Arife günleri içime bir keder çöküyor senden sonra, belki de en yorgun ama en doygun olduğun hepi topu 2 gün, Ramazan ve Kurban Bayramlarının arifeleri, Halil günleri. Hem kederleniyorum hem de senin günlerin diye çok özlüyorum 2021’de 60 olan canım kardeşim!

Anı: Can Bebe

Uzağın zamanı yoktur. Uzak zaman demektir. Uzağın zaman olduğu anlar, anılar, mekânlar, mesafeyi daha da büyütür. Yokluktur mesafe. Yokluk, olmayış, kayıp, bir daha ele geçirilemez olanın umarsızlığı, giderilemez olanın büyük boşluğu, avunulmaz haller içinde halsizlik, gidememek, kalamamak, dönememek...

Varlıkla yokluk arasında olduğu söylenen çizgi kadar ince ne var? Az varlık, çok yokluk, az var çok yok, yok olunca yok olmak. Yokluğun da zamanı yoktur. Zaman yoklukla sürer, sürekliliğini yokluk verir. Yokluk, zamanın ekmeği gibi.

Uzakları daha da ötelere sürmemeye ve yokluğu yitirmemeye çalışarak yaşamak. Gitgide uzaklaşmak ve yokluğa büyümek, yaşamak böyle bir şey olsa gerek. Fark etmeye de büyümek diyorlar. Nilgün Marmara “Çocukluğun kendini saf bir biçimde akışa bırakması” demişti, sonra da o avunmasız, dönüşü yok acıyı kondurmuştu sözcüklerin üstüne, “yiten bu işte.” Sanki kendini haber verir gibi söylemişti de, anlamamıştık demek, anlamak istememiştik. Öyle ya, anlamak mutsuzluktur!

Anlamayınca, anlamazdan gelince daha mı mutlu oluyoruz, hayır, ama anlamanın mutsuzluk getirdiğini az çok öğrendik ve öğrettik birbirimize. Ne öğreticidir şu arkadaşlık ve kardeşlik! Varlığın ne kadar kıymetli, ince, hassas, ama ne kadar da çabuk gidici ve hemen geçici olduğunu, aslolanın yokluk olacağını, bunun kalıcılığını, hiç bitmeyeceğini öğretmek için vardır belki arkadaşlık. ‘Doğmuş olmanın sakıncası’ndan daha acısı, kardeş olarak doğmak.

Fakat belki de bu sakıncanın yol açacağı fenalıkları en aza indirmek, hatta tersine çevirip onu yok sayarak yaşamak için de bir olanak sayılabilir kardeşlik. Bir şeyin olanak olmasında ise iyilikten başlayarak cömertliğe, gönüllülüğe, paylaşmaya, neşeye, anlayış, merhamet, genişlik, çoğulculuk ve adalet duygusuna değin, herkesi zamanı renklendirmeye, sıkıntıyı azaltmaya ve birliktelikten doğan o ‘Köy Enstitülü’ coşkusuna katılmaya bir çağrı vardır. Belki de kardeşler o çağrıya uyup, o imecenin şarkısını duyup doğmuşlardır. Kardeşlerin dünyaya gelmesinin nedeni, başkalarından, dünya nimetlerinden önce, kardeşlerinin varlığı olmasın sakın? Kardeşlik birbirini çağırmaktır.

Kardeşlik uzakları yakınlaştırmak, yok olanları yaşanmışlığa dönüştürmek, kardeşlik anıları çağırmaktır. Yoldaşlığın da unutmamak, unutturmamak olduğu gibi. Şimdi kardeşliğin ve arkadaşlığın ısıttığı o kışın zemheri soğuğundaki şehre, Eskişehir’e, nerdeyse 50 yıl önceye gidiyorum. Ve onun Köprübaşı derler merkezine. Küçücük bir şehir zaten, şuradan “özü öze bağlayalım/bir yürüyüş eyleyelim” desen, daha ağzındaki şarkı bitmeden yürüyüşü eylemiş, dönüş yolunu da tutmuş olursun.

Köprübaşı’nda, henüz ‘büyükşehir’ler yokken, ahşap belediye binası, karşısında şehirden çok kasaba duygusu veren, yıkıldı yıkılacak Şehir Kulübü, köşede, tam da olması gerektiği yerde Mavi Köşe Meyhanesi, şimdi nerede, karşıda, merdivenle inilen ve uzun yıllar işleyen Balıkçılar Çarşısı ve şehrin ilk ucuzluk çarşısı Abut.

“Ne alırsan 1 milyoncu” kaldı mı artık bilmiyorum ama her yaş, çoluk çocuk kadın erkek herkes için giysi çeşitleri ve fiyatlarının ucuzluğuyla Abut mağazalarının da “1 milyoncu” dan farkı yoktu doğrusu ve 70’li yıllarda, ‘önce Abut’a bakılırdı, ‘bir de Abut’a bakılırdı. Eskişehir bilirsiniz ağırlıklı göçmen şehridir, Balkan göçmenleri Muhacirler ve Kırım göçmenleri Tatarlar. Abut sanıyorum mağazayı işleten Balkan göçmeni ailenin soyadıydı.

Sonra Yerliler çıkar ve yersizlik başlar! Oraya gelmeyelim. 5-6 katlı bir iş merkezinin zemin katı boydan boya Abut mağazalarıydı, giriş katı da pasaj ve orada çeşitli dükkânlar vardı. Jethro Tull’dan Ruhi Su’ya, Ortaçgil’in ilk uzunçaları “Benimle Oynar mısın?”dan Müzeyyen Senar’a plak aldığımız Yılmaz’ın dükkânı, Mehmet amcanın karısıyla birlikte çalıştırdığı tuhafiye, İhsan beyin Singer dikiş makineleri mağazası, ülkücü Recep, kardeşi ve ağabeylerinin giysi dükkanları, Adalet Partili Ahmet Abacı’nın halı mağazaları, o zamanlar Erbakancı olan, Sıcaksular’da da şubeleri olan ayakkabıcı, Muhterem Nur’u orada ayakkabı denerken görmüştüm, Eskişehir’de bir gazinoda şarkı söylüyordu o zamanlar. Bir-iki dükkân daha vardı ama adları aklımda yok.

Veee bütün bunların arasında, Eskişehir’in, Köprübaşı’nın, Taşbaşı’nın, Yediler’in, Hamamyolu’nun, Sıcaksular’ın olmasa da, bizim aile olarak medar-ı iftiharımız olan küçücük, çocuk giysileri mağazamız Can Bebe! Ülkücü, merkez sağ(o zamanlar vardı), muhafazakâr, ee pasaja bir de solcu lazımdı, o da bizim aileydi! Bu yazıya dün akşam başladım, girişten belli oluyordur, kederle başladım, sonra sürdüremedim. Sabah tekrar yazı başı yaptım ve ‘kardeşlik uzakları yakınlaştırmaktır’ duygusuyla, o pasajı, insanları hatırlarken kendi kendime gülümsediğimi fark ettim. Çünkü sana 60’ıncı yaşını kutlayan, tam da böyle gülümseyen bir yazı yazmak istiyordum. Üstelik 1 hafta ağırdan da aldım ki tam 21 Mart’a gelsin, hem şiir gününü, hem Nevruz/Newroz’u, hem de kardeşliğinin ve iyiliğinin 60. yılını birlikte kutlayayım istedim.

İçeri 3 kişi girse dolan, yüzü içe, gönlü sokağa bakan o küçücük dükkânın, çocuk giysileri sattığımız için küçücük demek de yakışıyor, adını kim koymuştu, o yıllarda devrimciler arasında birbirine ‘can’ demek pek yaygın ve hoş bir şeyken, eh biz de ‘canlar’dan olduğumuza göre, Can Bebe adı kendiliğinden gelip konmuş sayılır kapının üstüne. Başım gözüm üstüne, can baş üstüne dedikleri...

Ben Ankara’ya üniversiteye gidince, sen de sevdiğin için iş sana kaldı, belki de senin üstüne kaldı, ama sen yüksünmeyen bir insandın. Gerçi hemen hiçbirimizde yoktur o işten, güçten şikâyet hali. Sen de sabah erkenden kalkar, bir yürüyüş eylerdin dünyaya doğru. Güneş doğunca dünya da doğar. Sesler, görüntüler, renkler, nesneler, sular, gök, ağaçlar, sanki bir İlhan Berk şiirinde sözcükler yerlerini alıyormuş gibi, dünyadaki yerlerini alır. Ve sen bütün bunların arasından, bütün o okunaklı şeylerin arasından temiz, ince, uzun ve yakışıklı bir sözcük olarak geçerdin. Kibardın, zariftin, katlanmayı bilirdin, küsmeyi hiç bilmedin sitemi de, incitmekten, rahatsız etmekten ödün kopardı, “ekmek kadar temiz, su gibi aydın” dediklerinden bir ‘aziz’din.

Abacılar o yıllarda Adalet Partiliydi, olasılıkla şimdi CHP’li olmuş, laik düşüncede ve yaşayışta insanlardı. Büyük oğul Ömer’le yaşıttık, “Haydar ne olacak sizin bu faşistlerden çektiğiniz!” derdi, onları sevmezdi. Köprübaşı’nda sol gruplar gazete satmaya başlayınca faşistler birikir, laf atar, bazen de saldırırlardı. Can Bebe o yıllarda nerdeyse tüm sol grupların gazetelerini, dergilerini, sakladıkları bir yerdi aynı zamanda. Bazen TSİP, bazen Halkın Kurtuluşu, bazen Devrimci Yol, birbirlerine karşıt sol siyasetler olsalar da, bizim gönlümüz ve kapımız hepsine açıktı. Bazen onların da Can Bebe’de karşılaştıkları olurdu.

Cumartesi işler daha iyi olurdu, ‘kasaba’ dedikleri Kütahya’dan, Bozüyük, Bilecik’ten alışverişe gelirdi aileler. Sen o gün daha çok yorulur, ama daha mutlu olurdun: “İçinde bir iş görmenin saadeti”. Erdal’dı senin yaşıtın ve arkadaşın, Abacılar’dan, ikiniz de ince, uzun, iyi, güzel çocuklardınız. Bazı akşamlar buluşup içerdiniz. Bir gece Erdal nasıl olduysa, içki mi, hız mı, “genç idin, tez idin, sıra bilmezdin” dercesine gitti!“Giden bir yolculuk bırakır şehirde,” gençliğini bırakır, geleceğini bırakır, yolculuğu yarım bırakır, arkadaşlarını da öksüz bırakır.

Arife günleri içime bir keder çöküyor senden sonra, belki de en yorgun ama en doygun olduğun hepi topu 2 gün, Ramazan ve Kurban Bayramlarının arifeleri, Halil günleri. Hem kederleniyorum hem de senin günlerin diye çok özlüyorum 2021’de 60 olan canım kardeşim!