‘Anlatan değil susan şiirler’


Kadir İNCESU

Yiğit Kerim Arslan, şiirleri Kitap-lık, Gösteri, sadece Şiir, Sözcükler, Varlık gibi dergilerde yayımlanan, 2019’da ‘Kirpik Bilgisi’ ile ŞiirAtı Seyhan Erözçelik İlk Kitap Şiir Ödülü’ne, ‘Bana Hevesli’ isimli dosyasıyla 2020 Ali Rıza Ertan Şiir Ödülü’ne değer görülen bir lise öğrencisi.

Yiğit Kerim Arslan, küçük yaşta okuma yazma öğrenmesinin, dinlediği şarkılardaki sözleri önemsemesinin, Türkçe öğretmeninin, tiyatro grubu kurmasının şiire yaklaşımında etkili olduğunu belirterek, “Yavaş yavaş, zamanla oluşan bir ilgi. Bir gün oturdum ve ben şiir yazacağım demedim açıkçası. Yine de bir şiiri görüp hayret etmekle başlar şiir yazmak. Gerisi nasıl gelirse…” diyor.


İlk başta ironinin öne çıktığı ‘şiirimsiler’ yazdığına dikkat çeken Arslan daha sonra anlamı pek önemsemeden bilinçakışı şiirimsiler yazdığını ifade ederek şöyle konuşuyor; “Okuma alanım genişledikçe yazdıklarımın niteliği arttı ve şiire dönüştü diye düşünüyorum. Şiirin, okullarda bize öğretilenden farklı olduğunu görmemi sağlayan şairlerin etkisi vardır ilk yazdıklarımda. İlk şiirler hep bir büyüdür. Sonra poetik dertler arttıkça büyü biter, strese döner.”
Arslan ile Kaos Çocuk Parkı Yayınları tarafından yayımlanan ‘Kirpik Bilgisi’ ve şiir üzerine konuştuk.

Şiir senin için bir var oluş mücadelesi mi?
Kendimi sanatla ya da herhangi bir şeyle var etme çabam yok aslında. Varoluş mücadelesini hakikatle, gerçekle bağ kurmak olarak görüyorum. Bugün kimse gerçekle ilişki kurmaya çalışmıyor. ‘Hâli vakti yerinde’ diye tabir ettiğimiz kesim arayışı ve sorgulamayı bir kenara bıraktı. Sosyal medyada mutlu gözükme oyunu oynuyor birçok insan. Halbuki en kolay ve aynı zamanda en zor sorudan başlamamız lazım düşünmeye: Neden varım? İşçi sınıfının ise normal olarak bu konuları dert edinecek hâli ve vakti yok. Bu da büyük bir sorun. Saatlerce çalışan bir işçi nasıl kitap okuyabilir, merak ediyorum. Zaten İstanbul’daysa günün yarısı işe gidip gelirken geçiyor. Maddi anlamda rahat olanların varlıkla ilgili rahatsızlıklarının olmadığı, işçilerinse kitap okumaya mecalinin olmadığı bir memlekette hiçbir şey düzelmez.

‘Nasıl bir şiir yazmalıyım?’ diye düşündün mü? Bu kararında seni neler etkiledi?
Kirpik Bilgisi’ndeki şiirler için “Anlatan değil susan şiirler” demiştim Zonguldak AKM’deki söyleşide. Behçet Necatigil’in “Susanlara hiçbir şey sormayınız”’ dediği gibi. Susmak anlatmaktır. Bu düşünceyle yazdım. Geçen sene, hatırlıyorum, bir arkadaşım “Ne anlattın bu kitapta” demişti. Ben de “Zaten bunu söyleyebilsem ortada kitap olmazdı” demiştim. Pek havalı bir cevap tabii. Normalde söylemem böyle şeyler. Ama doğru. İmge önemlidir. Sözü örtmek önemlidir. Şiir anlayışı olarak bunları söyleyebilirim. Bunun dışındaki etmenler kitapta da belli oluyor zaten Karl Marx’tan, Sartre’dan; müntehir şair Kaan İnce’ye kadar bir etkileşim var.

Yaşadığın toplumsal çevreye bakışın nasıl yer aldı şiirlerinde? Sonuçta emek şehri diye bilinen bir şehirde yaşıyorsun.
Zonguldak emek şehri olma konusunda eskiden daha hareketliydi. Benim dönemimde çoğu şey talan edildi. Bu yüzden o eski havanın kalıntılarıyla yaşıyoruz gibi geliyor bana. Şehrin havasını hissetmek daha zor artık. Zaten meslek hastalıklarına, tedbirsizliklere bırakılan madencilerin ses çıkarması da engelleniyor. Tabii her şey tam olarak bitmiş değil. İlgi alanıma yakın olduğu için madenci ozanlardan bahsedebilirim şehrime dair. Bir gelenek madencilerin şiir yazması. Bunun son örneği Zonguldak’la, yerin altıyla ilgili bir şiir kitabı çıkaran Muharrem Akman ağabey. Yine kültürü korumak, iyileştirmek adına ZOKEV başarılı çalışmalar yapıyor. Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip’in isimlerini yaşatmak için büyük emek veren İbrahim Tığ var. İşçi direnişleriyle ilgili yazıları ve kitapları olan Can Kartoğlu var.

Fakat şiirlerime bunu pek yansıttığımı söyleyemem birkaç tanesi hariç. Şehrin tek bir özellik üzerinden gelişmemesi lazım. Zonguldak tarihi bir şehir gibi. Çoğu zaman puslu. Bu yüzden şairliğe (şairaneliğe) olumlu bir etkisi var.

Çevren, kendi gerçekliğin kadar etkili oldu şiirini oluştururken?
Lise öğrencisi olmak, aşık olmak, ailevi durumlar; hepsi etkili oldu diyebilirim. Kendi gerçekliğimden kopuk bir şiir yazmıyorum. Şair gözlemcidir çünkü. Bunun en iyi örneği ‘Ders İngilizce, sancı anadil’ isimli şiirim.

Şiirlerinde öne çıkan düşünce bir sorgulama mı, bir arayış mı, yoksa bir kaçış mı?
‘Neden kalıyor kısa çöp ağladığıyla’ diye bir dizem var. Bu politik bir sorgulama mesela. ‘Sonsuz yabancılık beni zorluyordu’ dizesi dünyadaki uyumsuzluğun bir açılımı. ‘Bir yokluğu aramıştık. anlam denilenin ezgisiyle/ kayboldu herkes/ hepsi süslü cümlelerdeydi oysa’ dizeleri, biraz önce bahsettiğim gibi, insanların mutlu görünme çabası ve arayış yoksunluğundan yakınıyor. Sonuç olarak sorgulamanın sonucu arayıştır. Günümüzde sorgulamak ve aramak çok zor. Bedelleri var bunun. Bu yüzden kimi zaman kaçış’a düşebiliyorum ben de, ‘herkes’ gibi.

Bir şiirinizde ‘hiçbir yerde değilim artık’ derken, hiçliğin hangi aşaması oldu şiir sizin için?
“Her nerede değilsem orada mutlu olacakmışım gibi gelir” der Charles Baudelaire. Hiçbir yerde olmadığını söylemek bir boşluğa düştüğünü ifade etmektir. Kitabın ilk şiirinde geçiyor bu. Hiçlikte olduğunu düşündükten, fark ettikten sonra başlıyor aslında her şey. Hiçliğin hangi aşaması bilmiyorum ama bir arayışın başı diyebilirim.