Şehir bilimci İlhan Tekeli, Melih Gökçek döneminde Ankara’nın öyküsünü kaybettiğini, yeni Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın ise bu öyküyü yeniden yazma gayretinin olmadığını söylüyor. Tekeli, “Yaşam kalitesi özel alanda kurulamaz. Kamusal alanın kullanılması yenilikçiliğe açık olarak öğrenilirse yaşam kalitesi sıçratılabilir. O zaman yaşam anlamlılık kazanabilir” diyor.

Ankara’nın öyküsünü Melih Gökçek yok etti

Filiz GAZİ

Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlaması Bölümünde emekli olan Prof. Dr. İlhan Tekeli, Türkiye Bilimler Akademisi Şeref üyesiyken 2011’de istifa etti. 1991 yılında kurulan Türkiye Tarih Vakfının kurucularından olan Tekeli’nin, Tarih Vakfı tarafından 25 cilt halinde yayımlanan bilimsel yazıları dışında 100 kadar yayımlanmış kitabı bulunuyor.

Sosyal bilimci, şehir ve bölge plancısı İlhan Tekeli’yle şimdinin tarih yazımını, hakim ideolojinin İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerin yönetimlerini nasıl etkilediğini ve bu iki şehrin belediyecilik anlayışını konuştuk.

Son 20 yıldır iktidarda olan AKP politikaları ile adım adım rejim değişikliği yapıldı. Devlet politikası olarak Sünni islam inancı dayatıldı. Bütün bu siyasal İslam pratikleri kentlere nasıl yansıdı?
İslamcı politikalar kentlere bir tür semboller savaşı halinde yansıdı. Kentin yapısal niteliklerine bir etkisi olmadı. Kentin büyümesinin sağladığı rantlardan yandaşları yararlandırma eğilimleri değişmedi.

Son seçimlerde AKP, büyük kentlerde belediyeyi kaybetti. Merkezi hükümet belediyelerin yetki alanlarında resen karar veriyor. Mesela ‘millet bahçeleri’ yapılıyor. Bir kentte yapılacak bahçeler belediyenin konusudur, yerel yönetimin konusudur. Ben uzun bir süre İzmir Belediyesi’nin danışmanıydım. Örneğin bir imar planı yapacaksınız. 22 tane merkezi kurum, belediyeye hiç sormadan kentte uygulama yapabiliyor. Böyle bir kentte plan yapmanız mümkün değil.
Tek adam rejimi bütün kamu idarelerinin yönetimine yansıdı. Merkezin emir komutası dışında demokratik ve kamu yararına bir işleyişin sürmesi zaten mümkün değil.

Belediye yönetimi açısından Ankara, İstanbul karşılaşması yapmanızı istesem…
Yakında bitecek 100 yıllık Türkiye belediye tarihi yazıyorum. Benim yazdığım kısımda mümkün olduğu kadar belediye başkanı ismi kullanılmıyor.

Neden?
“Long düreé” tarihi yazıldığında, aktörleri siyasetçiler mi olur? (Long düreé Fransız Annales Okulu’nun tarih çalışmalarında, olayların gerisinde uzun dönem tarihsel yapılara öncelik veren tarih yazımını ifade eden kavram) Hayır. Makro değişkenler tarihe yön verir. Yani krizler, ekonomik performanslar, ideolojiler… 100 yıllık tarih yazdığın zaman 10 bin tane belediye başkanı var. Hangisinin öyküsünü anlatacaksın?

Melih Gökçek’in Ankara’da 25 yıllık yönetimi sırasında ne oldu?
Ankara öyküsünü kaybetmiş bir kent oldu.

Ankara’nın öyküsü neydi?
Ankara’nın Kurtuluş Savaşı’ndan gelen bir öyküsü vardı ve bu öykü 1960’larda yapılan gecekondulara rağmen ayaktaydı. İkinci öyküsü Türkiye’nin radikal modernitesinin kente yansıyan sureti olmasıydı. 1948’den itibaren ise bir çeşit popülist modernite görünmeye başlandı. Bugün Ankara’nın öyküsü yok. Halihazırdaki Belediye Başkanı’nın da Ankara’nın öyküsünü yeniden kurmak gibi bir gayreti yok. Popülist bir yaklaşımla ‘halkımıza yardım edelim vs…’ gibi bir yaklaşımı var.

Ankara’nın öyküsünü yeniden yazmaması bilinçli bir tercih mi?
Hayır. Nasıl yapacağını bilmemek… Bir şey yapabilmek için önce sorunu görmen gerekiyor. Fark ettiğine bir çözüm aramaya başlıyorsun ve buluyorsun. Ben fark ediyorum çünkü 60 yıldır şehircilik üzerine çalışıyorum. Kentlerin kamusal alanlar stratejisi üstünden düşünülmesi lazım. Böyle bir strateji geliştirirsen öykü bu kamusal alanlarda kentliler tarafından üretilir. Halbuki bizde belediyelerin 75 tane görevi vardır. Belediye Başkanları ‘hizmet yarışındayız’ diyor. İşte ben bunları tek tek yapacağım ve siz de tüketeceksiniz ve mutlu olacaksınız deniliyor. Öykü de mutluluk da kamusal alanda üretilir.

ankara-nin-oykusunu-melih-gokcek-yok-etti-942276-1.
Prof. Dr. İlhan Tekeli

İstanbul’da yaşananlara ne diyorsunuz ?
İstanbul’da olup bitenler konusunda tutarlı bir şey söyleyebilmek için öncelikle İstanbul’un ne olduğunu anlamak gerekir. İstanbul bir şehir mi? Değil, oluşan bir kentsel bölge. Klasik Osmanlı düzeninin kentini bir tarafa bırakırsak, 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında utangaç bir modernleşme yaşıyor. Ahşap binalardan kagir binalara geçiliyor, yayalar kenti kaybolup yerini bir toplu taşıma kenti alıyor. II. Dünya Savaşı sonrasında ise hızlı kentleşmeyle birlikte yapsatçı ve gecekondu türü konut sunum biçimlerinin etkisiyle, ana ulaşım yolları çevresinde, tek tek binaların eklenmesiyle merkezi iş alanındaki yoğunlukları sürekli artıran yağ lekesi gibi büyüyen bir kent ortaya çıkıyor. 1980 sonrasında Türkiye’de toplu konut biçiminin gelişmesiyle birlikte bir azman sanayi kentinden kent bölgeye geçiş başlıyor. Merkezi iş alanı çok odaklı hale geliyor. Kentin çevresindeki gecekondu alanları dönüşüyor. Onun da dışında saçaklanmış, aralarında boşluklar bulunan, bir doku oluşuyor. Bir siyasetçinin İstanbul’da ne olduğunu değerlendirebilmesi ve kentlinin yaşam kalitesini artıracak müdahalelerde bulunabilmesi için öncelikle bu süreci tanıması gerekiyor.

Bilhassa gençler için soruyorum. Bir kentte yaşamanın tadı nasıl çıkarılır?
Yaşam kalitesi özel alanda kurulamaz. Kamusal alana çıkmak gerekiyor. Mesela Ankara’da Kızılay var. Nasıl bir yer Kızılay? İnsanların gündelik işleri sırasında gelip geçtikleri bir yer. Bu yüzden kamusal alan değil. Kamusal alan vakit geçirmek için gidilen bir alandır. İzmir’deki kıyı projesi tam böyle bir kamusal alandır. İzmirliler orda günün iki üç saatini geçirir.

Türkiye kamusal alanı kullanmasını yenilikçiliğe açık olarak öğrenirse yaşam kalitesini sıçratabilir. O zaman yaşam anlamlılık kazanabilir. Anlamlılık, evin içinde kolay kolay üretilemez. Anlamlılık insan ilişkileri içinde üretilebilir. İnsan atomistik, içine dönük, kendi tüketimine dönük bir var oluş olarak görülürse buradan anlamlılık üretilemez. Kamusal alanı bir zapturapt mekânı olarak mı düşünmek gerekir yoksa bir yenilikçi mekân olarak mı düşünmek gerekir? Gençlerin talepleri de yaratıcı fikirlerin ortaya konmasıyla gelişen bir şey. Her şeyi emir komuta zinciri altında olduğu bir yerde anlam olmaz, anlam yaratılamaz.

***

Belgeye dayanmayan tarih yazımı hızlandı

Kurucularından olduğunuz Tarih Vakfı nasıl kuruldu? Neden böyle bir vakfa ihtiyaç duyuldu?
1980’li yıllardan sonra Türkiye’den siyasi nedenlerle yurt dışında çıkmak zorunda kalan insanlar vardı. Orhan Silier’de bunlardan biriydi. Yurt dışında olduğu süre boyunca Hollanda’da da Sosyal Tarih Enstitüsü’nde çalışmıştı. 1980’lerde gözaltına alınan insanların arşivlerini de orada korudular. Türkiye’ye gelince bundan da esinlenerek Türkiye’de bir vakıf kural��m dedi. Kuruluş aşamasında isminin ‘Ekonomik ve Sosyal Tarih Vakfı’ olmasına karar verildi. Türkiye’de ağırlıklı olan siyasal tarih çalışmaları yanında sosyo ekonomik tarih çalışmalarına ağırlık verilmesini amaçlıyorduk.

Vakfın doğal başkanı Tarık Zafer Tunaya’ydı. Ne yazık ki vakıf kurulmadan vefat etti. Sonrasında onun gibi birisini aradık, bulamadık. Sonunda yönetim kurulu başkanlığı benim üzerime kaldı. Böylece Tarih Vakfı, 1991 yılında kurulmuş oldu.

Vakfın kaynağı yoktu. Peki nasıl devam edebilirdik?

Bizi finanse etmek isteyen kurumların isteklerini üst üste düşürerek bir çalışma güzergâhı ortaya çıkardık. İlk yıllarda İstanbul Belediyesi bize yardımcı oldu.

Şimdiki tarih yazımı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Eskiden tarihçi akademide yetişen, tezini yazan sonra yine akademiye dönen kişilerden oluşurdu. Tarih Vakfı’yla yeni alanlar açıldı. Örgütlerin tarihleri yazılmaya başlandı örneğin. Gündelik hayata dair çalışmalar üretmeye başladık. Böylece Türkiye’de genel olarak tarih dergilerinin hamasi teması içinde olmayan, gündelik yaşam konularına giren yeni bir tarihçilik ortaya çıktı.
Geçmişte Türkiye’de tarih yazıcılığı diye bir alan yoktu. Usta çırak ilişkisi içinde öğrenilip yazılan bir tarih yaklaşımı vardı. Bugün Türkiye’de Ahmet Şimşek’in başını çektiği bir tarih yazımı grubu var. Post truth denilen çağla birlikte hiçbir tarihi belgeye, bilgiye araştırmaya dayanmadan tarih yazımı hızlandı.