Acaba dünyanın kaç ülkesinde oyuncuların bağlı olduğu tiyatrodan görüşleri yüzünden ihraç edilmesini destekleyen, konserlerin taşlı, sopalı basılmasına sesini çıkarmayan, yaşadığı ülkede adı en çok geçen kültür merkezi hakkında pek de fikri olmayan bir insan kültür bakanı olabilirdi? Hangi ülkenin kültür bakanı ülkesinin dünyaca ünlü piyanistlerinden birinin konserine saldırılmasını meşrulaştırmaya çalışırdı? Bizim ülkemizde oluyor işte. Yerine daha iyisi gelir mi belli olmaz ama yeni (ve ne iyi ki geçici) Kültür ve Turizm Bakanı Yalçın Topçu bu profilde bir insan. Türkiye’nin yıllardır kültür gündeminde olan, Taksim Meydanı’ndaki Atatürk Kültür Merkezi’ne dair bir soru kendisine yöneltilince, neden bahsedildiğini tam olarak anlayamadığı için, konuyu geçiştirmeye çalışan Hababam Sınıfı öğrencisi misali alakasızca Libya’yı anlatan, sonra da “Hipodrom’daki (Ankara) AKM mi? Ha Taksim’deki AKM mi? Allah allah” diye cümleye devam eden bir bakanımız var artık. Ankara’da da bir AKM olduğunun farkındayım. Ancak yaptığı konuşmayı dinlediğinizde bunun naif bir şekilde AKM’leri karıştırmak olmadığını anlıyorsunuz. Zira Topçu, o malum konuşmasında Ankara’daki AKM’yle de ilgili elle tutulur pek bir şey söylemiyor. Çiçeği burnunda bakanımızın meziyetleri bununla bitmiyor elbette.

Senfoni orkestralarından (ve belli ki klasik müzikten de) çok iyi anladığını söyleyen Topçu, İdil Biret’in 2009 yılında Topkapı Sarayı’nda verdiği konserin –içki içiliyordu- bahanesiyle basılmasında, belli ki pek de sakınca görmüyor. Geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada, “Öyle konsere bugün olsa izin vermem” derken, konser alanına tekbirlerle girmeye çalışanlara, İdil Biret posterlerini yakanlaraysa sesini çıkarmıyor. Olayın gerçekleştiği dönemde İdil Biret’in eşi, “Çalacak piyanist budur, desen gidip üzerine saldırıp bıçaklarlardı. Gözleri dönmüştü, saldıracak yer arıyorlardı” demişti. Öyle bir kitleye ses çıkarmamaktan bahsediyorum. Yeni bakanımız, daha geçen günlerde Hürriyet gazetesinin –hedef gösterilmesinin ardından- aynı şekilde taşlarla, sopalarla basılmasını da normal karşılıyorsa şaşırmamak lazım. Zira belli ki kendisinin ifade özgürlüğüne de pek tahammülü yok. Yaptığı bir konuşmadaki muhalif görüşleri yüzünden İstanbul Şehir Tiyatrosu’ndan ihraç edilen Levent Üzümcü için, “Dağdaki de ovadaki de aynı muameleyi hak eder” diyor mesela Yalçın Topçu. Oyuncuları hedef gösteren bir bakanımız var. Ne güzel.

Kara komedi absürtdüğündeki yeni Kültür ve Turizm Bakanı Yalçın Topçu, görev alacağı iki aylık süre içerisinde bizleri “Başımızı dik hale getirip birinci sınıf vatandaş” da yapacakmış. Bu hedeflerine ulaşması açısından en büyük engel olarak da BBC, Der Spiegel gibi uluslararası yayın kuruluşlarını görüyor. “Dedelerimiz süngüyle karşı karşıyaydı bizse Reuters’le, CNN’le” diyor Topçu. Öyle değil sayın Topçu. Neyle karşı karşıya olduğumuzu ben size söyleyeyim. Devletin her türlü makamını kendi amaçları ve çıkarları için kullanan ve kültürü de bunun bir parçası olarak değerlendiren bir anlayışla karşı karşıyayız. Kültürel faaliyetleri devletin (daha doğrusu tek bir partinin) söyleminin yayılması için bir araç gibi gören bir anlayışla karşı karşıyayız. Türkiye’deki kültürel içeriğinin tek bir elden yönetilmesini sağlayacak olan TÜSAK (Türkiye Sanat Kurulu) ısrarı da bu sebeptendi. Dolayısıyla yeni Kültür ve Turizm Bakanı Yalçın Topçu’nun kendisini kültürle ilgiliymiş gibi göstermek için pek de uğraşmasına gerek yok. O koltukta oturuyor oluşunun sebebi bambaşka. Devletin istediği söylemi devam ettirsin ve AKP’ye oy kazandırsın yeter. Ki kendisi şimdiden halkından ‘tek parti’ iktidarını istemeye başlamış. Kolay gelsin. Bu arada BBC (TRT’nin aksine) çok güzel kurumdur sayın Topçu. Makamınızda faydasını görebileceğiniz harika belgeseller, kültür, sanat programları hazırlıyorlar. Arada izleyin. Engin tavsiyelerinizi ve görüşlerinizi onlarla da paylaşın hatta. Eminim çok hoşlarına gider.