İttifak koridorları hareketli, görüşme trafiği yoğun, iktidarı da muhalefeti de “mühendislik” peşinde. 1990’lı yıllardan bugüne yalnızca tabelası kalmış partiler ittifak açıklaması yapıyor, ne kadroları kalmış ne tabanları. Bugün yeni seçmen olmuş gençler için adları dahi bir anlam ifade etmiyor. Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümünden sonra tek bir sözü kalmamış BBP, içinden koptuğu MHP’lilerle Saray’ın yanında saf tutmak için dörtnala koşuyor. Alperenleri Saray’a “yedek milis” güç olarak yazdırmaya hevesli BBP’nin ittifaktan milletvekilliği çıkarmasına MHP’liler razı değil. Kendilerine düşen pasta diliminin küçülmesini hiç ama hiç istemiyorlar.

Karamollaoğlu ve partisi birden Türkiye’nin en popüler siyasi aktörlerinden biri oluverdi. Saray “cumhur ittifakını” genişletmek ve Abdullah Gül’ün adaylığını önlemek için Saadet Partisini ablukaya almış durumda. AKP’liler talimatı almış, Saadet’i kızdıracak en ufak bir çıkıştan özenle kaçınıyorlar. 16 Nisan öncesinde örneğini gördüğümüz saldırıların, imaların, tehditlerin hiçbiri ortada yok. Hatırlarsınız bir gece ansızın Saadet Partisinin il binasına vinçle “evet” pankartı asmaya kadar varmıştı işler… Şimdilerde Saadet’e bakanlık ve milletvekilliği taahhüdü verildiği iddiası kuvvet kazanıyor. Saadet konusunda sus pus olan MHP’liler içten içe ittifaka yeni bir ortak gelsin istemiyor. Saadet’in de halihazırda gelesi yok.

Saadet bir tek Saray’ın kadrajında değil; İyi Parti ve CHP de Karamollaoğlu ile görüşme sıklığını arttırdı. Ne de olsa iktidarı sadece Erdoğan’dan ibaret görünce muktedir Siyasal İslam’a karşı muhalif İslamcıları desteklemek politik strateji sanılabiliyor. Şu anda İyi Parti ile Saadet’in birbiriyle beraber hareket etme ihtimali daha yüksek. Ancak seçim güvenliği konusunda tüm muhalefet ortak bir pozisyon almak mecburiyetinde. Bu görüşmeler sandığa sahip çıkma iradesini ortaklaştırırsa bir kazanım olur yoksa tabanda bir heyecan yaratma ihtimali sıfıra yakın.

Partiler Ankara’da işleri pişirebileceğini düşünürken toplumun her kademesinde fırtınalar kopuyor. Gün geçmiyor ki bir işsiz, bir emekli, bir öğrenci geçim sıkıntısından intiharın eşiğine gelmesin. AKP’nin savaş ile kapayamadığı ekonomik gerçekler nice eve ateş düşürüyor. AKP’li belediye iştiraklerinde kadroya geçirilmeyen taşeron işçilerin sayısı artıyor, öfke büyüyor. “Güvenlik soruşturması” gerekçe gösterilerek atanmayan gencecik insanların yaşamları ve meslekleriyle bağları zayıflıyor. Daha önce Fethullahçı olmayana makam ve iş vermeyen amir ve müdürler, şimdilerde “devletin bekası” diye sol görüşlü olduğu “düşünülen” doktorları, öğretmenleri, akademisyen adaylarını kapıda bekletiyor.

Bunlar yetmezmiş gibi ülkenin son kalan kamu kaynaklarına müthiş bir saldırı gerçekleşiyor. OHAL de bu saldırının zırhı haline geliyor. Örneğin Ankara valiliği Şeker-iş fabrikalarının özelleştirilmesine karşı açılmak istenen imza stantlarına OHAL gerekçesiyle izin vermedi. Şeker fabrikaları buzdağının sadece görünen yüzü. Verimli tarım arazileri, ormanlık alanlar oldubittiye getirilerek maden ve enerji şirketlerine peşkeş çekiliyor. Eskiden adli süreçlerle durdurulabilen bu kıyım ve talana şimdilerde mahkemede dur demek neredeyse mucize. Eskişehir’de Alpu Ovasına yapılmak istenen termik santral yüzlerce örnekten yalnızca biri. Eskişehirli kentine, ovasına sahip çıkmak için büyük bir mücadele veriyor.
CHP ve HDP, iş cinayetlerinden özelleştirmelere ve kadro sorunlarına uzanan problemlere yeteri kadar dokunmuyor, dokunamıyor. Evet hem CHP hem de HDP’de emekçilere ve doğaya yapılan saldırılara duyarlı milletvekilleri var, ellerinden geldiklerince yerele gidip mücadelelere omuz da veriyorlar ama yetmiyor. Siyasal muhalefetin liderlik düzeyinde halk sağlığı ve kamu kaynaklarını doğrudan ilgilendiren konularda sahada olması, yerelde adeta kamp kurması, toplumsal dinamiklere siyasi destek sunması gerekiyor. Düşünsenize CHP ya da HDP salı toplantısını Eskişehir’de yapıyor ya da 14 şeker fabrikasının işçisini, ona ürün sunan çiftçisini meydanda topluyor, atanamayan öğretmenlerle, doktorlarla emek meclisleri topluyor. O gün oluşacak dalga, inanın Ankara koridorlarındaki yapay dengeyi alt üst edecek kadar devleşir, partileri aşar, memleketi yeniden kurma iradesiyle birleşir.


Saray rejimi bir savaş ve sermaye rejimidir; damarlarında barut, nefesinde para kokusu vardır. Tüm ülkenin iliğini sömürmeden gitmeye niyeti yoktur. Durdurmak mı istiyoruz? O zaman metal işçisinin, kadrodan mahrum bırakılan emekçinin, asgari ücrete mahkum edilenlerin, merdiven altı çalıştırılan çocukların sesini duyup çoğaltacağız. Eskişehirliler ile barikatları aşacağız. Yırcalı kadınlar gibi kenetleneceğiz. Cerattepe’dekiler gibi pes etmeyeceğiz. Ötesinde tüm emek güçlerini ve yerel direnişleri kendi dinamiklerine halel getirmeden emek ve laiklik ekseninde birleştireceğiz.