Çocuklar için haz alma, yetişkinlere göre daha önemli bir şeydir. Şair Nilgün Marmara, günlüğüne “Çocukluğun kendini saf bir biçimde akışa bırakması ne güzeldi! Yiten bu işte” diye yazarken, anlatmak istediği belki de bu haz yitimiydi. Freud, çocuklar için arzunun virtüözleri dememişti boşuna, hayatın anlamıyla ilgili bir sorunları yoktu çocukların, hayal güçleri, her şeyi merak eden […]

Çocuklar için haz alma, yetişkinlere göre daha önemli bir şeydir. Şair Nilgün Marmara, günlüğüne “Çocukluğun kendini saf bir biçimde akışa bırakması ne güzeldi! Yiten bu işte” diye yazarken, anlatmak istediği belki de bu haz yitimiydi. Freud, çocuklar için arzunun virtüözleri dememişti boşuna, hayatın anlamıyla ilgili bir sorunları yoktu çocukların, hayal güçleri, her şeyi merak eden varoluşları öylesine şenliklidir ki… Bir çocuğun gözünden işine mutsuz giden, işten mutsuz dönen, her şeyi biliyormuş ya da çözmüş gibi davranan meraksız yetişkinlerin iç dünyalarını anlamak güç olsa gerek. Çocuk şöyle düşünebilir: Yetişkin olmak ciddi bir şey, kaygılı bir şey, mutsuz bir şey… Çocuk, “şimdi ve burada” yaşarken, yetişkin geçmişte ya da gelecekte yaşar, bu yüzden kendini bırakmaz, bırakamaz, geçmişte ya da gelecekte yaşamak kaygı üretir çünkü.

Çocuk, kendi başına oyun oynar oynamasına, ama asıl haz, başka çocuklar olduğunda açığa çıkar. Freud, hazların yaratılan bir şey olduğunu ve ancak başka insanları işin içine katabilmeyi öğrendiğimiz zaman yaratılıp o hazlardan tat alınabildiğini yazmıştı. İlişkisel varlıklardır çünkü. Yetişkinlik, tüketim toplumu içinde “yalnızlık” ve “haset”le kuşatıldığı için haz almak da bir göreve, yapılması gereken bir işe dönüşüyor ve haset ettirme ya da hasedi dindirme amacına hizmet eder hale geliyordu.

Anhedoni adında, haz yitimini tanımlayan bir rahatsızlık tanısı bile var. Normalde zevk alınması gereken faaliyetlerden zevk alamama ve bunun sonucunda yaşama sevincinin kaybolması… Anhedoni, majör depresif bozukluk, şizofreni, Parkinson, madde bağımlılığı gibi hastalıkların bir parçası olarak karşımıza çıksa da, kendi başına da etkisini gösterebilir.

Yetişkinler, çocuklara yapıştıklarında kaygılarını da onlara geçirirler ve normalde haz için sabretmenin önemini öğrenmesi gereken çocuk sabırsızlaşır. Haz, “yapmak” kadar, hatta belki de ondan daha çok “olma”yla ilgilidir çünkü durup hissedebilmek… Güzel bir manzaradan haz almanın keyfi, kendinizi o manzaraya bırakabilme becerisiyle ilgili değil midir? Ve o manzaraya ulaşmak için çıkılan dağın, katedilen yolun çilesini ve sabrını da hazza katarak… Çocukların küçük birer yetişkine dönüşmesi, hatta bundan ebeveynlerin gurur duyması, ne acı…

Adam Phillips, “Kreşteki Yabani” adlı kitabında, hayatları yaşanabilir kılanın “hayal gücü” olduğunu yazmıştı: “Ve çocukların sorgusuz sualsiz kabul ettiği üzere hayat, ancak haz veriyorsa yaşanabilir bir şeydir: Yani hazlarımızı yenileyebilir, yoğunluklarını hatırlayabilirsek. Ve umudun bize sağladığı sadece zulüm ya da korunma olmaz, ondan sevinç de yaratabilirsek.”

Haz alma olasılığının sınırlanmasının hazzın değerini arttırdığı da bir gerçek. Tüketim toplumunun sınırsızlık özlemiyle çelişiyor bu durum; hazzın satın alınabilirliğiyle yaratılabilirliği karşı karşıya geliyor, fantezilerle hayal gücünün karşı karşıya gelmesi gibi.

Alenka Zupancic’in “Cinsellik Nedir?” kitabını okurken, anhedoni üzerine bu düşüncelere dalmıştım. Cinsellik, “dev bir cinsel anlam okyanusuyla çevrili cinsel pratiklere” indirgendi diye eleştiriyor Zupancic. Pek çok ruhsal sorunun temeli olarak, sanki yeterince çok ve iyi sevişilememe gösteriliyor. Cinsel sorunlara, teknik birer mesele olarak yaklaşılıyor. Cinselliğin, cinsel birleşmeden ibaret sayılması, hazdan, oyundan, hayal gücünden bağımsız “yapma”ya yönelik bir aktivite olarak görülmesi, anhedoniyi güçlendiriyor.

Haz üzerine düşünmek, yaşamın anlamı üzerine düşünmek bir bakıma… Bu çağın ayırt edici özelliklerinden birisinin “anlam krizi” olduğu düşünülürse, anhedoniyi de hazzın krizi olarak ele almalı belki de…