Milli dava - milli ruh gibi içi boşaltılıp ajitasyon ve propagandayla doldurulmuş kavramlara oldum olası alerjim var. Dolayısıyla da “milli” hezimet sonrası içine düştüğüm boşluğu anlayamıyorum. Sanırım Çek Cumhuriyeti maçını kaybetmiş olsak bu hallere düşmezdim. Umutlarını, tavan yaptığı noktada yitirmek umutsuzluktan daha kötü. Millet, görev, bayrak gibi kavramları futbol maçları için kullanılıp altı üstü bir oyuna vatan görevi manası yüklemeyi hiç anlayamadım. Ancak Ozan Tufan’ın Cech’i çaresiz bırakan vuruşunda havaya zıplayıp yanımda kim varsa kucakladığımı da itiraf etmeliyim. Çünkü birşeyleri birlikte kutlamaya ihtiyacımız var. Nevruz, Çanakkale Zaferi, Cumhuriyet Bayramı, İşçi Bayram, İstanbul’un Fethi, Paskalya, Yılbaşı... Bu özel günler en çok sahiplenen etnik kimlikler ya da politik görüşlerin tekelinde... Sanırım memlekette herkesin birlikte kutlayacağı bir şey olsun diye finale giden yolun hayalini kuruyordum. Türkiye Galler’i eliyor. Gezi’deki gibi farklarını bilen ve kabul eden insanlar birlikte kutluyorlar. Çeyrek Finalde Belçika’yı, yarı finalde Hırvatlar’ı eliyoruz ve finaldeyiz. Diyarbakır’da, Hatay’da, Artvin’de, Edirne’de, İzmir’de... Her yerde aynı heyecanla izliyor ve birlikte seviniyor ya da üzülüyoruz. Sanırım düştüğüm boşluğun sebebi bunları düşlerken gerçeklerin Fransız soğukluğuyla beni dürtüp uyandırması...

Fransa’da ikinci haftam. 14. günümde ne yapacağımı, nereye gideceğimi, ne yazacağımı bilemiyorum. Otelden çıkış yapıp istasyona gidiyorum. Bir kafede oturup akreditasyon başvurusu yaptığım maçlara, tren biletlerine, otellere ve dönüş uçak biletlerine bakıyorum. Kararsızım. Bir taraftan evde olsam hiç maç kaçırmayıp turnuvaya daha hakim olacağımı düşünüyorum, bir taraftan da buraya kadar gelmişken en azından Almanya’yı canlı izleyip öyle dönmeliyim diyorum. Dünya futboluna damga vuran jenerasyonu canlı izleme fırsatını kaçırmamak lazım...

Lille’in Brüksel’e sadece yarım saatlik tren yolculuğu uzaklıkta olduğunu fark edince ne yapacağıma karar verene kadar Brüksel’e, turnuva öncesi favorim olan Belçika’nın başkentine geçmeye karar veriyorum, oradaki atmosferi koklamaya…

Sıra ne yazmam gerektiğine karar vermeye geliyor. Grup aşamalarına dair ilginç, bir sürü istatistik vererek genel bir değerlendirme yazısı yazmaya başlıyorum ama yazdığım rakamlardan ben bile sıkılıyorum. Son 16 eşleşmelerini değerlendiren bir yazı yazmaya başlıyorum ancak o da gazetelerin iddia eklerini anımsatıyor diye vaz geçiyorum.

Türkiye’nin performansı üzerine yazmak da can sıkıcı oluyor. Çünkü anlayamıyorum. Sahada nasıl bir futbol oynadığımızı anlayamıyorum. Fatih Terim’in neden düşman yaratmaya çalıştığını anlamıyorum. Arda Turan’ın, Emre Mor masumiyetinde yetenek ve sevimlilik saçan bir çocuktan, sosyal medyada onu eleştirenlere tehditler savuran, mikrofon uzatıldığında turnuva sonrası hesaplaşma mesajları veren bir futbolcu – mafya kırmasına dönüşmesini anlamıyorum. Türkiye oyuncu havuzundaki en önemli stoper Ömer Toprak’ı kadronun dışına iten olayları ve o krizin yönetilememesini anlamıyorum. Türkiye’nin Fransa’da maç öncesi şarkısı olarak Mehter Marşı’nı seçmesini anlamıyorum. Türkiye Futbol Direktörü ne demek anlamıyorum. Türk futbolunun neden sürekli kaos ve gerginlikle yönetildiğini anlamıyorum. Kendi şirketlerini gayet başarılı şekilde yöneten iş adamlarının kulüp yöneticisi olunca hesap kitap bilmez insanlara dönüşüp kulüpleri borç batağına sokmalarını anlamıyorum. Beşiktaş tarihinin en kötü başkanının Futbol Federasyonu Başkan’ı olmasını anlamıyorum. 300.000 nüfuslu İzlanda sporcu yetiştirebiliyorken, 70 milyonluk ülkenin yetiştirememesini anlamıyorum. Futbolun içinden gelenlerin yorumcu, antrenör, scout, teknik direktör olabilip de yönetici / başkan olamamalarını anlamıyorum. Dünya’daki her takım, Real Madrid, Bayern Münih gibi en zengin olanların bile kadrosunda alt yapıdan yetişen taraftarların da saygı duyduğu oyuncular bulundururken, takımlarımızın kadrolarında alt yapıdan oyuncu olmaması, olanların da en sevilmeyeler olmasını anlamıyorum. Spor programlarında insanların saatlerce neyi tartıştıklarını anlamıyorum. Cüneyt Çakır’ın Avrupa performansıyla Türkiye performansı arasındaki farkı anlamıyorum. Futboldaki tüm aktörlerin başarısızlığın nedenini hep başka unsurlara atfedip, özeleştiri yapmamasını anlamıyorum. Eskişehirspor’un neden düştüğünü, Kocaelispor’a, Sakaryaspor’a, Ankaragücü’ne ne olduğunu ve süperligde neden bir İzmir takımı olmadığını anlamıyorum. Üç yıldır maçlarını boykot eden gerçek Kasımpaşa taraftarlarına bir tek yöneticinin dahi gidip “sizin derdiniz nedir” diye sormamasını anlamıyorum. Başakşehir ve Osmanlıspor’un varlık nedenlerini zaten anlamıyorum da Ligi Trabzon’un Galatasaray’ın önünde bitirebilmelerini hiç anlamıyorum. Bursaspor taraftarlarının Ertuğrul Sağlam’ı yuhalamalarını anlayamıyorum.

Aslında çok iyi anlıyorum da, neyse…