Diyanet İşleri Başkanının, insanların yaşam biçimleri ve cinsel tercihleri üzerinden bir değerlendirme yaparak, kötülüğün kaynağı olarak göstermesi doğru değildir. Anayasal bir kurum olarak Diyanet İşleri Başkanlığının ve Başkanının görevlerinden birisi de söylemleriyle ötekileştirdiği, onlara karşı mücadeleye çağırdığı insanlara ve tercihlerine saygı gösterme zorunluluğu vardır

Ankara Barosu yapması gerekeni yapmıştır

MUSTAFA KARADAĞ / ESKİ YARGIÇLAR SENDİKASI BAŞKANI

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Ankara Barosu hakkında, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 216/3 maddesi kapsamında, halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri aşağılama suçundan re’sen soruşturma başlatmış.

Soruşturmaya sebep gösterilen açıklama, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Hacı Bayram Camiindeki Cuma hutbesinde “Ey insanlar! İslam zinayı en büyük günah kabul ediyor" diyen Erbaş, "Lutiliği, eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti? Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir bunun hikmeti. Yılda yüzbinlerce insan gayrı meşru ve nikahsız hayatın islami literatürdeki ismi 'zina' olan bu büyük haramın sebep olduğu HIV virüsüne maruz kalıyor. Geliniz bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte hareket edelim.” ifadelerini kullanması üzerine yapılmış.

Ankara Barosu, Diyanet İşleri Başkanının Diyanet TV’de yayınlanan hutbesinde yukarıdaki sözleri söylemesi üzerine, “Görevde olduğu süre boyunca çocuk tecavüzcülerine gözlerini kapatıp kadın düşmanlığının manevi zeminini dini söylemlerle meşrulaştırma çabası karşılığında maaş alan Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın deprem, LGBTİQ+, kadın ve çocuk söylemlerine rağmen halen görevde kalması durumunda, sonraki konuşmasında halkı ellerinde meşalelerle meydanlarda cadı diye kadın yakmaya davet etmesi kimseyi şaşırtmamalıdır.” şeklinde bir açıklama yapmış.

Ankara Barosu'nun bu açıklaması üzerine Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, “Erbaş'ın cuma hutbesinde naklettiği dini hükümler nedeniyle Ankara Barosunun rahatsızlığını ifade eden ve haddi zorlayan” açıklamasını esefle karşıladığını belirterek, Anayasa'nın 24'üncü maddesini hatırlatmış ve “dini inanç, vicdan ve kanaat hürriyetinin herkes gibi bir din adamı tarafından da kullanılmasında hiçbir sakınca bulunmadığına” işaret etmiş ve netice itibariyle Ali Erbaş'ın anayasal bir kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığının başı olarak İslam dininin hükümlerini seslendirdiğini, vatandaşların dini bilgi ihtiyacına, suallerine ve tereddütlerine cevap vermesinin son derece doğal ve her şeyden önce bir kamu görevi olduğunu” ifade etmiş.

AKP Sözcüsü Ömer Çelik, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, İletişim Başkanı Fahrettin Altun başta olmak üzere çok sayıda siyasetçi ve Saray bürokratları da benzer şekilde kınama mesajları yayınlamış.

Ankara Barosunun dikkat çektiği iki önemli husus var. Birincisi Diyanet İşleri Başkanının, yukarıda kendi kaynaklarındaki değerlendirmelere rağmen adları kamuoyunda bilinen ve uzunca bir süre Türkiye’nin gündemini işgal eden İslami vakıf yurtlarında veya evlerinde vuku bulan çocuk tecavüzlerine, badeleme açıklamalarına karşı bir tepki vermediği, ikincisi ise LGBTİQ+ bireyler ile insanların nikahsız yaşamaları gibi Anayasa ile güvence altına alınmış yaşam biçimi ve cinsel tercihlerini ötekileştirmesi, kötülüğün kaynağı olarak göstermesi ve insanları bu kötülüklerden korumak için bir mücadele çağrısı yapmasıdır.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, öncelikle Türkiye Cumhuriyeti’nin laik bir hukuk devleti olduğunu, ardın da herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğunu, hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamayacağını, devlet organları ve idari makamların bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun hareket etmek olduğunu söylüyor. Yani sadece dini inanç özgürlüğünü değil, herkesin maddi ve manevi olarak kişilik haklarının, tercihlerinin, varlıklarının da korunmasını emrediyor.

Bu nedenledir ki Diyanet İşleri Başkanının, insanların yaşam biçimleri ve cinsel tercihleri üzerinden bir değerlendirme yaparak, kötülüğün kaynağı olarak göstermesi doğru değildir. Anayasal bir kurum olarak Diyanet İşleri Başkanlığının ve Başkanının görevlerinden birisi de söylemleriyle ötekileştirdiği, onlara karşı mücadeleye çağırdığı insanlara ve tercihlerine saygı gösterme zorunluluğu vardır. Yapılan, bir ötekileştirmedir, ayrımcılıktır, nefret söylemidir. Bağlı olduğu Anayasada yazılı laiklik ilkesine aykırı davranmadır.

Adının başındaki Cumhuriyet vurgusu nedeniyle laikliğin güvencesi olması gereken Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının yapması gereken Ankara Barosuna değil Diyanet İşleri Başkanı hakkında soruşturma açmaktır.

Cumhurbaşkanı dahil bu ülkenin tüm anayasal kuruluşlarına düşen iş ise Anayasada yazılı laiklik ilkesine sahip çıkmak, insanları yaşam biçimi ve tercihlerine göre ötekileştirmemek, hedef gösterilmelerine engel olmak, din sömürüsüne dayalı provokatif söylemlerden özenle kaçınmaktır.

Ankara Barosu yapması gerekeni yapmıştır.