Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “24 Haziran 2018 tarihinde erken seçime gidiyoruz” açıklamasının ardından, ülke gündemi bir anda allak bullak oldu. Anayasa, “İlk turda kazanan olmadığı taktirde 2’inci tur, seçimi izleyen 2’inci pazar günü yapılır” diyor. Buna göre en geç 8 Temmuz 2018’de Türkiye’nin istikameti belirlenecek.

Bu sadece bir rejim değişikliği ya da ülkenin kader oylaması değil bir liderin de en kritik seçimi olacak.

Herkesin bildiği, açıkça ifade edilebilir. İktidar ve Saray rejimi ‘hanedanlık’ ve ‘yargılanma’ arasındaki ince çizgide. Seçimin, bu denli erken bir tarihe çekilmiş olması, AKP’nin ülke yönetimi konusundaki tükenişi ile ilgili. Çökmek üzere olan ekonominin bir taban dalgası yaratmasına kesin gözüyle bakılıyor.

Ankara katliamında 62 istihbarata rağmen önlem almayan bir istihbarat şefi, görevden alındıktan sonra tekrar niye aynı göreve getirildi? Önemli istinatlara rağmen ve bunca meslektaşı cezaevindeyken o, neden sadece 4 gün içerde tutulup adli kontrol hükümleri uygulamadan bırakıldı?

Topluma dayatma

İktidarın, yangından mal kaçıracak kadar telaşlı olmasını ise sadece yaklaşan ekonomik kriz ile açıklamak yeterli değil. Yolsuzluk, katliam, hukukuzluk dosyaları üst üste yığılmış durumda. Peş peşe ve çok defa Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ihlal edildi. Tüm bunların sonucunda ilan edilen bir seçim tarihi değil, topluma “Ya herru ya merru” dayatması.

İktidarın amacı

Mızrak çuvala sığmıyor. Tüm bunların üzerine, Türkiye’de 2015 yılından bu yana yaşanan katliamlardan darbelere toplumsal şaibeler biniyor. Yıllardır seçim kazanmak için savaşa ihtiyaç duyan iktidarın, baskılarla soru işaretlerini gidermesi mümkün değil. Bu nedenle bir an önce fişi çekip, mutlak karanlığın üzerine yatmak istiyor.

Sadece 4 gün yattı

Konuya ilişkin somut örnekler vermek mümkün. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2 Nisan 2018’de ‘FETÖ/PDY’ Hacettepe Teknokent yapılanmasına yönelik olarak, 4 ilde operasyon yapıldı ve hakkında karar bulunan 25 kişiden 18’i gözaltına alındı. Gözaltına alınanlardan, Ankara İstihbarat eski Şube Müdürü Cihangir Ulusoy, 14 Nisan 2018 tarihinde çıkarıldığı Sulh Ceza Hakimliğince ‘resmi belgede sahtecilik’ ‘FETÖ/PDY’ yapılanmasına üye olmak ve yardım etmek sualamasıyla tutuklandı.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 2018’in Ocak ayının 3’ü itibarı ile yaptığı açıklamada, ‘FETÖ/PDY’ kapsamındaki tutuklular kapsamında şu bilgileri vermişti: “Bugüne kadar 113 bin 260 kişi FETÖ’yle ilgili gözaltına alınmış ve yaklaşık 745 kişinin gözaltı işlemi devam ediyor. Tutuklu sayısı 47 bin 155 ve bu önemli bir rakam.”

Tartışmasız önemli bir rakam. Bu kapsamda tutuklananların 10 bin 732’si polis. Polislerin neredeyse tümü halen cezaevinide, çıkanlara ise adli kontrol hükümleri uygulanıyor. İstisna ise Ankara İstihbarat eski Şube Müdürü Cihangir Ulusoy. ‘Resmi belgede sahtecilik’, ‘FETÖ/PDY’ yapılanmasına üye olmak ve ‘yardım’ suçlamaları ile tutuklanıp, sadece 4 gün cezaevinide kalıdı. Çok kritik bir nokta ise şuydu; Ulusoy’a adli kontrol şartı uygulanmadı.

Kimdir bu
Cihangir Ulusoy?

Haber, gazetelerde “Şube Müdürü Cihangir Ulusoy cezaevine girdi/çıktı” ifadeleriyle yer buldu. Ancak bir konunun altı yeterince çizilmedi. Ulusoy, Başkent Tren Garı’nda 10 Ekim 2015 tarihinde gerçekleşen ve 103 kişinin yaşamını yitirdiği Türkiye’nin en büyük katliamda, Ankara’da istihbarat şefiydi. Müfettişlere verdiği ifadede dramatik bir biçimde “Önlem almıştık” dedi. Ama barış isteyenlere karşı: “Tahmini 10-15 bin arasında bir katılım olabileceğini güvenlik şube müdürlüğü ile sözlü olarak paylaştık. Ayrıca toplantı sonrasında bazı grupların Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na yönelebilecekini ilettik…”

Patlamayı araştıran müfettişler hazırladıkları raporların eklerinde patlamayı konu alan 62 ayrı istihbarat bilgisinin olduğunu deşifre etti. Rapora göre olay günü olan, 10 Ekim tarihine ilişkin bir istihbarat bile vardı ve daha çarpıcı olanı, bunda canlı bomba Yunus Alagöz’ün adı yazıyordu.

Tekrar Ankara’ya atanmıştı

Mülkiye ve polis başmüfettişlerinin hazırladığı 25 Şubat 2016 tarihli raporda Ankara Emniyet Müdürü Kadri Kartal, TEM Şube Müdürü Hakan Duman, eski Güvenlik Şube Müdür Vekili Adem Arslanoğlu ve TEM Şubesi C Büro Amiri Hüseyin Özgür Gür hakkında soruşturma izni verilmesi istendi. Ancak valilik, soruşturma için izin vermedi.

Soruşturma izni verilmeyenler arasına eski İstihbaratçı Cihangir Ulusoy da vardı. Görevinden alındı. Fakat 15 Temmuz darbesinin ardından bir kez daha aynı görevine getirildi.

Ankara katliamında 62 istihbarata rağmen önlem almayan bir istihbarat şefi, görevden alındıktan sonra tekrar niye aynı göreve getirildi? Önemli istinatlara rağmen ve bunca meslektaşı cezaevindeyken o, neden sadece 4 gün içerde tutulup adli kontrol hükümleri uygulamadan bırakıldı?

Adil Öksüz olayı gibi

Bu ayrıcalıklar, ‘kirli pazarlıkların ve acaba Ulusoy’un “Konuşurum” tehdididinin’ sonucu olarak verilmiş olabillir mi? ‘Ankara’nın önemli şifrelerinden Ulusoy kim bilir şimdi nerede? Bu sorularla birlikte, bir benzetme yapmak mümkün. Ulusoy, “Adil Öksüz” vakasına benziyor.

“Bana sormayın, onlara sorun”

Ulusoy’un müfettişlere verdiği cevaplardan biri şu yönde:

”…Sayın Valimizin doğrudan bilgi alabildiği İl MİT Bölge Başkanlığının ve İl Jandarma Komutanlığının da istihbarat imkan ve kabiliyetlerinden faydalanarak toplanan grubun faaliyetleri (IŞİD) ve muhtemel riskler konusunda bilgi alabilecektir. Ayrıca sayın Valimizin merkezi düzeyde başkaca haber alma ve bilgi edinme yetenekleri de vardır…”

Velhasıl, iktidar sadece ‘ekonomiden kaygılı’ demek yetmiyor. Mızrak çuvala sığmıyor. İşte bu seçim, o çuvalın üzerini toprakla örtme çabasıdır.