Ankara’nın Akıncı düşmanlığı

Celal Özkızan

Kıbrıs’ın kuzeyinde Mustafa Akıncı ile AKP-Erdoğan destekli Ersin Tatar ikinci turda yarışacak. Bu seçimin ayırt edici iki yanı var: Birincisi, Türkiye’nin bu seçimlerde doğrudan taraf olması; ikincisi, seçime ilişkin tartışmaların Türkiye kamuoyunda Kuzey Kıbrıs’tan çok daha gergin geçmesi.

Türkiye hükümetleri, Kıbrıs’ın kuzeyindeki seçimlere müdahil olagelmiştir, özellikle kapalı kapılar ardında. Ancak 1974 sonrası dönemde, bir Türkiye hükümeti, ilk kez bu denli açık seçime müdahil olmuş, bir adaya mutlak desteğini beyan etmekle kalmamış, bir başka adaya da mutlak düşmanlığını ilan etmiştir.

İkincisine ilişkin olarak; Türkiye hükümeti ile yandaş medya Tatar lehine ve Akıncı aleyhine seçime bu denli müdahil olana kadar, seçim süreci görece sakin geçmekteydi. Ne zaman ki AKP-Erdoğan yönetimi sürece doğrudan dahil oldu, gerilim de aynı şekilde tırmanmaya başladı. Seçimlerin gerçekleştiği Kıbrıs’ın kuzeyinde dahi böylesine nefret içerikli bir kamplaşma yokken, Türkiye’de “hain Akıncı-vatan evladı Ersin Tatar” türü bir kutuplaşma yaratılmış olması düşündürücü. Kutuplaşmanın iki sebebi var: Birimcisi AKP-Erdoğan’ın “kendine biat etmeyen herkesi ezip geçme” tarz-ı siyaseti. İkincisi AKP-Erdoğan yönetiminin yaşadığı meşruiyet krizi ile “sürekli düşmanlar yaratıp tabanı konsolide etme ve muhalifleri sindirme” yoluyla başetmeye çalışması…

HEPSİ TOPRAK VERMEYİ SAVUNDU

Akıncı’ya ilişkin olarak günlerdir pek çok basılı ve sosyal medya ortamında sahte bir harita dolaşıyor, “Akıncı'nın toprak tavizi konusunda Rumlara sunduğu harita, Akıncı Rumlara toprak verecek” başlığı altında. Haritanın sahte olduğu ortaya çıkınca, bu sefer de “ne yani Akıncı harita sunmadı mı, toprak vermeyi önermedi mi Kıbrıs sorunu görüşmelerinde” diye soruluyor, hatta buna ilişkin bir video dolaşıma sokuluyor. Akıncı, gerçekten de bu ifadeleri kullanıyor. Bu ifadeler üzerinden de kendisi -ve kendisini destekleyen herkes- “hain” ilan edilip, Ersin Tatar’a destek çağrısı yapılıyor, Akıncı seçildiği takdirde Denktaş’ın kemiklerinin sızlayacağı, Akıncı’dan önce gelen tüm “vatan evlatlarının” anısına saygısızlık edilmiş olacağı söyleniyor.

Bu kamplaşmayı “suni” kılan ise, Kıbrıs sorunu müzakerelerinde “toprak pazarlığı”nın Akıncı ile başlamadığı, Denktaş dahil olmak üzere tüm Kuzey Kıbrıs cumhurbaşkanlarının ve Erdoğan dahil olmak üzere tüm Türkiye yetkililerinin müzakerelerde “toprak pazarlığı” yapması, ve böyle bir “toprak tavizini” kabul etmiş olmasıdır. Bu, Kıbrıs sorunu müzakerelerinin doğası ile ilgili bir durumdur ve Akıncı ile ilgili kişisel bir mesele değildir.

“Toprak pazarlığı” yapmanın “hainlik” olduğunu düşünebilirsiniz. Ancak böyle düşünüyorsanız, bu bakış açısına göre Rauf Denktaş da haindir… 1974’te Maraş'ı ele geçiren askeri birliğin o dönemki komutanı olan Kenan Evren de haindir! Neden mi? Tek tek bakalım:

Rauf Denktaş, dönemin BM Genel Sekreteri Perez De Cuellar’ın Eylül 1984'te başlattığı ve Ocak 1985'e kadar süren görüşmelerde, “Bir çözüm durumunda bizim elimizde kalmasını istediğimiz toprak oranı yüzde 30’dur” diyerek görüşmelere başlamıştır. Bilmeyenler için, Kuzey Kıbrıs’ın sahip olduğu mevcut toprak, bütün Kıbrıs Adası’nın yüzde 36,3'üdür. Yani Denktaş, toprak konusunda 36'dan 30'a düşmeyi daha en baştan kabul etmişti. Dahası, Cuellar'ın kendisinden biraz daha esnemesini talep etmesi üzerine ise Denktaş 29'a kadar düşmeyi kabul etmişti.

ERDOĞAN: BELLİ BİR TOPRAĞI VEREBİLİRİZ

Ersin Tatar’ın genel başkanı olduğu Ulusal Birlik Partisi’nin en önde gelen siyasi figürü olan Derviş Eroğlu, Annan Planı sürecinde, 2003’ün hemen başında, Yunanistan'da yayın yapan To Vima gazetesine şöyle bir demeç verir: “Temel düşünce mümkün olduğunca daha az Kıbrıslı Türkün evlerini terk etmesini sağlamaktır. Örneğin Maraş'ı Rumlara verebiliriz. Ada'nın yüzde 3'ünü oluşturan Yeşil Hat'tı da Rumlara bırakabiliriz. Ayrıca bazı Rumların yerleşebilmesi için belki kuzeydeki sınırlarımızı da biraz çekebiliriz.”

1974 yılında Maraş’ı ele geçiren askeri birliğin başında olan Kenan Evren, 21 Kasım 2002'de Mehmet Ali Birand'a verdiği röportajda, aynen şunları söylüyor: “Bizim planımızda Maraş yoktu, ama Maraş da boşalmış bir vaziyetteydi. 'Ne yapalım Maraş'ı?' dediler. 'Girin' dendi. Hatta yanlışlıkla İngilizlerin üssüne de girdiler, sonra geri çekildiler. Bu hatta geldikten sonra, hattın muhafaza edilmesi görüşünün ağır bastı. 'İlerde masaya oturulduğu zaman toprak tavizlerine vermek zorunda kalabiliriz, işte burada da tavizi verebiliriz' dendi. O zamanın hükümetinin kararı buydu. Sayn Ecevit başbakan olduğu bir dönemde, bu karar, bize Başbakanlık'tan intikal etti. Onun için ben toprak konusunda katı değilim. Ben birkaç defa Denktaş ile bu müzakereler sırasında görüştüm. Denktaş sizin için önemli olan toprak mı yoksa Kuzey Kıbrıs halkının anayasal güvenceleri mi? Herhalde anayasal güvence topraktan daha mühim olması gerek' dedim. 'Evet, O halde topraktan feragat edelim mi?' dedi. 1982 senesiydi zannediyorum.”

Erdoğan'ın, bol bol “toprak tavizi” içeren 2004 Annan Planı'na can-ı gönülden verdiği desteği uzun uzun burada anlatmaya herhalde gerek yok. Dahası, 2004 Ocak ayında ABD’de verdiği bir konferansta, kendisine toprak konusunda yöneltilen soru üzerine, şu cevabı vermişti: “Kıbrıs konusunda arkadaşımızın sorusu, oradan 1 metre toprak verecek misiniz? Adanın şu an yüzde 36'sı KKTC'nin yaşam alanıdır. Belli bir oranda bu tür toprağı verebiliriz. Biz garantör ülke olarak tavsiye ederiz, KKTC bu yaklaşımı gösterir. Buranın çözüme kavuşturulması çok çok daha önemlidir.”

NEDEN RESMİ MAÇ YAPAMADIĞINIZI ANLATIN

Uzun lafın kısası, Kıbrıs'ta müzakere masasına oturan her Kuzey Kıbrıs cumhurbaşkanı ve Kıbrıs sorununun çözüm pazarlığına dahil olan gelmiş geçmiş her Türkiyeli yetkili, “toprak pazarlığı” yapmış, ve günün sonunda da öyle veya böyle bir “toprak tavizi” içeren bir metnin, bir belgenin, bir çerçeve antlaşmanın, bir planın altına imza atmıştır. Kıbrıs sorununu çözmek için “toprak pazarlığı” yapmak kaçınılmazdır.

Yok, eğer siz uzaktan Kıbrıslı Türklere “Kıbrıs sorununu çözmeye gerek yok, bir karış toprak vermeyiz” diyorsanız; o zaman da, yaklaşık 50 yıldır tanınmamış bir devletin altında, dünyadan kopuk bir biçimde, doğrudan uçuşların, doğrudan seyahatin, doğrudan ticaretin mümkün olmadığı topraklarda yaşayan Kıbrıslı Türklere neden bu duruma bir 50 yıl daha katlanmaları gerektiğini de anlatın. Dünyadaki hiçbir kültürel ve sportif faaliyete, hiçbir diplomatik ve uluslararası platforma, hiçbir hukuki ve insani yapıya dahil olamayan Kıbrıslı Türklerin neden “çözüm istememeleri” ve bu kapana kısılmış durumda yaşamayı neden sürdürmeleri gerektiğini de bir zahmet anlatın.

*Bağımsızlık Yolu Üyesi