Anıları silmek ve geri getirmek mümkün mü?

DR. ÇAĞRI MERT BAKIRCI

Jim Carrey ve Kate Winslet’in unutulmaz başyapıtı Sil Baştan (Eternal Sunshine of the Spotless Mind) filmini izleyen herkesin merak edeceği bir konu, anılarımızı silip yeniden geri getirmenin ne kadar mümkün olduğu konusudur. Çünkü düşünecek olursanız anılar, bizi “biz” yapan en önemli sinirbilimsel olgulardan birisidir. Eğer ki anı oluşturamıyorsanız, öğrenmeniz mümkün olmaz. Öğrenmediğiniz müddetçe de insanın en ayırt edici özelliği olan zekâ kapasitesini sonuna kadar kullanmanız mümkün olmaz. Sadece bu da değil: Anıları değiştirebilmek, bir kişinin neyi, nasıl düşündüğünü doğrudan etkileyecektir. Hele ki bizler gibi tarihten dersler çıkarmak konusunda sınıfta kalmış ülkelerde, anıları kontrol ve manipüle edebilmenin ne kadar tehlikeli ve büyük bir güç olacağı aşikârdır. Bu durumda anılara hükmedebilmenin, bir kişiye hükmetmeyle eşdeğer olacağı söylenebilir. Peki bu ne kadar mümkün?

Anılarla ilgili sinirbilim çalışmalarının amacı, kötücül beyin kontrol senaryolarını hayata geçirmekten ziyade, beynin nasıl çalıştığını anlamaya bir adım daha yaklaşmamızı sağlamaktır. Bu nedenle fareler gibi diğer memeli hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalar oldukça ilginç sonuçlar vermiştir. Örneğin 2013’te yapılan bir çalışmada San Francisco’daki Kaliforniya Üniversitesi’nden araştırmacılar, geliştirdikleri ufak bir ilaç yardımıyla farelerin hafızasını 3 kata kadar artırabildiklerini keşfetmişlerdir. Bu araştırmada tespit edilene göre, elF2 isimli bir alfa proteinin üretiminin durdurulması, hafıza güçlendirmeyi frenlemektedir. Yani evrimsel süreçte hafızamızın önüne ket vuran bazı mekanizmalar evrimleşmiştir ve bu engelleri kaldırmak, hafızamızı geliştirebilir.

Ancak bu tarz araştırmalarda dikkatli olmak gerekir. Çünkü bazı genlerin ve proteinlerin işlevlerinin değiştirilmesi, evrimsel süreçte ortaya çıkan karmaşık biyokimyasal süreçlerin değişmesiyle de sonuçlanabilmektedir. Örneğin aynı elF2 proteini, hücrelerin stresle başa çıkmasını sağlayan proteinlerle de ilişkilidir. Dolayısıyla bütüncül bir şekilde yaklaşmaksızın yapılacak müdahaleler, istenmedik sonuçlara neden olabilir. Zaten burada zaman içinde yer vereceğim CRISPR-Cas9 gibi teknolojiler veya düzgün denetlenmediği takdirde Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar ile ilgili potansiyel sorunlar da bu girift genetik ve biyokimyasal yapıyla ilgilidir.

SIÇANLARDA GERÇEKLEŞTİRİLDİ

Hafızayı güçlendiren moleküller keşfetmenin ötesinde, bugüne kadar sıçanlarda belirli anıları silip, geri getirmeyi de başardık! 2014 yılında, bu defa San Diego’daki Kaliforniya Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada araştırmacılar, sıçanlara bir ışık kaynağını görmeleri halinde elektrik şokuna kapılacaklarını öğrettiler. Sonrasında, farelerin beyinlerini yine optik yöntemlerle uyararak, bu korkuyla ilgili hafızalarını zayıflattılar. Gerçekten de sıçanlar, artık aynı ışığa aynı korku tepkisini vermiyorlardı! Dahası, aynı optik yöntemi takip ederek, silinmiş hafızayı geri getirmeyi de başardılar ve bunu yaptıkları sıçanlar, yeniden ışıktan korkmaya başladılar!

Bu teknoloji çok büyük öneme sahip, çünkü günümüzde birçok kişi Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB veya PTSD) ile boğuşuyor. Eğer bu travmalı anıları seçici bir şekilde silmeyi, en azından zayıflatmayı başarırsak, Dünya çapında birçok psikolojik sorunu çözmeyi başarabiliriz. Tabii ki bir insanın anılarını silmenin etik boyutu tartışılabilir; fakat kişiler kendi istekleriyle bu tedaviyi uygulayacaksa, sayısız travmalı anıdan kurtulmak ve zihinsel sağlığa yeniden kavuşmak mümkün olabilir.

Hafızayla ilgili bildiğimiz bir diğer şey ise, son zamanların yükselen bilim dallarından biri olan epigenetik sahasından geliyor: Çok şiddetli travmaya sebep olan olayların anısı, epigenetik yöntemlerle yavrulara ve torunlara birkaç nesil boyunca aktarılabiliyor. 2016 yılında araştırmacılar C. elegans türü solucanları açlık stresiyle yüzleştirdiklerinde, bu korkutucu deneyim sırasında üretilen “Küçük RNA” adı verilen moleküllerin gelecek nesillere de aktarıldığını gösterdiler. Bu yöntem genler kadar uzun soluklu bir kalıtım sağlamıyor olsa da dede ve ninelerin başlarından geçen travmatik olaylar konusunda yavru ve torunların farkında olmadıkları bilgilere sahip olmasını sağlıyor olabilir.

ANILARIN HEPSİNE GÜVENEMEYİZ

Son olarak: Anılarımızın hepsine güvenemeyeceğimizi de biliyoruz. Çünkü “sahte anı” denen bir kavram, beynimizin ne kadar kolay kandırılabilir olduğunu bizlere gösteriyor. Örneğin bir gün tamamen alakasız bir konuyu düşünürken, aynı zamanda lezzetli bir şeyler yiyorsanız, ilerleyen dönemde o düşündüğünüz konunun “keyifli” veya “lezzetli” olduğunu hatırlayabilirsiniz; hâlbuki anının orijinalinde böyle bir duygu veya deneyim bulunmamaktaydı! Bir anıyı her hatırladığımızda, o anıyı bir miktar modifiye ettiğimiz gerçeği, sahte anı kavramıyla birleştirildiğinde, geçmişe dair algımızın ne kadar öznel ve gerçeklikten kopuk olduğunu görmek kaçınılmazdır. Bu nedenle geçmişe olan hasreti bir kenara bırakıp, bugüne ve geleceğe odaklanmak en sağlıklı tutum olacaktır diye düşünüyorum.

Ve bir de tavsiye: “Unutulmaz” bir etkinliğe (mesela bir konsere, mezuniyete, tek sefer deneyimlenebilecek bir olaya) katıldığınızda, o cep telefonu ve DSLR kameralarınızı evde bırakın. Neden mi? Çünkü 2017’de yapılan bir çalışma, “unutulmaz” bir olayı fotoğraflamaya çalıştığınızda, “Ne de olsa sonradan buna bakabilirim” diye düşünen beyninizin o anıyı güçlü bir şekilde depolayamadığını gösterdi. Yani bir ânı fotoğraflamak, o anıya dair hafızanızı zayıflatıyor diyebilirim. Ölü Ozanlar Derneği’nden ders alın: Carpe diem. Ânı yaşayın.