İki tür insan var; kimi sadece çalışmaktan besleniyor ve yaratmanın peşinden koşuyor. Kimiyse, koca bir ömrünü anlamlı tek bir cümle kurmadan, yaşamın gizini çözmek için çabalamadan geçirebiliyor

Anlamlı bir cümlenin peşinde!

1

Tiyatro sevdam çocukluğumdan… Aykırı Kumpanya çabam bundan! Biriktirdiklerimi, gördüklerimi, düşündüklerimi, düşlerimi anlatıyorum. İki tür insan var; kimi sadece çalışmaktan besleniyor ve bir kazanç olmaksızın yaşama tutunmak için yaratmanın peşinden koşuyor. Kimiyse, koca bir ömrünü anlamlı tek bir cümle kurmadan, yaşamın gizini çözmek için çabalamadan geçirebiliyor. Hep söyledim ya; düşünmekten daha lezzetli ne olabilir yaşamda! Bunu bilmeyen, tanımayan birine nasıl tarif edebilirsin ki?

Umutsuz günlerde, yazmak ve düşünmek, elbette okumak/yaratmak önemli sığınak oluyor. Romanda, bir bölümü tepeden tırnağa “kalabalık, rengârenk dünyada yer bulamayan biri”ni anlatıyorum. Sanırım ölüme böyle karar verilir. İntihar kolay karar değil elbet. Yaşama katlanmak da öyle. “Saçma”nın sınırlarında dolaşıp, olanaklarını zorlamak bu işte… Yaşama tutunmak, gerekçesi açıklanması güç bir güdü.

Ardı ardına kitaplarım yayınlandı, önümüzdeki ay yine bir kaçı daha çıkacak. Yapıt verdikçe bencillikten kurtulup, bilgeleşiyor insan.

2

Edebiyat dünyasında salgın kötülük var. Hep böyle miydi? Belki ya da büyük ölçüde… Yine de insan bir düzey istiyor. Yüzüne gülüp, yardım isteyip, arkadan kuyu kazanlar bol. Kendi yeteneğine hayran, başkasını değersiz gören gırla! Sürekli hakkının yendiğini düşünen birine kim, ne verebilir? Hem ün, iktidar isteyip; hem de buna gereksinim duymaz gibi davranmanın ikiyüzlülüğüne ne demeli?

Alttan alan, önüne gelenle iyi geçinen olmak berbat elbet! Ama ardından küfür ettiğinin yüzüne gülmeye ne diyeceğiz? Aynı sofrada sabaha dek demlenip, ilk fırsatta dedikodu yapmak erdem sayılmaz sanırım! Hele de buradan hareketle yapıt ve sanatçı ayrıdır tezini temellendirenlere ne demeli? Kusursuz olmayı beklemek haksızlıktır; yaratı kişinin kusurundan doğar. Ama en azından yakın çevre içinde böylelerinin bulunmasını istememek hakkım. Yalnızlığa katlanmak güçtür. Yalnızlığı seçmek güzeldir.

James Joyce elimde uzun süredir sürünür halde. “Eleştiri ve deneme” yazılarını okuyorum. Sert ve hayli acımasız bir dil kullanıyor. Hakkı var mı? Evet. Tek koşul birinin yüzüne söyleme cesaretidir bence.

3

“Kabataş Yalanı Davası”nın ikinci ayağını yaşadık. O(HAL) günlerinde nasıl yargılama olacak, diye merak ettim doğrusu. Beraat kararı çıktı. Bence dava yersizdi ya, neyse. Bir toplumsal olgunun üstü nasıl örtülür ki? Meyhaneye gittik dostlarla. Palamut mevsimi şimdi… Henüz daha küçük, çingene palamudu zamanı, hafif zeytinyağı, kekik, az limon ve pul biberle yapınca nefis oluyor. Bu sene bol balık… Roka ve rakı da oldu mu, tamamdır. Dostlar kötülükten korur ruhumuzu.

Şöyle bir düşündüm: Bu sıralar ne çok siyasi dava var. Gazeteciler, aydınlar, öğretim üyeleri baskı altında. Hepsinin de davası konu oluyor elbet. Destek için izlemeye gelenlere bakıyorum, bir de desteklenenlere… AB, ABD eksenli tutum takınan tiplerden hiç hoşlanmıyorum. Bölgemizi kan gölüne çeviren kim? Bu baskı ortamını yaratan iktidarı destekleyen kim? Memleketini uzaktan gözleyip, bir de şikâyet eder halde olanları sevmiyorum. Tersten bir şarkiyatçılık hali! Bir de reklam maksatlı sahne alanlar var.

Yanımda olan bir avuç dostun kıymetini biliyorum. Dost görünen ama çıkarcı olanları da yazıyorum aklıma. Riyakârlık sanatında becerililer…

4

Ölüme hazır olmak kolay değil. Birini kaybedince yüreğe çöken acı, zamanla kabuk bağlar, azalır ya da kaybolur sanılır. Öyle mi sahiden? Bazen, öyle birine tutunur ki insan, göçenle birlikte, geride sürülecek bir yaşam kalmaz. Bunu bilmek ayrı, bir de ölüm tarihinin yaklaştığını görerek, inatla tutunmak var yaşama. O da ayrı bir tuhaflık. Ne zaman gideceğini sezmek, hazırlıklı olmak, zihin valizini toparlamak ve kimselere görünmeden savuşmak ne güzel olur.

Üzerimize çöken karamsarlık, kendi ülkende gün be gün yaban olmak ve zehirli, lanetli diliyle, bayağı kumpaslarıyla yaşamı daraltanlar bir arada olmak katlanılması ne zor bir sınav! Yapıt verip, bunlardan sıyrılmak, bencilce gözleri yumup içe dönmek tedavi etmiyor ruhu. Kitaplardan örülü bir sığınak sahiden tutsaklığı azaltır mı?

Şiir üstüne düşünmek, şiir gibi düşünmek, şiirle düşünmek çabası bundan… Bir yerlerden daralan o dili, o savruk, sağanak olmuş duyguları avucundan kaçırmamak için bu çaba!

Yaprak yaprak dağıldı karanfil
Parmaklıklar içinde tohum
Gözüm bir yıldıza daldı
Ah etti yalnızlık
Gölgede kırk derece
Hüzün… Güz…
Beni bir tümcede
Gri yağmurla özle
Misafirlerim olsun elbette
Beyaz çarşaf sereyim
Kıvrımları kösnül esmer
Bir tutam lavanta
Yapraklarım dağılmış saçların
Küllenmiş bir gurbet
Bir tutam terennüm
Hasretlik içli bir plak
Birdenbire hüzün aynada
Vişneçürüğü dudak izi
Bir tarihçi anlatmakta
Geçmiş sanılan günleri
Oysa yanık bir tende
Garip bir izdir sesin
Özledim
Özlem ki
Unutmaktır adını

5

anlamli-bir-cumlenin-pesinde-194206-1.Yine bir yazar gözaltına alındı. Üç buçuk aylık bebeğin uykusunu bölmeye, belleğine korkuyu kazımaya kimin hakkı olabilir? Nasıl bir zalimlik bu? Bir yazardan söz ediyoruz, tüm silahı sözcükler olan, onlardan yeni ve yaşanılası bir dünya kurmaya çabalayan, sadece barış sözcüğünü kanatarak ve ısrarla yazan birinden. Kanıyor barış sözcüğü. Nasıl doğar ki u koşullarda adı Barış olan bir çocuk?

Yıllarca çocuk tiyatrosu yaptım, oyunlar yazdım. Kızım doğduktan sonra, belki artık duygularım nasır tuttuğu için, bir türlü çocuğa yönelik yazamıyordum. “7/70 Dergi”den öneri gelince hemen kabul ettim. Artık çocuk şiirleri yazıyorum. Acaba Murat Özyaşar da bu yaşadıklarını, geleceği güzel olsun diye hep birlikte haykırdığımız çocuklarımız için yazar mı?

Geçen akşam bir oyuncu arkadaşım kızıyla geldi yemeğe. Evde üç çocuk oldu birden. Ne çabuk tanıştılar, kaynaştılar, oyun kurdular. Arada kapıdan şöyle bir baktım çocuk sesi arındırır ruhu. Bach’a “Bestelerinizi nasıl yapıyorsunuz?” diye sorduklarında; “Gündüz çocuklarımı dinliyorum, gece onu yazıyorum” demiş. Anahtarı vermiş hepimize. Benzersiz reçete…

oyuncak arkadaşlar bir masal sırasında
bir kız anlatıyor gece gördüğü rüyayı
orada barış adlı çocuk şiir okuyor
birlikte bakıyorlar denize martılar var
çocuklar için şenlik saati diye zil çalıyor
aç susuz kalmış dünyada zordur ıslık çalması
bir kız geliyor mahalleye bisikletli
gülüyor aniden beliriyor gökkuşağı

söylenince sokaklarda çocuk şarkıları
özgürlük adlı bir tren geliyor düdüğü kırmızı

6

Basın her zaman tiksindirici ilişkilere gebe! Ya kapılıp insan içine çıkamaz hale geliyorsun ya da kendini korursan oyun dışında kalıyorsun. Koca Doğan Medya sırları saçıldı ortaya. Yazılanları okuyunca ben utandım, yazan adına! İnsanın özel yaşamına ilişkin bilgilerin paylaşılması, mahremiyetine tecavüz edilmesi korkunç! Büyük insanlık suçu… Ama başkalarını gammazlayan, ailesini bile pazara çıkaran birinin ne tür bir etik değeri olabilir ki? Bu yazılar ortaya saçıldıktan sonra, mesela hakkında yazdığı kişilerin yüzüne nasıl bakar o insan?

Ben meslekten gazeteci değilim. Sağ olsun Serdar Akinan’ın davetiyle başladım soru sorma işine. İnsan tüm yaşamını bu sorular için sürdürür gibi gelir bana. Şimdi dönüp bakıyorum, saflığımdan mı, enayiliğimden mi, yoksa o bataklık dilini bilmediğim için mi, olan biteni kavramadan, hep teğet geçmişim alçakları… İnsan nasıl gönüllü tetikçi olur? Meczup cemaat liderlerine teslim olan bir akıl nasıl olur da iktidar olur? Onca insanlık birikimini nasıl es geçer koca toplum?

Yeni bir alan yaratmak lazım konuşmak için, sanırım başaracağım bunu.

7

Pınar Kür’ün “Sadık Bey” adlı romanını okudum. Hızla bitirdim. Orta sınıf insanların gelgitleri üstüne yalın, kolay bir metin… Bir iç hesaplaşma hali. Sevdim mi? Düşünüyorum. Hızlı okunması, hemen kavranması, bir tür sinemasal anlatı olması sevdirir mi? Belki de uzaklaştırmalıydı, itmeli, bilemedim hemen… Pınar Kür keskin çizgileri olan biri! Yazarlığı da öyle… Sözünü sakınmaması hayranlık uyandırıyor. “Asılacak kadın” efsanesinin yazarı o.

Woolf okurken, bir yandan romanı bitirdim. Güçlü kadınların varlığı yaşadıkları ülkeyi, dönemi anlamlı, katlanılır kılıyor… Pınar Kür’e bu memleket mutluluk verdi mi? Hak ettiği düşünsel ortamı sundu mu? Yoksa hep kıyıda, sınırda yaşamaya mı zorlandı? Ya da başka türlü sorayım… Herhangi bir yazarın mutlu olması mümkün mü?

Ardı ardına kapılar kilitleniyor yazarların üstüne.