Türkiye'yi yöneten siyasi heyetin BM'nin yıllık Genel Kurul oturumları vesilesiyle dünya örgütünün merkezinin bulunduğu New York'a düzenlediği ziyaret, ülkenin dış politikasındaki 'şizofrenik duruşun' tam boy portresini sunuyor. Ankara'nın Akdeniz'den Ortadoğu'ya bir türlü 'maya tutmayan' İhvancı dış politikasında, örneğin Mısır ve BAE karşısında geri adımları belki 'restorasyon' olarak sunulabilir. İki büyük dünya gücü karşısındaki denge politikası ise ağır hasarlı görünüyor.

'DÜNYAYA' YAHUT 'RUSYA'YA EDİLEN ŞİKAYET

Erdoğan'ın BM Genel Kurulu'na gidişi Cumhurbaşkanlığı tarafından 'ABD ziyareti' olarak sunuldu. Ancak Dışişleri Bakan Yardımcısı Sedat Önal'ın Amerikan başkentindeki temasları ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun BM vesilesiyle ABD'li mevkidaşı Antony Blinken'le görüşmesinin ötesinde liderler düzeyinde bir program yapılmadı.

ABD ile ilişkilerdeki durumu yoruma gerek bırakmayacak denli net olarak ortaya koyan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bizatihi kendisi oldu.

Erdoğan 21 Eylül'de New York'taki Türk Amerikan İş Konseyi'nin (TAİK) düzenlediği yatırım konferansında ABD ile ilişkileri değerlendirirken, devletler arasında zaman zaman görüş ayrılıkları yaşanabileceğine işaret ederek şu vurguları yaptı:

"Önemli olan, her iki ülkede de bu yönde kuvvetli bir siyasi anlayış ve iradenin bulunmasıdır. Değerli dostum Başkan Biden’la, 14 Haziran'da Brüksel'de yaptığımız samimi ve kapsamlı görüşmede bu konudaki ortak irademizi teyit ettik."

Aynı Erdoğan, New York dönüşü 24 Eylül'de İstanbul'da yaptığı açıklamada bu kez şöyle diyordu:

"Ben şu anda Amerika'daki liderlerin hiç birisiyle böyle bir konum yaşamadım. Ama şu anda maalesef böyle bir durumdayız ve bizim münasebetlerimiz iki NATO üyesi olarak bu olmamalı. İki; terör örgütleriyle iligil mücadelede maalesef Amerika şu anda terör örgütlerine beklenenin çok çok üzerinde destek veriyor ve onlarla mücadele etmesi gerekirken, mücadeleyi bırakın tam aksine onlara yüklü miktarda silah, araç-gereç destekleri veriyor. Tabii bir NATO üyesi bu tür yaklaşımlar olduğu sürece, bizim de bunları tüm dünya kamuoyuyla paylaşmamız gereklidir."

Erdoğan'ın 24 Eylül beyanatının devamından yola çıkarak Biden yönetimini 'dünyaya' diyerek 'Rusya'ya şikayet ettiği' yorumu yapmak mümkün. 'Böyle bir konum(?) yaşamadım' vurgusu, Biden yönetiminden çok büyük hayalkırıklığının ifadesi olsa gerek. Elbette Cumhurbaşkanı'nın ABD'nin terör örgütlerine 'beklenenin çok çok üzerinde' destek verdiği sözlerini, herhalde 'dil sürçmesi' olarak almak gerekir. Aksi halde 'belli bir düzeye kadardestek verilmesine' razı olunacağı sonucu çıkartılabilir.

Rusya kısmına geçmeden önce Erdoğan'ın New York'ta verdiği diğer beyanatlarda da tuhaf bir tablo çıktığını belirtmeli. Erdoğan, Amerikan basınına ABD'nin Afganistan'daki 20 yıllık macerasını 'şikayet etti', "Afganistan’da ne işi vardı ve şimdi Afganistan’dan niye çıkıyor? Herhalde bunun bir bedelinin olması lazım" dedi. Türkiye'nin de 20 yıldır ABD/NATO'nun saha ortağı olduğu Afganistan macerasında, fiyaskoya dönüşen tahliyeler öncesinde Biden yönetiminden Kabil Havaalanı ihalesinin elbette 'faturasıyla birlikte' talep edildiği ve düşünülürse...

ÇOK DAHA FARKLI BEKLENTİLER

Gelelim Erdoğan'ın 24 Eylül beyanatının tamamlayıcı Rusya bölümüne... New York'un ardından Erdoğan 29 Eylül'de Rusya Federasyonu'na günü birlik çalışma ziyareti yapacak. Türkiye'yi en son 8 Ocak 2019'da Türk Akım töreni vesilesiyle ziyaret etmiş olan Putin, 'sık gelmeme' tutumunu 'sırasını savarak' korurken, Erdoğan'ın Soçi'ye gidecek olması doğrusu 'manidar'.

Erdoğan daha üç ay önce haziran ortasında Brüksel'de ABD Başkanı Joe Biden ile de görüşme fırsatı bulduğu NATO zirvesinde, Transatlatik İttifakı'nı 'güvenlik sınamalarına' yanıt vermek üzere 'Akdeniz'den Karadeniz'e, Avrupa'dan Asya'ya' dört bir yanda aktif olmaya davet etmişti. 24 Eylül açıklamasında ise NATO ittifakının 'hasım güç' saydığı Rusya'nın Devlet Başkanı Vladimir Putin'den 'çok daha farklı' diye vurguladığı 'beklentilerini' dile getirdi. Doğrusu oldukça şaşırtıcı şu ifadelerle:

"Zira Suriye'de rejim maalesef, burada bizim için ülkemizin güneyinde adeta bir tehdit oluşturuyor. Burada bir dost ülke olarak da Sayın Putin'den daha doğrusu Rusya'dan bir dayanışmamızın gereği olarak, farklı yaklaşımlar bekliyorum. Bu mücadeleyi de güneyde birlikte yürütmemiz lazım. Şu anda görüldüğü gibi Amerika Suriye ile de pek şu anda ilintili değil. Burada şimdi kim var? İran var, Rusya var, biz varız. Hakikaten orayı bir barış havzasına dönüştüreceksek, bunu nasıl yaparız, bunu aramızda görüşmemiz, paylaşmamız şart ve bunları görüşeceğiz."

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar'ın Erdoğan'dan 10 gün kadar önce 14 Eylül'de "Eğer ABD Ortadoğu coğrafyasında bulunacaksa Türkiye ile işbirliği yapması lazım. ABD’nin bölgede işbirliği yapacağı ülke biziz" sözleri anımsanırsa, Erdoğan'ın 'ABD'nin artık Suriye ile ilgilenmemesine' dair serzenişi daha çarpıcı. Bu koşullarda Suriye yönetimi 'Türkiye'ye tehdit' olarak gösterilirken, Rusya ve İran ile birlikte 'barış projesi' önerilmesi dikkat çekici. Savunma Bakanı'nın Türk hükümetinin önemli bir unsurunu oluşturduğu düşünüldüğünde; adeta ABD yönetimine SDG/PKK kast edilerek 'Onu alma, bizi al' denilmekteyken, Rusya yönetimine Beşar Esad kast edilerek, 'Onu alma, bizi al' mesajı ortaya çıkmakta.

BEKLENTİLERİN ALICISINI BULMA GÜÇLÜKLERİ

Rusya Devlet Başkanı'nın, Akar'ın açıklamasıyla 'eş zamanlı' olarak 13 Eylül'de Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad'ı Kremlin'de ağırayarak verdiği mesajlar düşünüldüğünde daha da keskin bir resim ortaya çıkıyor. Hatırlayalım. Putin, Esad'ı seçim zaferinden ötürü tebrik ederken, onun önderliğinde teröristlere indirilen darbeler sonucunda Suriye topraklarının yüzde 90'ının kontrol edilir hale gelindiğini vurgulamıştı. Putin'in dile getirdiği 'yüzde 90', Suriye'nin kuzeydoğusunda SDG/PKK bölgelerini de kapsamakta. Ve Rusya lideri açıkca Türkiye'nin kontrolündeki İdlib'i kast ederek teröristlerin mevzilerinin varlığını koruması ve sivil halkı terörize etmelerine' atıfta bulunarak Suriye'deki yabancı güçlerin varlığına işaret etmişti:

"Benim görüşüme göre başlıca problem, ülkenin kimi bölgelerinde yabancı silahlı güçlerin BM kararı olmaksızın, sizin onayınız olmaksızın bulunmasıdır; bu, uluslararası hukuka kesinlikle ters düşüyor ve size de, ülkenin konsolidasyonu için ve onu, bütün topraklar meşru hükümet tarafından kontrol edilecek olsa mümkün olabilecek bir tempoyla ayağa kaldırmak yolunda ilerlemek için azami çaba gösterme imkânı vermiyor."

Suriye lideri Esad da "Siyasi süreçlerin yürütülmesi imkânına her tür araçla yıkıcı bir şekilde etkide bulunan belli ülkeler var" vurgusu yapmıştı.

Erdoğan'ın Putin'den 'daha farklı' beklentilerini en başta zorlayacak olan ABD ile Rusya'nın Suriye üzerine yürüttüğü müzakereler. Ki ABD adına bu müzakereleri 'Esad'ı deviremeyiz' ve 'İdlib dünyadaki en büyük el Kaide güvenli bölgesi' demiş olan Amerikalı diplomat Brett McGurk yürütmekte. Rusya basınında Soçi ziyareti öncesinde Rusya'nın SDG/YPG'nin Suriye yönetimiyle diyaloğunu derinleştirmeye yöneldiğini aktaran haberler görmekle kalmıyoruz. Rusya'nın İdlib'de gerilimi azaltma bölgesinde Türkiye ile anlaşmalarını geçersiz kılmaya niyetlendiği iddiaları da var. Özellikle 5 Mart'ta yenilenen Soçi mutabakatı uyarınca Ankara'nın el Kaide/HTŞ gibi terör oluşumları karşısında M4'ün açılması için gereğini yerine getirmemesi üzerinden.

BEKLENTİLERİN TUZU BİBERİ

Erdoğan'ın Rusya'dan 'daha farklı beklentilerinin' tuzu-biberi Ankara'nın Moskova'nın 'sabır taşı' için sınav niteliğindeki Doğu Avrupa ve Ukrayna politikaları. Rusya Federasyonu'na açıkça 'savaş açmış' Ukrayna ile savunma sanayi işbirliğini ilerleten Ankara, Moskova'nın 'iç işleri' saydığı Kırım'la ilgili de net bir tutum sergiliyor. Erdoğan'ın bizzat kendisi BM Genel Kurulu konuşmasında Rusya Federasyonu'ndaki seçimlerin bir parçası olan Kırım seçimini tanımayacaklarını dile getirdi. Bunun için de New York'ta görüştüğü Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky'nin takdirini kazandı. Putin, Kırım'ı açıkça 'kapanmış dava' diye anıyor. Kremlin sözcüsü Peskov ise Erdoğan'ın sözlerini 'Rusya ziyaretinin hazırlıkları sürerken üzüntüyle karşıladıklarını' belirtti.

Velhasıl, New York'un ardından Soçi ziyaretinde yine gelip S-400 kozuna dayanır hale geldik. Erdoğan, ABD'deyken, S-400'ler yüzünden F-35 savaş uçakları projesinden çıkarılmaya ve yaptırımlara tepkisini dile getirip, ikici parti S-400 alımına bir kez daha yeşil ışık yaktı. S-400'lerin ilk partisi hangarda tutulurken, ikinci parti, Ankara açısından 'zaman kazanmaya' yarayabilir elbette. Ama 'çok daha farklı beklentileri' karşılamaya yetmez. Ankara'nın ABD ve Rusya karşısındaki hali, manevra alanındaki büyük daralmaya işaret ediyor.