Alef Yayınları, geçenlerde “Avrupa Edebiyatı Türkiye’de – Türkiye Edebiyatı Avrupa’da” adlı kültür projesi kapsamında İstanbul’a

Alef Yayınları, geçenlerde “Avrupa Edebiyatı Türkiye’de – Türkiye Edebiyatı Avrupa’da” adlı kültür projesi kapsamında İstanbul’a gelen Alman yazar Monika Maron’un ‘Animal Triste’ adlı kitabını yayınladı.
Hayatının büyük bir kısmını Doğu Berlin’de geçiren Monika Maron, bu romanında duvarın yıkılmasıyla birlikte yaşanan değişimleri kişisel bir öykünün parçası haline getirerek anlatıyor. Diğer romanlarında olduğu gibi, bu hikayede de duvarın öte tarafından gelmenin neden olduğu kimlik meselelerine kafa yoruyor.
Ancak, yer yer eleştirel bir ton tutturarak ironi ve yergiye başvursa da, Maron’un bu kitaptaki üslubunu şiirsel bir anlatımın belirlediğini söylemek lazım. ‘Animal Triste,’ dokunaklı bir aşk hikayesi. Sadece aşkın değil, o aşkla beraber gelen unutuşun da hikayesi aslında.
“Yaşamımda unutulmayı hak etmemiş olan çok fazla şey yoktu ve benim için korunmaya değer haliyle oldukça kısa bir ömür olmuştu,” diyerek başlıyor anlatıcı. Orta yaşa gelmiş bir kadınken, kendisini ‘gecikmiş bir gençlik aşkı’nın içinde bulduğunu öğreniyoruz. Sevgilisi Batı’dan geliyor. Kendisi ise hep Berlin’de, duvarın arkasında kalan tarafta yaşamış. Duvarın yıkılmasından sonra başlayan yeni hayata alışmaya çalışırken, bir yandan da bu aşkın etkisiyle sarsılıyor.
Öykü açıldıkça, bunamaya yüz tutmuş bu kadının bütün hayatını aşkının üzerinden yeniden kurguladığına şahit oluyoruz. Sevgilisi Franz dışında her şey önemsizleşiyor. Hayatındaki diğer şeyleri ancak onunla ilişkilendirdiği ölçüde hatırlıyor. Kocasını, kızını ve daha önceki yaşamına dair detayları anımsamakta zorlanıyor. Bunu yadırgamıyoruz. Çünkü bizi aşktan başka hatırlanacak bir şey olmadığına ikna ediyor. Romanın başlarında bir yerde, ölümle yüzyüze geldiği bir anı anlatırken, şöyle diyor mesela: “O akşam gerçekten ölmüş olsaydım, hayatta neyi kaçırmış olacaktım? Hayatta aşktan başka bir şey kaçırılmış olamaz.”
Fakat kaçırmayıp yakaladığı bu aşk, onu zaman-dışı bir gerçekliğe hapsediyor. Hayatı tek bir anın sonsuz tekrarlarından oluşuyor. Sevgisinin nesnesini kaybetmiş olsa bile, sevginin kendisine tutunan ve yaşamının geri kalanını onun yarattığı mutlulukta ve acıda geçirmeye karar vermiş biri o. Unutuşu seçmesi de bundan. Her şeyin bittiğine inanmak istemiyor çünkü.
“Mümkün olanı gerçekleşmiş olandan ayırmak zor geliyor bana. Yıllar boyunca mümkün olan her şeyi gerçekleşmiş olan her şeyle karıştırdım ve birleştirdim, düşünülmüş olanı söylenmiş olanla, gelecektekini hiç unutulmamış olanla, umut edilmiş olanı korkulmuş olanla, ama yine hep aynı hikaye kaldı geriye. Son çok açıktır ve her şeyi belirler. Son düzeltilemez. Bu yüzden unuttum onu.”
Bu açıdan ilginç bir roman ‘Animal Triste.’ Adını Latince bir deyimden almış: Omne animal triste post coitum (Her hayvan cinsel birleşme sonrası hüzünlüdür).  Bu bana uzun zaman önce okuduğum bir Ezra Pound şiirini hatırlatıyor. ‘Irmak tacirinin karısı: Bir mektup” adlı şiirde Pound, kıvrılan ırmağın burgaçlarına dalıp giden kocasının ardından ağıt yakan kadına şunları söyletir: “Ve beş ay olmuş sen gideli.
Başımın üstünde hüzünlü sesler çıkarıyor maymunlar.”
Bu romandaki anlatıcının sesi de, yer yer yaralı hayvanların çığlıklarını hatırlatıyor. Kimi zaman -- mesela duvar yıkıldıktan sonra Berlin’deki yeni hayatı anlatırken -- mesafeli bir ton tuttursa da, çoğu kez tamamen şirazesinden çıkıyor, hep aynı ismin çağrıldığı bir duaya dönüşüyor. Roman açıldıkça yoğunlaşan bu dil, giderek keskinleşiyor ve aşkın yıkıcı gücünün ifadesi haline geliyor.
‘Animal Triste,’ aşkın ehlileştirilemez bir şey olduğunu hatırlatıyor bize. Onun inançla, güvenle ve diğer sevme biçimleriyle bir ilgisi yok. Hiç bir sosyal tarafı yok. Hiç bir anlaşılır yanı yok. Kitabın başkişisi gibi yazar da,  aşkın içimizdeki “son tabiyat kalıntısı” olduğunu savunuyor. Toplumsal düzen ise, sadece bunu evcilleştirmek ve makul kılabilmek icat edilmiş bir mekanizma olarak karşımıza çıkıyor.
Monica Maron, duygularından ve cinselliğinden korkmayan bir yazar. Tamamen kendine has bir dil tutturmuş ve kadınca bir meseleyi kadınca bir yerden anlatıyor. ‘Animal Triste’ bunun için okunmaya değer.