına imza attığımız, anayasamıza bizzat kendi partimiz tarafından savunarak eklediğimiz, uluslararası anlaşmaları bile tanımıyoruz. Çünkü süpersonik olmak bunu gerektirir. En ileri demokrasi budur, üzerimizde kur oyunları oynayanları sinirden kurdeşen edecek hareketler de bunlardır.

Sonra şöyle yapalım, yasama yürütme ve yargıyı tek bir ele verelim. Çevrecilikten, kaç çocuk yapılacağına, kimin hain kimin şahin olduğu kararına kadar her şeyi tek makama bağlayalım. Onu da iktidar partisine bağlayalım. İstemediğimiz bir olumsuzluk olursa makama hakaret deriz, ama bu sırada da aklımıza, ağzımıza ne gelirse gürler geçeriz. Güzel bir yaklaşım, ileri bir demokrasi, pırıl pırıl bir sosyal devlet yaklaşımı, kıskanılacak bir ekonomi yönetimi, imrenilecek bir eğitim politikası işte böyle böyle oluyor.

Artık çirt başlılık yok, artık karar vermek için düşünmeye bile gerek yok. Bizim yerimize düşünülüyor, bizim yerimize karar veriliyor, bizim yerimize yasaklanıyor, bizim yerimize atanıyor, bizim yerimize yaşlanılıyor. Bu vesileyle biz de hayatlarımızı yaşamaya gerek duymadan ömürlerimizi tüketiyoruz.

Öğrenciyseniz bittiniz zaten. Yemediğiniz halt yok sizin. Zaten en baştan terörist olarak etiketlendiniz. Gençseniz zaten sağınız yasak, solunuz yasak, yolunuz yasak, okulunuz yasak… Bu gençlerin gençliklerini karartıp elimize ne geçecek peki? Sırf dövebildik diye çoluk çocuk döven mahalledeki belirsiz tiplere döndük. Eskiden böyle tipler vardı, sokaktaki, mahalledeki duran, oyun oynamaya çalışan çoluk çocuğa tekme tokat girer, elindeki oyuncağını alır, kırar, bisikletine çöker, elbisesine ayakkabısına iş olur, yolda karşılaşırsan para ister… İşte tam da bu tipler çok fenaydı zamanında.

Sanki şimdi de o günleri yaşıyorum ama farklı bir boyutta. Birisini seviyorsun, geliyor sana “Yalnız o yaptığın çok büyük yanlış, sapkınsın” diyor. Rektörün atamayla değil seçimle gelsin istiyorsun, hemen geliyor “Ya sen böyle şeyleri neden sorguluyorsun?” diye iş oluyor.

Bir de hiçbir şey bilmemesine rağmen o kadar da kendine güveniyor ki. Hem suçlu, hem güçlü derler ya tam öyle bi çocukcağız. Tek güvendiği şey eli kolu, çevresinde yarattığı huzursuzluk ve tedirginliğin getirdiği boyun eğme, “Evet abi haklısın” dedirtme durumu. Bir de bunun acayip acayip arkadaşları var, onları başka bir zaman anlatırım.