Akademisyen Görgülü, tartışılan dizi Squid Game’de borç batağındaki insanların ölümüne yarıştığı oyun alanını ‘neoliberal bir şirkete’ benzetiyor. Görgülü, “Neoliberal sistemde çalışan, kendini bir şirket sanıyor. Kredi kartıyla restorana giden beyaz yakalı, yoksul olmadığına inanıyor” diye konuşuyor.

Anlatılan senin hikâyendir

Semra KARDEŞOĞLU - semrakardesoglu@birgun.net

SquId Game dizisinde oyuncuların onar onar oyun dışı kaldığı sahneleri izlerken, ‘Aa aynı işyerleri gibi’ sözü döküldü ağzımdan. İşyerlerinde kimi zaman yeterince becerikli olmadığı, yeterince hızlı olmadığı, verilen hedefleri tutturamadığı, emeğine sahip çıkmak için sendikaya üye olduğu gibi sayısız bahaneyle oyun dışı edilmiyor mu çalışanlar. Siz edilmediyseniz bile, hiç tanık olmadınız mı? Haydi çalışana bahane bulunamadı; patron o yılın vergi rekortmeni olurken çalıştığı 249 alana ek olarak, 20 yeni sektöre girip, 50 şirket daha kurmuşken gözünüzün içine baka baka, “Kusura bakmayın ekonomik küçülmeye gidiyoruz” denmedi mi? Ve gidenlerin ardından “Bu yapılan haksızlık” diyerek, sesinizi/sesimizi yükselttik mi? Oyun dışı kalanın oyuncu koltuğu henüz soğumadan, “Buyurun, siz buraya oturun” denildiğinde kaçımız itiraz ettik? Vs vs…

Tüm bu nedenlerle ‘aynı işyerleri gibi’ gibi dedim. Sonra kendisi de uzun yıllar medyada çalışan, şimdi Bilgi Üniversitesi’nde, ekonomi, habercilik dersleri veren Dr. Güventürk Görgülü’nün sosyal medyadaki paylaşımına rastladım. ‘Orada anlatılan bir neoliberal şirket’ diyerek, uzun bir tweet dizisi paylaştı. Öyleyse ayrıntıları ona sorayım dedim.

CAM KÖPRÜLER ÜZERİNDEYİZ

Diziye ilişkin bir paylaşım yaptınız. Oradaki olayların gerçek hayattaki karşılığını anlattınız. Tweet’in kendisi de 35 bölümlük bir dizi gibi oldu. Şimdi soralım, ne buldu insanlar bu dizide sizce?

Kendilerini buldu. Bu kimi zaman kötüye yakın bir karakter olsa da. “Evet, ben de bu kötülüğü yaptım hem de yakın arkadaşıma” dedi. Son 5-6 yıldır neoliberalizm üzerine çalışıyorum. Doktora tezim de bu konudaydı. Bu dizi onun üzerine geldi. Sonuçta film, dizi çözümlemesi yapacak bir alan değil çalıştığım alan. Her ne kadar “Yönetmen bunu demek istemiş, şunu demek istemiş” demesem de. Herkesin hayatına dokunan bir şey var dizide.

Nesi benziyor örneğin?
Herkes borçlu mesela ülkede şu an. Çalıştığı bir işyeri varsa adaletsiz çalışma koşulları altında. İstenen saçma talepler, hedef koyma ve hedefi tutturma zorunluluğu. İşiniz sürekli tehlike altında. Her an işsiz kalabilirsiniz, düşebilirsiniz yani. Sıradan bir konu ama insanların sinir uçlarına dokunan bir noktası oldu.

burada-anlatilan-senin-hikayendir-934998-1.
Dr. Güventürk Görgülü

Size “Dizi hakkında yazmak o dijital platformun reklamını yapmaktır” denildi mi?
Tabii. Biri “Siz solcular ne mantıksızsınız. Bunu yazarak film kanalını zengin ediyorsunuz” dedi. Ee, ne yapayım sen de Twitter’dan bana cevap yazarak, Twitter’ı zengin ediyorsun. Ne yapayım, güvercin mi uçurayım?

Dizide sözde demokrasi, sözde seçme hakkı da veriliyor yarışmacılara. “Mecbur değilsin, bak seçebilirsin” deniyor. Sadece iş yaşamı değil de tüm yaşantımızı anlatmıyor mu?
Neoliberal politika denilen şey, 80’lerden sonra yaşanan siyasetin dönüştüğü şey, aslında “Benzerleri arasında biz kimi seçeceğiz” oldu. Siyasi olarak farklı etiketlenmiş gözükse de ekonomik olarak neoliberal olmayan bir sistemi izleyen parti yok. “Sosyal demokratım” diyen de aynı, “sağcıyım” ya da “aşırı sağcıyım” diyen de. Yurtdışında da böyle. İngiltere’de İşçi Partisi’nin Lideri Blair, iktidara geldiğinde çok şey mi değişti? Hayır.

Tüm yarışmacıların “oyuna” katılma nedeni borçlu olmaları… Borcun temsil ettiği özel bir şey var mı sizce?
Neoliberalizm özü, her şeyin finansallaşması. Bu ne demek şirket için; üretim operasyonu önemli, şirketin piyasa değeri önemli. Burada üretimdeki işçinin bir önemi yok. O bir maliyet kalemi sadece. Ve o kalemi mümkün olduğunca düşürmek gerekir. Bunu besleyen üretim süreçleri, taşeronlaşma vb. Tüm bunlar bireyin de kendisini bir şirket gibi görmesini getiriyor. Bir şirketin aldığı riskleri, bir insan da alıyor. 80’den önce şirketin ya da ticaretle uğraşanların aldığı riski artık herkes alıyor. Eskiden kredi, borç vb. almak şirkete has bir şeydi. Şimdi bankadan, bireysel kredi, kartla o imkânı var. Sistemin insanı kendine bağladığı nokta borçlandırma. Borçlanma zaten başlı başına insanların hareket alanının kısıtlanması demek. Alacaklılar, bankalar bir tarafta. İşinizi kaybetmemeniz lazım. İşinizi kaybederseniz borcu ödeyemezsiniz. İşyerinde örgütlenirseniz, işinizden olursunuz. Grev yaparsınız dışlanırsınız gibi. Güney Kore’de hane halkı borcu milli hasılanın yüzde 100’ü civarında. Yani her kişinin elde ettiği gelir kadar borcu var demek. Bu filmin Güney Kore’den çıkmış olması tesadüf değil ki.

burada-anlatilan-senin-hikayendir-934999-1.
G.Kore’de önceki gün Squid Game dizisindeki gibi giyinen binlerce işçi, koşullarının dizidekinden farklı olmadığını savunarak protesto düzenledi.

Dizide her an her işçinin yoksullar arasına katılabileceği görülüyor. Genel olarak bizde “Yoksul eşittir, yiyecek ekmeği, yatacak yeri olmayan kişi” algısı yok mu? Bu kadar sınırlı mı yoksulluk?
Evsizler işin görsel kısmı sadece. Gelir dağılımı 90’lara kadar biraz iyileşmişken 2008 krizi geldi ve dağılımda bozulmalar yaşandı. Daha fazla kâr elde ediliyor ama işçinin payı artmıyor. Refah sürecinde yaratılan -zımni de olsa- sınıfsal mutabakat, 2000’lerde tek taraflı biçimde ortadan kaldırıldı. Dünyada kâr oranları azalıyor, emeğin üzerindeki baskı artıyor. Bugün grev yapmak neredeyse imkânsız. Örgütlenseniz bile hakkınızı arayacak elinizde doğru dürüst bir silah yok. Kaldı ki işçi sınıfının da refah toplumu içindeki işçi sınıfı olarak tanımlanması çok zor. Üretimin giderek parçalanıp dağıtılması, taşeronlaşma, bunların kamu hizmetinin minimuma indirilmesi, sağlığın ve eğitimin giderek finansallaşması gelir dağılımında bozulma ve giderek yoksullaşmaya yol açıyor. Bu durumda borçlanma başlıyor. Borçlanan insan da hareket edemez hale geliyor.

PLAZA ÇALIŞANI HABERSİZ

Bir maaşı olan plaza çalışanı, profesyoneller de borçlu. Her borçlu yoksul sayılır mı?

Bugün en geniş sınıf ‘beyaz yakalı sınıf’ oldu. Hizmet sektörünün de büyümesiyle artık fabrikada işçi değil, beyaz yakalı. Ama o da işçi. İşyerinde köleleştirilmiş ama bunun farkında değil. Yoksul ama yoksul olduğunun da farkında değil. Harcama kapasitesi var. Kredi kartıyla borçlanıyor. Akşam çıkıp bir yerlerde yemek yiyebiliyor, mağazaya gidip alışveriş yapıyor. Kendine hayali kariyer basamakları yaratıyor. Ama borçluluktan asla kurtulamıyor. Çünkü kendisine ait olmayan parayı harcama halinden kurtulamıyor. Geçen birisi yazmıştı: “Benim tamamen parasız olmam için bile 20 bin TL gerekiyor” diye. Sıfırlanmak bile parasız mümkün değil yani. İnsanların cebinde para olması, kredi kartında limit olması, krediyi ödüyor olması yoksulluğu fakirliği kendilerinden gizliyor.

İyi bir restoranda yemek yiyebildiğinizde yoksul sayılmıyor musunuz?
Yoksul da hissetmiyor. Bir kere kendini farklı bir sınıfta sanıyor. Ama işçi ve borçlu. Tabii burada “Havuç” meselesi var. Sürekli olarak kazanmaya programlanıyor. İşte şunu yapacağım, sonra şu olacağım vs. Neoliberal politikanın özünde hep kazanan birilerini göstermek var ya. Basında da yapılır. İşte Bill Gates çok çalıştı bunu yaptı. Zuckerberg ya da Steve Jobs olabilirsin. İyi de Zuckerberg gibi binlerce insan bunu denedi, battı, kayboldu, yok oldu. Her yıl binlerce “startup” kuruluyor ve büyük bölümü batıyor. Karşımızda hep havuçlar var. İşletme okulunda, ekonomi bölümünde verilen eğitim de böyle: “Nasıl inovasyon yaparsın, ona nasıl melek yatırımcı bulursun, nasıl startup kurarsın?” gibi. Bu havuç herkesi sistemin kulvarına sokuyor. Koyunları çitin içine itmek gibi. Kendini kurtaran kaç kişi? Yüzde yarım bile değil.

ESKİ UZLAŞIYA DÖNÜLEMEZ

Ne olacak peki? Böyle borçlu, ölümle yaşam arası gidip gelecek mi insanlar? Oyun bir yerde bitmeyecek mi?

Bugün liberal iktisatçılar, dünya nasıl büyüyecek sorusunu tartışıyor. Daron Acemoğlu gibi isimler var. “Neoliberal sistem bitti. İnsanların kurumlara güveni kalmadı. Katılımcı mekanizmaların sonunu getirdi. Bu da verimsizliğe yol açtı. Sistem şimdi kendini büyütemez durumda” diyor. Sözleri ses getiriyor, Nobel’i alacak isim gözüyle bakılıyor! Evet, sistem bitti ama eski refah toplumu dönemindeki uzlaşıya dönme imkânımız yok. Çünkü bütün örgütler dağıldı, bütün mekanizmalar dağıldı. Sermaye yeni bir yol arıyor şimdi. Biz sermayenin arayıp bulduğu yoldan mı gideceğiz yoksa kendimize yeni bir yol mu yapacağız? Bu tartışılmalı. En geniş anlamda insandan, emekten yana olan, sol diyebileceğimiz kesim ne yapacak? Bu yol zaten sermaye tarafından tek taraflı lağvedilmiş bir yol. Biz neden o yola tekrar girelim? Aynı şeyi yapıp farklı sonuç beklemek anlamına gelmez mi bu? O zaman yapılması gereken yeni bir yol bulmak.

Üniversiteliler barınma sorunu yaşıyor. Gençlere hücreye benzer ‘oda’nın bin liranın üstünde kiralık diye sunulduğunu görüyoruz. Güney Kore’de de yoksulluk meselesi denilince hücre gibi “Goshivon” denilen odalar akla geliyor. Bizde de durum öyle mi olacak?
2008 krizi sonrası piyasaya öyle çok para verildi ki. Paranın gittiği yerlerden biri, gayrimenkul oldu. Bu fiyatları ve kiraları etkiledi. Siz TL olarak para kazanıyorsunuz ama birileri gelip, ülkenizde dolar, euro cinsinden ev almaya başlıyor. Bir de “kentsel dönüşüm” var. Toprak bir meta olamaz. Yeterince konut var, fazlası var.