“Artık anketlere güvenmiyorum”, bu söz muhalefet liderlerinden herhangi birine değil, doğrudan Erdoğan’a ait. Hatırlarsınız Erdoğan bir süre önce anketleri durdurma kararı vermişti. Gerekçe olarak da yanıltıcı sonuçları göstermişti. Şimdi tam yerel seçim öncesinde aynı sözleri tekrar ediyor. Belki de AKP Türkiye’sinde her geçen gün mutsuzluğu artan milyonların varlığı ya da en önemli gündem ekonomi diyenlerin […]

“Artık anketlere güvenmiyorum”, bu söz muhalefet liderlerinden herhangi birine değil, doğrudan Erdoğan’a ait. Hatırlarsınız Erdoğan bir süre önce anketleri durdurma kararı vermişti. Gerekçe olarak da yanıltıcı sonuçları göstermişti. Şimdi tam yerel seçim öncesinde aynı sözleri tekrar ediyor. Belki de AKP Türkiye’sinde her geçen gün mutsuzluğu artan milyonların varlığı ya da en önemli gündem ekonomi diyenlerin çokluğu canını sıkmıştır. Öte yandan CHP Genel Başkan Yardımcısı Seyit Torun, 3 büyük şehir dahil CHP’yi önde gösteren anketlere “Biz de inanamıyoruz” diyerek cevap veriyor. Kazanma ihtimalini kendilerinden bu denli uzak gördüklerinden mi, yoksa olası bir başarının kendilerine rağmen gerçekleşeceğini anladıklarından mı, bilinmez.

Erdoğan-Bahçeli ikilisi bir yandan AKP’li ve MHP’lilerin firesiz bir biçimde ittifakın adayını desteklemesi gerektiğini söylüyor, diğer yandan da tabanda konsolidasyonun henüz sağlanamadığını itiraf ediyor. Erdoğan’ın ekranlarda, ‘ülkücüler Mansur Yavaş’a oy vermez’ demesi ya da kalemşorların Tunç Soyer’in babasını gündemde tutmak için kırk takla atması rastlantı olamaz. Erdoğan, İzmir’i zaten alamayacaklarını biliyor, hedefi Soyer üzerinden MHP kökenli seçmene ülke genelinde mesaj vermek. Fakat CHP’nin İzmir adayına yönelik karalama kampanyasının ters tepmesi neredeyse garanti. CHP yönetimine kızgın, küskün sosyal demokrat, cumhuriyetçi seçmen iktidarın bu kirli kampanyası neticesinde her geçen gün kenetleniyor.

Erdoğan’ın yürüttüğü kampanyada bir ikinci adam aranıyorsa o isim üç büyükşehir adaylarından herhangi birisi değil. Sırf seküler tabana hoş görünmek adına şarap bağı ziyaret edip, Sözcü’ye röportaj veren Zeybekçi’nin, onlarca vatandaşın hayatını karartan tren kazalarının hesabı verilmemişken hızlı trende dede-torun şirinliği yapan Binali Yıldırım’ın ya da Yavaş ile polemiğe girerek imajını parlatacağını düşünen Özhaseki’nin gündemi belirleme olasılığı sıfıra yakın. İktidarın gaddarlığını, şovenizmini sembolize eden İçişleri Bakanı Soylu seçim kampanyasının açık ara iki numarası. Kadın eylemciye tacizi dahi normalleştiren Soylu’nun en önemli fonksiyonu MHP tabanını tek adam rejimin bağlamak.

İktidar sözcülerinin 31 Mart seçimlerini genel seçim havasına sokmak için verdikleri tüm çabaya rağmen şimdilik arzu ettikleri siyasi tabloya ulaştıklarını iddia etmek mümkün değil. CHP’ye yönelik saldırılar AKP tabanının ancak küçük bir kısmında siyasi tatmin sağlıyor. İşsizlik maaşına talim etmek zorunda kalanların sayısı son 6 ayda %53 artmışken, üniversiteli işsiz sayısı 1 milyonu geçmişken, kepenk kapatan esnaf sayısı rekor kırmışken seçmenin karnı CHP eleştirisiyle, “istihbarat” hikayeleriyle doymuyor.

Erdoğan takvime bakıp ‘31 Mart’tan sonra 4,5 sene seçim yok’ diyor. Belli ki bu ‘güvencenin’ adaylar ve taban açısından motive edici bir fonksiyonu olduğunu düşünüyor. Seçim sonrasında ekonomide ve dış politikada derinleşecek krizi nasıl olsa sandıktan çıktık rahatlığıyla aşabileceklermiş gibi bir hava estiriyorlar. Ama gerçek bunun çok uzağında. 31 Mart seçimlerinin sonuçları %51’e %49 dengesini büyük ihtimalle bozacak. Muhalefet basiretli olduğundan değil seçmen mevcut partilere mesaj vermek istediğinden sürpriz sonuçlar çıkacak ve bu yeni tablo siyasette kartların yeniden dağılmasına yol açacak. Ufukta başka bir erken seçim mi görünür bilinmez ama önümüzdeki sürece kim daha iyi hazırlık yaparsa kazanan da o olacak. O hazırlık anketleri değil sokağı dinlemekten, müfterileri mahkum edip masumları özgürleştirmekten, öfkelileri politikleştirip mutsuzları cesaretlendirmekten geçiyor.