Devrimci önder İbrahim Kaypakkaya’nın katledilişinin 50’nci yılı. Bugün çok sayıda kentte anılacak olan Kaypakkaya için bir kitap hazırlayan Cilasun, “Hâlâ Kaypakkaya’nın anısından bile korkuyorlar” diyor.

Anısından dahi korkuyorlar
Kaypakkaya her yıl Mayıs ayının 18’inde anılıyor. (Fotoğraf: BirGün)

Öncü DURMUŞ

Türkiye devrimci hareketin önderlerinden İbrahim Kaypakkaya, işkence ile katledişinin bugün 50’nci yılı. Diyarbakır Cezaevi’nde 18 Mayıs 1973’te yaşamını yitiren Türkiye devrimci hareketinin önderlerinden Kaypakkaya, katledilişinin 50’nci yılında anılıyor. Yazar Emrah Cilasun’un da “50. Yılında Kaypakkaya’nın Ölümsüz Anısına İbocular” isimli kitabı, Ayrışım Yayınları’ndan çıktı. Kitapta, Kaypakkaya’nın fikirlerinin ve mücadelesinin ulaştığı her yerden fotoğraflar ile belgeler yer alıyor. ‘Ser verip sır vermeyen yiğit’ olarak tarihe kazınan Kaypakkaya’yı kitabı vesilesiyle yazar Cilasun ile konuştuk.

İbrahim Kaypakkaya anısına bir kitap/albüm derlediniz. Öncelikle bugünden bakınca sizin için bu kitap ne ifade ediyor? Bu süreci biraz anlatır mısınız?

Hazırlamış olduğum bu albüm aslında yılların, çok öncenin birikimi ve 50’inci  yılında İbrahim’i anmak, anlatmak açısından iyi oldu diyebilirim. Şunun altını çizerek başlayabilirim: 1978’den beri Almanya’da İbo’cuların içerisinde büyüdüm. Dolayısıyla bugün ki tarihçilik, belgecilik üzerine yaptığım çalışmaların tamamının altyapısı buralardan doğdu ve gelişti. Ve bu albüm de Kaypakkaya’yı anmak adına başladığım bir çalışma oldu. Ama en önemli kısmı, bu çalışma 50’inci yılında Kaypakkaya’nın yok sayılmasına, görmezden gelinmesine bir itiraz olarak kabul görmeli.

Çalışmanızın Kaypakkaya’nın yok sayılmasına, görmezden gelinmesine bir itiraz olduğunu söylediniz. Peki, “İbocular” ismi nereden geliyor?

Kitaba İbo’cular dememin sebebi, aslında Kaypakkaya’nın yarattığı ekolün bugünlere kadar gelmesi ve ekolün kontrolünün çok ötesinde yerlere ulaşmasından kaynaklı. Aradan geçen 50 yılın ardından dönüp baktığımızda, Kaypakkaya’nın direnişlerinden, fikirlerinden etkilenmiş çok fazla kişiyi bulacaksınız. Kırsal kesimlerden gecekondu mahallerine, köylü öğrencilerden köylü kadınlara, işçilerden şehirlere… Böyle bir toplam ki burada biriken Kaypakkaya fikri bir ekolün ötesinde bir yere, sosyal bir akıma dönüşmeye başladı. Nihat Behram’ın “Ser Verip Sır Vermeyen Yiğit” kitabı ve o dönem çıkan kasetler bu akımı besledi ve büyüttü. Ancak işte bugünden de görebildiğimiz bir şey var. Sosyal akımların tamamı neredeyse kendiliğindenci şekilde gelişir ve bir yere kanalize olamazsa adeta bir kelebek ömrü gibi sönümlenebilir. Bu sosyal akımda 70’li 80’li yıllar bandında Partizan kesimine, 80 sonrası dönemde Alevi ve Kürt hareketine entegre oldu ve sönümlendi. O sebeple aslında Kaypakkaya’yı bu açıdan da çok daha iyi anlamak gerekiyor.

Emrah Cilasun

BİLİMSEL YOLDA YÜRÜDÜ

Peki, Kaypakkaya’nın katledilişinin üzerinden tam 50 yıl geçti… Neler söylersiniz?

Bu soru için de öncelikle Kaypakkaya’yı tanımak gerek. Geçen 50 yılın sonunda şunu görüyoruz: Kaypakkaya, Marksist bilimin 60 ila 70 dönemi arasında en nitel sıçrama yapan Mao’dan çok fazla etkilendi. Bunu Türkiye’ye uyarlamaya ve uygulamaya çalıştı. O dönem çok daha popüler olan Behice Boran, Mihri Belli, Hikmet Kıvılcımlı gibi büyük kişileri doğru bulmadı. Malatya’dan Siverek’e ve Dersim’e köylü ile öğrenci kitlesine öncelik vermiş ve çizgisini buradan oluşturmuş. Yani kendisi için daha zor olanı denemiş. Ama 50’nci yılından bakınca bir şeyi iyi anlamak gerekir. Kaypakkaya bu zor olanı ne bir kabadayılık olarak yapmış, ne de salt maçoluk, kaba kuvvet ekseninde bir yol çizmiş. Bütün bunların aksine çok bilimsel bir yol yürümüş. Bugünden bakınca yaptığı tespitler 50 yılı aşkın süreye rağmen hâlâ doğruluğunu koruyor.

Özellikle Kürt meselesi hakkında ve Kemalizm hakkında görüşleri hâlâ geçerli. Bugün meydanlarda devletin hâlâ Kaypakkaya’nın fotoğraflarından, afişlerinden korkması bundandır. Sosyalizm tahlilleri 50 yılın sonunda hâlâ geçerlidir. Ve bence bugün onun düşüncelerine bakmamız ve buradan da sıçrama yapabilmemiz gerekir. Hatta bir öngörüsünü söyleyeyim sizlere: "Türkiye'nin doğusundaki devrim Batıya nazaran çok daha fazla ilerler ve batıda ilerleme devam etmezse Doğudaki komünistler Ortadoğu ile birleşirler." Yani aslında Kaypakkaya ne hakim ulus şovenizmine ne de ezilen ulus şovenizmine boyun eğmedi.

Kimlik filan değil, sınıf eksenli bakıyordu. Bugünden bakınca işte buralara bakmak gerekir. Diğer bir şey de Kaypakkaya, klasik geleneksel sendikacılık ile uyuşmuyordu. Bir taraftan yalnızca ekmek talep ederek bilinç götürme fikrine diğer taraftan yalnızca silah külah ile gençliğin gönlünü hoş tutarak bilinç götürme fikrine karşı idi. Onun kitlelere bilinç götürme hali toptan bir mücadele ile yaratılabilir ve yürütülecek bu toptan mücadele de ancak bilimsel temellerde olurdu.