Anılarda kalan İstanbul

KADİR İNCESU

Sennur Sezer ile Adnan Özyalçıner’in, Doğan Hızlan aracılığıyla tanışmalarının üzerinden 50 yılı aşkın bir zaman geçti. Kısa zamanda derin bir sevdaya dönüşen arkadaşlık, dostluk, evlilik ile birlikte farklı mecralara evrildi. Sezer şiir, Özyalçıner de öykü ile devam ettiler yollarına. El ele vermenin gücüyle 4 kitaplık “Emek Öyküleri” seçkisi, iki kitaplık “Bir Öyküdür İstanbul” olmak üzere 10 kadar ortak çalışmaya imza attılar.

İstanbul temalı “Benim Öykülerim” adlı bir derlemesinin yanı sıra “Yazdan Kalma Bir Gün-İstanbul Öyküleri” ve “Bir Zamanların İstanbul’u” adlı kitapları da yayımlandı Özyalçıner’in.

Yaşamlarının büyük kısmını birlikte geçiren Sezer ve Özyalçıner’in yazılarının yer aldığı Adnan Özyalçıner imzalı “Yok Olan İstanbul” da Kor Kitap tarafından yayımlandı.

“Şiir, çağının seslerinin yankısını taşır” diyen Sezer’in 5, “Edebiyat bir tanıklıktır” diyen Özyalçıner’in ise 18 yazısı yer alıyor kitapta. Özyalçıner, sunuda İstanbul’un kültürel bir başkent olarak tarihsel konumunu sürdürdüğüne dikkat çekerken, “Bugün tarihi ve coğrafyasıyla İstanbul’un eşsiz güzelliği yer yer yara almakta, tarihi doku, yaşam biçimi, kültürel yaşamı, doğası, kentin yoksullaşması pahasına ekonomik, endüstriyel ve toplumsal konum hiçe sayılarak ‘kentsel dönüşüm’lerle plansız yapılanmalarla, yok edilmektedir” değerlendirmesini yapıyor.

İSTANBUL’UN SESİ

Özyalçıner’in İstanbul sevgisinin kaynağını merak edenler olabilir. Evinde, sokağında, mahallesinde, kentinde yaşayan insanların sesi, sözü olan Özyalçıner’in, özellikle çocukluğunun geçtiği Karagümrük hayata bakışını etkilemiştir. Yaşama tutunmaya çalışan, yaşam mücadelesi içinde olan birlikte yaşadığı insanların sesi olmuş, düşlerini, hayallerini, düşündüklerini, gelecek umutlarını yazmıştır. Özyalçıner’in “İstanbul Öykücüsü” diye adlandırılması boşuna değildir. İlk dönem kitaplarından “Panayır”, “Sur”, “Yıkım Günleri” ve “Yağma”da İstanbul’u anlatmıştır. “Yağma”da İstanbul’u kişileştiren Özyalçıner İstanbul’un da sesi olmuştur.

Özyalçıner yazılarında tarihsel geçmişiyle bir kültürel mirasın yok olup gitmesini seriyor gözler önüne. Tarihi yapılarda yapılan değişikliklerin, yapıya estetik açıdan ne kazandırdığını da sormayı ihmal etmeden.

KEŞKE RÜYA OLSA

Haliç, surlar, İstanbul’un kaynak suları, kıraathaneler, halk bahçeleri, kır kahveleri, gazinolar, Kapalıçarşı, Karagümrük Pazarı, Çamlıca, Sadabad, Kâğıthane, Haydarpaşa Garı, Sulukule, Küçüksu Çayırı ve Göksu Deresi’ni, geçmişten günümüze geçirdiği her evreyi, değişiklikleri hiçbir detayı göz ardı etmeden anlatıyor. Tıpkı bir film şeridi gibi geçiyor gözünüzün önünden. Kitabı bitirdiğinizde kendinizi bir rüyadaymış gibi hissetmeniz çok normal. Çünkü değişimin büyüklüğüne inanmak istemiyorsunuz.

Eski bir Taşkızak Tersanesi çalışanı olan Sennur Sezer ise daha çok emekçiler üzerinden anlatıyor yaşanan değişimi. Özelleştirmeyle birlikte başlayan süreçte Tekel, Şişecam, Feshane gibi fabrikaların İstanbul dışına taşınmasının o bölgelerden işçi terbiyesi, eğitimi almış kişileri de uzaklaştırdığına dikkat çekiyor. Sezer geçmişten günümüze fabrikaların kurulduğu bölgeye olan etkilerini ve o bölgelerin, yazıların yazıldığı tarih itibariyle durumunu anlatıyor, üzüntüyle.

Özyalçıner, 1993 Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Gazetecilik Başarı Ödülü’ne değer görülen “Bâb-ı Âli Ölüyor” adlı yazısında ise çoğunluğu kırtasiyeye dönüşen kitapevlerini anlatıyor.

Bu yazının yayınlandığı tarihten bugüne geçen 28 yılın sonunda artık pek yayınevi kalmadı Cağaloğlu’nda. Çınar Yayınları, Dönence Yayınları, E Yayınları ve son olarak da Tekin Yayınları veda etti Cağaloğlu’na. Kalanlar ne kadar dayanır değişime, bilinmez.

ANILAR DA OLMASA…

Sezer ve Özyalçıner göremediğimiz, fark edemediğimiz, değerini bilemediğimiz İstanbul’u anlatıyor. Artık filmlerde, şarkılarda, romanlarda, öykülerde, şiirlerde, anılarda kalan İstanbul’u.

İstanbul deyince benim aklıma, 8 yaşıma kadar yaşadığımız, Türk filmlerinin doğal platosu Cankurtaran geliyor. Bayram Fırını Sokağının köşesindeki, orta katında yaşadığımız üç katlı ahşap evden, babam, annem ve kardeşimle çıkışımız. Ağır ağır Sultanahmet’e yürüyüşümüz. O sokaktan ara sıra da olsa geçtiğimde, aradığım ancak izine bile rastlayamadığım anılar, az ileride bulunan Cevrikalfa İlkokulu ve öğretmenim Ali Şevki Korkmaz da geliyor aklıma.

Ne dersiniz bu kitap da bize “bir teselli ikramiyesi”dir belki de.

Yaşanan her şeye karşın Özyalçıner’in deyişiyle, “İstanbul yiten kısmıyla anılarda yaşıyor.”

Ve kitaplarda da yaşamayı sürdürüyor: “Unutulan, yitirilen, yerine konulamayan, ne varsa, kitaplarda bulabilirsiniz şimdi. İstanbul’u gezmek, dolaşmak, görmek mi istiyorsunuz. İstanbul’u mu seviyorsunuz, İstanbul’da yaşamayı mı özlüyorsunuz; hemen kitapları indirin raflardan…”

Evinizde yoksa, onları da yitirmeden, hemen en yakınınızdaki bir kitapçıdan alın İstanbul’u anlatan kitapları...