Hekimlik insan sıcaklığıyla bütünleşirse değer kazanır. Hastanelerin soğuk, mavi, kirli odalarını içten bir gülümseme tozpembeye çevirebilir ancak. Samimi bir bakış, dokunuş, ağızdan dökülen yumuşacık sözcükler hastanın duyduğu kaygıyı dindirir. Aynı bedenindeki acıyı, sancıyı dindirdiği gibi… Bu nedenle hekimlik yalnızca vücudu bilme, tartma, aksaklıkları görme, teşhis koyma, tedavi etme birikimi değil, aynı zamanda çok karmaşık olarak nitelendirebileceğimiz insanı anlama sanatıdır da… Öte yandan “insan”ı yaşatmak için verilen büyük uğraşı, zaman zaman o büyük çabayı düşününce en “devrimci” meslek olduğu söylenebilir hekimliğin… Bu deneyimi bir de, kendi düşünsel dünyasıyla katmerliyorsa, aklını anlamayla ve öğrenmeyle donatıyorsa uğraşının doruk noktasındadır. Aynı önceki gün yitirdiğimiz Ali Özyurt gibi. Çocukluğunda ağır bir hastalık geçirmesine rağmen, yeniden ayağa kalkmış bir dostumun, doktoru Orhan Asena’yı anlatışını hiç unutamam. Böylece Orhan Asena zihnimde yalnızca büyük bir oyun yazarı olarak değil aynı zamanda hekimliğini şefkatle birleştirmiş bir usta olarak çıkar karşıma. Ceyhun Atuf Kansu’nun şiire yeni sarıldığı dönemlerde, tayin olduğu Turhal’da ki -adı solcu doktora çıkmıştı.- O günleri Kansu’nun yakın dostu Talip Apaydın şöyle anlatır: “1948’de mektuplaşmaya başlamıştık Ceyhun’la. Bana yazdığı bir mektupta yirmi sekiz çocuğun kızamıktan öldüğünü, doktor bulunamadığını yana yakıla anlatmıştı. Sonra ünlü “Kızamık Ağıdı” şiirini yazdı. Çok beğenildi o şiir.” Gerçekten de “Kızamık Ağıdı”nda; “habersiz hepsi kızamıktan ve ölümden / kirli yüzlerinde açan ölümden habersiz / ve düşmüş bir gül oluyorlar birden / bebekler ölüyor, ölümden habersiz” dizelerini yazarken artık acı çekmenin ülkenin aydınlarının yazgısı olduğunun ayrımındaydı Kansu. Bu yola girmişti bir kere… Dönüş yoktu! Çünkü yüreği insanı yalnızca yaşatmakta değil, insanın daha iyi koşullarda yaşamasını sağlamakta atmaktaydı. Yüreği barışın, ekmeğin, şarkının olduğu yerde olan ve “Umuduna Yaşamak” kitabını çıkaran Ali Özyurt bir söyleşisinde şöyle diyordu: “Tabip Odasında, 1990’larda başlayan ve içinde yer aldığım Demokratik Katılım Grubu olarak çok sayıda toplumsal olaya şahitlik ettik. Bu yazıları da kitapta topladım. TTB okul gibidir ve ben o okulun öğrencisiydim, şimdi de öğretmeni gibi oldum. Bu okulun duayen insanları var. Kitabımda bunlardan 12 tanesinin portresine yer verdim. Hayatım tıpta uzmanlık ve tıp eğitiminin nitelikli standart ve içerikli olması çabayla geçti. Toplumsal mücadelenin her yerinde yer aldım. Tıp eğitiminin niteliğinin yükseltilmesi için çalıştım. Sağlığın ticarileştirilmesine karşı, sağlıkta dönüşüm programına karşı arkadaşlarımla birlikte mücadele ettim. Kitapta Gezi Direnişi’nden, TTB’de görev alan aktivist hekimlerin portrelerine, sağlıkta şiddete dek çok sayıda konuyu ele aldım.”

Mücadelesi tükenmeyen bir ömürdü onunki. Hekimlik hastanın duyduğu güvenle bütünleşirse en talihsiz anlarda bile inanç gelişir. Sihirli bir sözcük gibi görünse de ilişkilerin belkemiğini oluşturur güven duygusu… Evde eşler arasında güven, arkadaşlıkta güven, ne zamandır zorlandığımız bir alan gibi görünen hukukta güven, toplumda güven, sokakta güven gibi… Güven duymadığınız biriyle ortaklığa girebilir misiniz? Uzun yolculuğa çıkabilir misiniz? Masanızda yer açabilir misiniz? Bir örgüt hareketinde yer alabilir misiniz? Mesleğini insan sıcaklığıyla birleştirmiş, Anadolu’nun hüzünlü sesine hep kulak vermiş ama ondan umudunu kesmemiş, acısını, kaygısını, sevincini çevresindekilere sonsuz güven duygusuyla bütünleştirebilmiş bir aydındı, edebiyat sevdalısı edebiyatçıydı Ali Özyurt… Türk Tabipleri Birliği’nin onur üyesiydi. Şimdi yukarıda bir başka şair doktor Behçet Aysan onu karşılaşmış ve muhtemelen şu dizeleri fısıldamıştır kulağına. “Anısına” adlı şiiriyle: “onu yine gece yarısı götürmüşler /yaralı yüreği ve buzukisi masada / kuru ekmek şarap yarım şiirler / yıllardır görmediği bir çocuk resmi / eksik kalan eksik bırakılan şeyler / yazdığı son mektupta söylemişti / gurbetse eğer benim için kendi ülkem/ bir yol, parlak yıldızların yolu/ dikenli tellerin arasında bir yol/ zeytinlerin limonların arasında.”

Biz bu memleketi gurbet kılmayacağız. Sakın merak etme!