At üstündeki kızılderili fırlattığı okla post taciri beyazlardan birini gözünden vuruyor, sonra dört nala yanından geçerken baltasını da adamın kafasına indiriyor. Görüntü (plan) kesilmiyor, kamera kızılderiliyi atın paralelinde ve aynı hızda takip ediyor. Adamın vurulup attan düştüğünü görüyoruz. Plan yine kesilmiyor, bu sefer bir beyaz gelip bu kızılderiliyi öldürüyor. Tam o sırada başka bir kızılderili beyaza saldırıyor ama kendi canından oluyor. Beyaz adam postları alıp kaçarken bir başka beyazın geride bırakmamak için bir atı öldürmesini izliyoruz. Sonra adamla birlikte küçük bir tahta kulübeye giriyoruz; hâlâ aynı plan... Toplam 70 saniye süren bu plan-sekans, Inarritu’nun son filmi The Revenant/Diriliş’in ilk sahnelerinde yer alıyor.

Kusursuz bir sahne düzenlemesi, saniye sektirmeyen bir oyuncu yönetimi ve yağ gibi akan bir kamera koreografisi gerektiren bu bölüm kesme kullanılarak 5-6 ayrı planda da gösterilebilirdi mesela, böylece çekim süreci açısından daha kolay bir çalışma olurdu. Sinema tarihi plan-sekans uygulamalarının acı hatıralarıyla doludur. Mesela Tarkovsky’nin son filmi Offret/Kurban’da (1986) Alexander’ın evi ateşe verip deliler gibi oradan oraya koşturduğu final sahnesinin çekimi sırasında kamera rayın üzerinde kayarken bir takılma yaşanmış -kameranın başında Bergman’ın muhteşem görüntü yönetmeni Sven Nykvist vardı-, Tarkovsky’nin geçirdiği sinir krizinden sonra yapım ekibi çekimi tekrarlamak için koca evi yeniden inşa etmek zorunda kalmıştı. Ama Inarritu tüm lojistik risklerine rağmen bu şiddet sahnesini böyle düzenliyor, çünkü belli ki izleyiciye işgalci beyazlarla Kuzey Amerika yerlilerinin ölümcül ilişkisinin tarihsel sürekliliği başta olmak üzere -plan-sekans uygulamasının son derece net bir tarihsel süreklilik göstergesine dönüştüğü Angelopoulos filmlerindeki gibi- önemli bir şeyler söylemeye, biraz da şiddetin gerçekliğini hissettirmeye çalışıyor -tıpkı kulis gerçekliğiyle sahne kurmacası -ya da filmin söylemi üzerinden gidersek ‘sahnenin gerçekliğiyle kulisin kurmacalığı’- arasındaki ilişkiyi vurgulayan filmi Birdman’de (2014) yaptığı gibi...

Ama film ilerlerken plan-sekans denilen o muhteşem uygulamanın gücünü ve değerini nasıl yitirdiğine, giderek nasıl sıkıcı bir ‘marifet gösterisi’ne dönüştüğüne tanık oluyoruz. Özü itibariyle intikam temalı bir aksiyon-macera filmi olan Diriliş’te finale dek o kadar çok ve gereksiz plan-sekans var ki, daha filmin yarısına gelmeden uygulama görsel bir rahatsızlık unsuruna dönmeye başlıyor. Yönetmen örneğin bir ayı saldırısını plan-sekans olarak sunuyorsa seyirci haklı olarak bunu bir vurgulama, bir ‘altını çizme’ şeklinde değerlendirecektir. Ama bu anlatıda neredeyse tüm satırların altı çizilmiş, böylece gerçekten altı çizilecek kadar önemli sözler varsa bile onlar da kaybolup gidiyor...

Belki göstergenin içini boşaltan, anlam yitimine yol açan bu aşırılıkta anlatıdaki dinsel motiflerin etkisi vardır; ‘burada söylenen her söz kutsaldır’ tarzı bir vurgulama ihtiyacı... Gerçi filmde yıkık bir kilise görüntüsü ve kötü adamın babasından devraldığı ‘vahşi ateizm’ hariç hiç ‘açık dinsel gönderme’ yok, ama bu unsurlar Glass’ın görevini tamamlamak için yeniden dünyaya gelen bir İsa Mesih gibi sunulmasıyla birleşince resmin hatları belirginleşiyor: Yahuda tarafından 30 gümüşe -burada 300 dolara- satılan, öldüğü/öleceği sanılarak gömülüp tekrar dirilen, yolda Mecdelli Meryem’i -burada genç bir kızılderili kadını- kurtaran, düşlerinde sürekli baba-oğul-kutsal ruh üçgeninde dolaşan bir adam. Tevekkeli değil, filmin uyarlandığı kitap bu motifi ve filmin finalini besleyen bir İncil alıntısıyla başlıyordu: “Sevgili kardeşler, kendi öcünüzü kendiniz almayın; bunu Tanrı’nın gazabına bırakın. Çünkü şöyle yazılmıştır: ‘Rab diyor ki, `Öç benimdir, kötülüğün karşılığını ben vereceğim.’” (Romalılar, 12:19)

Eğer gerçekten böyleyse, yani Inarritu bilinçli veya bilinçdışı bir şekilde anlatıya metafizik satır araları yüklemişse, Birdman’de kulis aynasının köşesindeki kağıtta yazılı Susan Sontag alıntısını yanlış anlamış demektir: “Bir şey neyse odur, o şey hakkında söylenen değildir.” Diriliş de neyse o aslında; gereksiz süslemeler yüzünden derdini yitiren bir anlatı...