İnsan ne zaman boşluğa bağırır: Muhatabıyla karşı karşıya gelmekten kaçındığında ya da bir şekilde görülmeyip duyulmadığında. Sosyal medyada oluşan kimi tepkiler ‘boşluğa bağırmak’ gibi oluyor.

Angelus Novus sizi gözetliyor!
Günümüzde İsrail Müzesi’nde sergilenen Paul Knee’nin Angelus Novus adlı eseri.

AYDIN AFACAN

Önceki yüzyıl iki büyük savaşa, devrimlere ve bir yığın bölgesel savaşa tanık oldu. Perdeyi, bir kısmı ondan önceki yüzyıldan taşan bir yığın gelişme ve alt üst oluşla açmıştı zaten. Yeni yüzyılın ilk çeyreğindeyiz. Bu yüzyıl, öncekinden bazı belirsizlikler devraldı, ayrıntılı bilinen şeyler de var elbette: Savaşa, ekonomiye, çevre sorunlarına dair şeyler. Yeni dönemin bilgilenme süreçleri ve ‘yeni tip’i başka biçimde oluşuyor. Derinlikleri sevmeyen, bazen ‘özet’e bile tahammülü olmayan, uzun yazılara hatta filmlere katlanamayan ‘yeni kuşaklar’ var. ‘Bilgi’ denilen şey ‘tekniğin olanaklarıyla yeniden üretilmiş’ olanından bile uzakta ‘çok da gerekli görülmeyen’ bir noktada. Yazı kültürünün açık biçimde zayıfladığı bir konumda ilerleme mi söz konusu, gerileme mi? Kısaca, bunca ‘bilgi yağmuru’ içinde bazı gelişmeler konusunda kestirimlerde bulunmanın zorluğu ortada. Önceki yüzyılın ilk yarısındaki savaşlar ve yaşanan şeylerin korkunçluğu filozof Walter Benjamin’e, ‘Angelus Novus’ adlı tablonun anlam ufkunu neredeyse sabitlemiş yorumlar yazdırmıştı.


Ne diyordu Angelus Novus?

‘Angelus Novus’ Latince ‘Yeni Melek’: Paul Klee’nin ünlü tablosunun adı, Benjamin’in ona dair yorumuyla ünü daha bir artmış bir ‘melek’. Benjamin’in yorumundaki gibi sırtını, kanatları açık biçimde geleceğe dönmüş, yüzü geçmişe (ve bize?) bakan bir ‘tarih meleği’… Yüzünün dönük olduğu yerdeki ‘mahşeri’ parçaları bir araya getirmek, ölüleri diriltmek ister ama ilginçtir ki ‘cennetten esen’ çok güçlü bir fırtına, onu açık kanatları yüzünden geleceğe doğru sürüklemektedir. Benjamin’in ‘Tarih Kavramı Üzerine’ yazısının VIII. parçasındaki bu yorumunda Gerhard Scholem’in “Angelus’tan Selam”ından aktarılmış alıntının da payı olmalıdır: “Uçmaya hazırdır kanatlarım/ dönmek isterdim elbet geriye/ çünkü o zaman canlı olarak bile kalsaydım azalırdı şansım yine de.” (ç. Ahmet Cemal) Burada amaç, Benjamin’den hareketle tarih bahsindeki ilerlemeyi veya çizgisel zamanı, ‘mesih’, lider, kahraman vb konuları sorunsallaştırmak veya tartışmak değildir. Öyleyse Benjamin’le neredeyse bütünleşmiş bir imgeyi başka türlü yorumlamaya kalkışmak neden? Bir sanat yapıtı doğası gereği sayısız okumaya, sayısız yoruma açıktır zaten. Bu yeni Angelus Novus nasıl bir melek peki? Benjamin’den çok da uzaklaşmadan söylersek: Bizim içimizde bir yerde duruyor gibidir, belki de bir tür vicdan olarak. Tabii, herkesin içinde böyle bir meleğin durmadığına kuşku yok! Belki de bakan herkesin kendi suretini ve geçmişini gördüğü bir ayna! Oraya bakarken yaşadığı hayatın ve dünyanın yıkıntılarını görmek… Yalnız burada gelecek bizim değil, aynanın arkasındadır! Baktığımız ama göremediğimiz yer… Burada da belirsizlikler var: Şaşırtan durumlar, sıçramalar, felaketler… Orada görünen biziz ve yaşadıklarımız, bildiklerimiz. Öyleyse umut var yine de. Ancak bir şey daha var: Kendimizi gerçekten ‘iyi’ görebiliyor muyuz? Nazım Hikmet’in cesurca yazdığı gibi belki de: “Ben bir şaşkın seyircisiyim gülüm/ Alaca karanlığımda oynadığım dramın.”

Angelus Novus nereye bakıyor?

Orwell’in ‘büyük birader’inin gözetleme nedeni artık herkesin bildiği bir şey. ‘Denetim’ için daha ‘harika’ araçlar bulunmuş durumda ve bunu tam olarak Orwell’in öngördüğü şekliyle olmasa da yapmaya devam ediyor. İster komplocu bir tahayyülle ister olgulardan hareketle bakılsın o ‘gözetleme’, tanık olduğumuz gürültü ve enformasyon yağmuru içinde de sürüyor. Bu artık ‘genel kabul görmüş’ bir durum. Asıl önemli olanı vicdan denilen meleğin bize bakıyor olduğunu unutmak. Bu konumdaki Angelus Novus’u unutmak, insanın sonunu hazırlayan gelişmelere gözlerini kapatmaktır. O bizi deneyimlerimiz, bilgimiz dahilindeki geçmişin yıkımları konusunda sürekli uyarmaktadır aslında. Rilke’nin Duino Ağıtları’ndaki şu dizeler sadece mistik çağrışımlarla sınırlı olmasa gerektir: “Her melek korkunçtur./ Ve tutar kendimi, yutkunurum/ Karanlık ağlayışımın” (ç. Süha Ergand).

Boşluğa bağırmak

İnsan ne zaman boşluğa bağırır: Muhatabıyla karşı karşıya gelmekten kaçındığında ya da bir şekilde görülmeyip duyulmadığında. Sosyal medyada oluşan kimi tepkiler ‘boşluğa bağırmak’ gibi oluyor. Tepki yoğunluğu bazen ses getiriyor ama çoğunlukla durum bu. Yeni enformasyon dünyasının ‘demokrasi’si buna çok uygun. Herkes şikâyetini, öfkesini, hayıflanmalarını oraya döküp ‘onlardan kurtuluyor’! Aynı şey, dünyanın kalbini koruyan sanat alanında da söz konusu değil mi? Onca ‘cilalı söz’ enflasyonu içinde ne var gerçekten? Evet, Angelus Novus bize bakıyor, yüzünde derin ve tuhaf bir gülümsemeyle…

***

Şiir ‘paragrafı’

Bu ‘paragraf’ın konuğu Haydar Ergülen’in ‘Tünel’ şiiri… ‘Tünel’, Ergülen’in poetikasını belli yönleriyle yansıtan şiirlerden… Sokulgan ve mütebessim edasıyla, sadece söyleyen değil, söyleşen kuruluşuyla; ‘empati’yi adını koymadan duyumsatan ve ‘bulaştıran’ özellikleriyle hoş bir hava taşıyor. Gündelik pratiklerden insana dair eleştirilere ve ‘uyarı’lara doğru:

Ateşçi gelir, kömür atar ve tren
deler sizin karanlığınızı
ateşçi gelir, kömürü karıştırır ve tren
çıkar sizin karanlığınızdan
Sizin tünelinizi hatırlıyorum sanki
tren değil yolcular geçiyordu
ve hatırlamıyorum bundan
daha karanlık bir yolculuğu
Nasılsa kendi karanlığınızdan
bir gün siz de geçersiniz
çıkar karşınıza bir avuç kül
ve söndü sönecek ateşiniz