AKP, üniversiteye yaklaşımını postallarla çiğnenen cübbeler imgesinde o kadar sarih bir biçimde ortaya koydu ki, hiçbirimiz durumu bu kadar etkili ortaya koyacak bir imge üretemezdik sanırım. Eğitim Sen’in de yoğun çabalarıyla dünya genelinde akademik özgürlük günü olarak 10 Şubat’ın önerilmesi ve kabul görmesi bu yanıyla çok yerindeydi.

Anlatılan akademinin hikâyesidir

AYSUN GEZEN

Bundan üç sene önce 7 Şubat’ta bir gece yarısı hepimiz telefonlarımıza sarılıp aynı kampüsü paylaştığımız, birlikte ürettiğimiz, birlikte aynı değerler uğruna mücadele ettiğimiz arkadaşlarımızı aradık; KHK ekli listesinde adları vardı, öfkemiz büyüktü. Cumhuriyet tarihinin en büyük akademik tasfiyesi yaşanırken özelde de Ankara Üniversitesi’nde Cebeci kampüsü ve DTCF’de tarihin en büyük akademik kıyımıydı yaşanan. Kampüste Eğitim Sen Ankara 5 No’lu Üniversiteler şubesinin çağrısıyla geniş katılımlı toplantılar düzenlendi ve 10 Şubat’ta öğrencisi, mezunu, çalışanları, tüm bileşenleriyle üniversiteyi üniversite yapan değerleri, akademik özgürlük ve özerkliği savunan herkese çağrı yapan bir “Büyük Buluşma” kararı alındı. İşte o gün, 10 Şubat’ta her kuşaktan insanların akın akın kampüse gelmesi, çok ciddi bir polis şiddetiyle karşılandı. Bilime, eleştirel düşünceye, sorgulayan akla düşman zihniyetin itaatkâr postallarının çiğnediği aslında, kimsenin önünde iliklenmeyen, asla itaat etmeyen, sahip olduğu bilgiyi insan, toplum, doğa yararına seferber eden bilim insanlarının taşımaktan onur duyduğu cübbelerdi, akademik özgürlüktü, özerklikti, eşitlikti, adaletti, başka bir dünyanın mümkün olduğunun bilgisiydi. AKP, üniversiteye yaklaşımını postallarla çiğnenen cübbeler imgesinde o kadar sarih bir biçimde ortaya koydu ki, hiçbirimiz durumu bu kadar etkili ortaya koyacak bir imge üretemezdik sanırım. Eğitim Sen’in de yoğun çabalarıyla dünya genelinde akademik özgürlük günü olarak 10 Şubat’ın önerilmesi ve kabul görmesi bu yanıyla çok yerindeydi.
Anlatılan size bir Cebeci Kampüsü hikâyesi gibi gelmesin, anlatılan aslında bu ülkenin akademisinin hikâyesi.

KHK’ler bu ülkede kamunun yeniden yapılandırılması, kamu personel rejiminin değişmesi ve esnek, güvencesiz çalışmanın hâkim istihdam biçimi yapılması, tek adam rejiminin taşlarının döşenmesi, emek rejiminde ve siyasal rejimde yapılmak istenen değişime engel olabilecek, dirençli, örgütlü kesimlerin engel olmaktan çıkarılması için işlev gördü. Neoliberal politikaların, her alanda piyasalaşmanın hayata geçirilmesi için eğitim sisteminin dönüştürülmesi de iktidar açısından çok önemliydi. Emek sömürüsünün, giderek derinleşen eşitsizliklerin, işçi cinayetlerinin, depremde ölmenin, çığ altında kalmanın kader olmadığını, değiştirilebileceğini, eşit, özgür bir dünyanın kurulabileceğini savunanları, sahip olduğu bilgiyi bunun için paylaşanları susturmadan bu acımasız sistem devam edemezdi. Üniversite bu noktada çok kritik bir öneme sahipti. 4+4+4 ile çocuk yaşta çalışmayı, zorla evlendirilmeyi artıracak, eğitimi dinselleştirecek ve itaatkâr birey-şükür pedagojisi oluşturacak bir dönüşümü üniversitelerin direncini kırmadan, bilimi, aklı, özgür düşünceyi ortadan kaldırmadan yapmak da mümkün değildi. Bu nedenle 80 darbesinden bu yana üniversiteleri zapturapt altına almak, değiştirme kudretini ve umudunu, devrimci potansiyeli yok etmek için süren saldırılar AKP döneminde daha da arttı. Üniversiteler piyasa koşullarına göre düzenlenmeye başlandı; sermayedarların istek ve çıkarlarını öncelik olarak belirleyip temel alan, iktidarın istediği, beklediği yönde ve çıkarları doğrultusunda bilgi üretiminde bulunan, yani cübbesine ilik açan, biat eden memur tipi yaratıldı. Bu tipe “akademisyen” demek artık mümkün değildi.


Performans sistemi, yayın, proje başına teşvikler ile kocaman bir yayın çöplüğü oluştu; tabii bir de devasa bir pazar… Bilimsellikten, toplumun sorunlarına cevap üretmekten, içinde yaşadığımız çağın ve ülkenin sorunları üzerine düşünmekten uzak, tek derdi sonuç/statü/teşvik almak olan kişiler bu iş için bir bedeli gözden çıkarmaya razıydı.. Gel vatandaş, makale 5 bin, tez 10 bin! Arama motoruna “parayla tez yazdırma” yazdığınızda bu “dev hizmeti” veren onlarca firmanın reklamlarının ilk sayfada listelenmesi boşuna değildi. Bu çürümenin karşısında piyasaya teslim olmayan, halen üniversiteyi üniversite yapan değerlerini, kolektif bilgi üretimini savunanlar ise soruşturmalarla, cezalarla, ağır bir mobbingle karşı karşıya ve çok ağır bir iş yükünün altında ezdirilmek isteniyor üniversitelerde.
Güvencesizlik alabildiğine yaygın, hukuk fakültesinden hukuksuzca atılan bir öğretim üyesinin yerine ilahiyat fakültesinden görevlendirme yapıldığı, hukuk fakültesinde öğrenciyken başka bir fakülteye silah doğrultanın asistan yapıldığı, aile efradının kadrolara doldurulduğu bir düzen yaratıldı. Üniversiteler değerlere saldıranlar, yok ettikleri her bir değer için üniversitelerde kadroyla, ihalelerle, başka başka biçimlerde ödüllendirildi. Şiddete karşı olduğu, barış istediği için düşüncesini açıklayanlar, bu konuda kamu gücünü kullananlara sorumluluğunu hatırlatanlara ise ekli liste yolları..

Kuşkusuz üniversiteye yönelik saldırı, yalnızca KHK eliyle yapılmadı, sözleşmelerin hukuksuzca feshi, yayın/kriter/performans baskısı, kadro verilmemesi, soruşturmalar, cezalar, süre nedeniyle ilişik kesmeler, derslere sokmamak gibi birçok yöntemle devam ediyor. Muhalif olan, başka bir dünyaya inanan, düşünmeyi, sorgulamayı öğreten bilim insanlarının öğrencilerle teması kesilmek isteniyor. Ve yine kuşkusuz bu saldırı sadece bilim emekçilerine yönelmedi, aynı zamanda öğrenciler de çok ciddi bir kıyıma uğratıldı. Faşist çetelerin, silahlandırılmış grupların polis nezaretinde saldırısından, tutuklanmaya, okuldan uzaklaştırılmaya, atılmaya kadar birçok saldırıya maruz kaldılar, iktidara ve temsil ettiği düzene muhalif öğrenci grupları dağıtılmaya çalışıldı. Öğrenci toplulukları, içeriği beğenilmeyen etkinlikler yasaklandı. Yaşanan tasfiye nedeniyle tüm öğrencilerin nitelikli, bilimsel bir eğitim alma hakları da ellerinden alındı. Aslında çalınan öğrencilerin geleceğe dair umutlarıydı. Ne de olsa Cumhurbaşkanı Saray'da yapılan akademik yıl açılışında uyarmıştı gençleri “her üniversite okuyan iş bulacak diye bir şey yok!” Hiçbir altyapı olmadan, laboratuvar, kütüphane, sosyal faaliyet alanları bulunmadan, nitelikli bir eğitim, öğretim için öğretim üyesi kadrosu sağlanmadan apartmandan bozma binalara üniversite tabelası koymak yeterliydi AKP için. Ne de olsa kendisini işsizlikle yüz yüze kalan, geleceksizleştirdikleri gençlere istihdam yaratmakla yükümlü görmüyordu.

Akademinin hali böyleyken son günlerde arka arkaya yaşadığımız felaketler ne kader ne tesadüf! Bilim insanlarının gerek deprem ve çığ ile gerek havalimanı ile ilgili uyarılarını dikkate alsalardı ve kamu kaynaklarını gerekli tedbirleri hayata geçirmek için kullansalardı depremde, çığ altında bu kadar insanımızı kaybetmezdik; bir o kadarı kara kış koşullarında sokaklarda kalmazdı, birkaç gün önceki uçak kazası hiç yaşanmayabilirdi. Üçüncü havalimanına dair bilimsel verileri dikkate alsalardı onlarca işçinin canı, doğa, canlıların yaşamı heba olmazdı. Şimdi de Kanal İstanbul için bilimsel verileri ve bilim insanlarının uyarılarını dikkate almıyorlar. Bilim ve akıl düşmanlığı önlenebilir birçok felaketi göz göre göre getiriyor. Bugün yaşadığımız ekonomik krizi, işsizliği, adaletsiz düzeni sürekli yeniden üretiyor, haklara sahip yurttaş yerine kul yaratılıyor. Kâr hırsı, sermayenin çıkarları, insan, toplum, doğa yararını yok ediyor. Bir ülkede özgür bilim, eleştirel düşünce olmazsa orada eşitlikten, özgürlükten, adaletten de söz edilemez.

Evet bugün faşizm üniversiteleri çölleştirdi ama geri döneceğiz; o kampüsün bahçesine Arkadaş’ın dizeleriyle diktiğimiz elma ağacının yerinde “yarın yeni bir yeşillik büyüyecek”.

Kahrolsun İstibdat, Yaşasın Hürriyet!