Anketlerin yarattığı yalancı bahar kimseyi aldatmasın!

Başlıktaki cümle, BirGün’deki ‘Seçimlere doğru SOL bakış’ başlıklı yazı dizisinin üçüncü gününde değerlendirmeler yapan Oğuzhan Müftüoğlu’na ait. Uyarı şöyle devam ediyor:

“Seçimlerin olağan bir ortam içinde geçmeyeceği ortada. İstiklal’de ve sonrasında yaşananların herkese ‘7 Haziran günlerini’ hatırlatması sebepsiz bir endişe olarak görülmesin. Bu yüzden seçimlere dair ‘mikro politik’ kişisel, grupsal çıkar hesaplarına göre tutum alanlar dönüp bir kez daha kendilerini gözden geçirmeli.”

Türkiye referandum niteliğinde ancak bir referandumun siyasal sonuçlarını misliyle aşacak ölçüde hayati bir seçime gidiyor. AKP 2002’den bu yana en zayıf döneminde. Muhalefet de bilhassa 2007’den sonraki en avantajlı ve kazanmaya en yakın günlerini yaşıyor. Anketlerdeki sonuçlar da bunu doğruluyor.

Çünkü ülkede yaşam şartları gittikçe ağırlaşıyor. Birleşik Metal-İş Sendikası Araştırma Merkezi’nin Kasım raporuna göre, dört kişilik bir aile için açlık sınırı 8 bin 657, yoksulluk sınırı ise 25 bin 422 lira. Türk-İş ise Ekim sonunda bekar bir çalışanın yaşama maliyetini aylık 9 bin 705 lira olarak açıklamıştı.

Peki biz son günlerde ülkece ne konuşuyor, neyi tartışıyoruz? İktidar cephesi, gündemi ve zihinleri nereye odaklıyor? Yaşadığımız bunalım, siyasal ve psikolojik olarak nasıl manipüle ediliyor?

AKP-MHP ittifakının anketlerdeki sonucu ortaya çıkaran yapısal koşulları değiştirme kapasitesi olmadığının herkes farkında. Yapılmaya çalışılan ise bu koşulların belirlediği düşünme biçimlerini, öncelikleri, kaygıları, algıları ve netice olarak da seçmen tercihlerini değiştirmek. İktidar bunun için hiçbir fırsatı kaçırmıyor.

13 Kasım’da İstiklal Caddesi’ndeki bombalı saldırıdan 6 gün sonra, Suriye ve Irak’ın kuzeyine başlatılan hava harekatı da bu niyetin bir parçası. Erdoğan’ın kara operasyonu sinyali vermesi, savaş konseptinin seçime kadar hız kesmeyeceğinin kanıtı.

Eş zamanlı olarak dış politikada da “yeni açılımlar” yapılmaya başlandı. 2013’te Müslüman Kardeşler yönetimine yapılan darbeden sonra üst düzey ilişkilerin koparıldığı Mısır’la yeniden temasa geçildi. Katar’da sıcak bir gülümsemeyle Sisi’nin elini sıkan Erdoğan, 10 yıl önce başkentindeki Emevi camisinde namaz kılacağını söylediği Suriye’nin Devlet Başkanı Esad ile de görüşme isteği olduğunu açıkladı.

Ekonomide ise ironik bir görüntü söz konusu. AKP, yarattığı enkazın karşısına kurtarıcı olarak yine kendisini koymaya çalışıyor. Anlatılan hikâyeye göre ekonomik kriz dış güçlerin, küresel odakların, Türkiye’yi çekemeyenlerin, fırsatçıların, zincir marketlerin hatta patates-soğan stoklayanların saldırıları nedeniyle yaşanırken, krizle mücadele edecek olan “düzene meydan okuyan”, “fakir babası” Erdoğan yönetimi. Erdoğan halkın yoksullaşmasının, bir zümrenin olağandışı zenginleşmesinin ve artan servet eşitsizliğinin sorumlusu olmaktan çıkarılıp kendi iradesi dışında oluşan bu vaziyetten “ülkeyi kurtaracak lider” konumuna getirilmek isteniyor. “Evet sorunlar var ama çözerse Reis çözer” deniyor.

Aday konusunu neticelendiremeyen muhalefet ise henüz bu kurguya karşı ikna edici bir programla bayrağını sallayamadı. “Onlar yapamıyor, biz iktidara gelince her şey düzelecek” söylemi, halkın geniş kesimleri üzerinde çok kısıtlı bir etki yaratıyor. Başka bir anlatı, hedefler ve paradigma ile topluma umut olmak gerekiyor. Mesela son Sisi-Esad hamlelerini “Gördünüz mü, nasıl döndüler” gibi salt tiye alan sözlerle eleştirmek ne kadar yeterli, bunun üzerine düşünmek lazım.

Siyasetin “terörle mücadele” ve sınır ötesi operasyon gündemlerine hapsedilmesi, “devletin bekası” sloganıyla ana akım muhalefeti iktidarın arkasına diziyor. Bu gibi konularda iktidar sözcüleri ile muhalefet sözcülerinin açıklamaları neredeyse birbirinden ayrılamayacak düzeye geliyor. Satır aralarına gizlenen eleştirel tutumların yeni bir kulvar açması mümkün olmuyor. Bu ezber, Erdoğan’a manevra alanı sağlayan önemli noktalardan birine dönüşüyor.

Anketler fikir verir ama sayılar değişkendir. Tıpkı seçim sonuçları gibi… 7 Haziran 2015 akşamı ortaya çıkan tabloya göre tek başına hükümet kurma yetkisini kaybeden AKP, nasıl oldu da 5 ay sonraki 1 Kasım seçimlerinde 9,5 puan fazla oy aldı? Ülkenin sorunlarını çözdüğü için mi? Belki süreç birebir aynı olmayacak ama iktidar kendisine neyin oy getireceğini çok iyi biliyor. Sokaktaki sesin ve halkın isyanının görünür olmasının kendi oyununu bozacağını görüyor. Buna karşı seçim güvenliğini sadece sandık gününden ibaret görmeyen ve kendi kazanma planını “Biz hallederiz” söyleminin ötesine taşıyan bir mücadele çizgisine ihtiyaç var.