Aslına bakılacak olursa yine bir Fatih Terim yazısı yazmanın çok anlamı var mı emin değilim.

Aslına bakılacak olursa yine bir Fatih Terim yazısı yazmanın çok anlamı var mı emin değilim. Sonuçta olan biten hep aynı.

Terim, Çek Cumhuriyeti karşılaşması öncesi basın toplantısında, şu günlerde siyasetçilerin sıkça başvurduğu bir dille, başta spor medyası olmak üzere kendisini eleştirenleri üstü kapalı bir biçimde tehdit ediyor. Tıpkı hep yaptığı gibi...

Emin değilim, çünkü dönüp dolaşıp son kertede aynı lafları tekrar etmiş oluyoruz. Ta ki, Terim bir sonraki eleştiri karşısında yeni bir sinir krizinin eşiğine gelene ve aynı davranışı bir kez daha sergileyene kadar.

Fakat aslında sorun başka bir yerde düğümleniyor. Terim basın mensuplarını hasta olmakla suçlarken, memleket menfaatlerine karşı davranışlarda bulunmakla itham ederken, genç yaşında şiddete uğramış bir futbolcusunu savunurken, ne yazık ki bizzat kendisi şiddetin dilini kullanmayı tercih ediyor.

Toplantıda, bir futbolcusunun babasıyla röportaj yaptığı için öfkelendiği Hürriyet Gazetesi’ne şu sözlerle çıkışıyor örneğin. “Türk halkıyla veya kendini Türk hisseden herkesle bazı şeyleri paylaşmak istiyorum. Logosunda başka yazıyor ama içinde yalanlar yazıyor.”

Fatih Terim’in pozitif bir anlam yükleyerek gazetenin içerisindeki kötü şeylerden ayırdığı ifade, Hürriyet’in logosunda yer alan, çok tartışılan ve artık oradan çıkarılması gereken “Türkiye Türklerindir” cümlesi.

Terim, logodaki bu ‘başarılı’ ifadenin aksine içeride, sadece Türklerin olan Türkiye’yi milli maç arifesinde ‘inciten’ yazılar yer almasından dertli.

Ve gelelim asıl çarpıcı kısma. Terim, konuşmasının devamında gazetecileri ‘hasta’ olmakla suçluyor.

Bakın neymiş bu hastalık:

“Sizde tuhaf bir hastalık var. Olmayanları tenzih ediyorum. 2008 maçından önce de anneleri konuşturdunuz. Şimdi de babaları konuşturuyorsunuz. Şimdi de bir babayı konuşturuyorsunuz. Arkadaşlar hani bu hepimizin milli takımıydı.”

Evet, gazetecilerimizin hastalığı oğluna milli takım kampında silah çekilen bir babanın o takımın teknik direktörüne, aynı şey kendisine yapılsa nasıl hissedeceğini sormasına izin vermeleriymiş.

Söz konusu hepimizin milli takımı olduğundan böyle röportajlar milli menfaatlerimiz adına yapılmamalıymış.

Aklıma Berkin Elvan’ın cenazesinin ardından dönemin başbakanı Erdoğan’ın Elvan’ın anne-babasına söyledikleri ve onun bu sözlerini haberleştiren medya organlarına attığı fırçalar geliyor.

Gülsüm Anne ve Sami Baba’nın konuşmasından Başbakanımız da derin bir rahatsızlık hissetmiş, gerek Elvan ailesine gerekse onların sözlerine geniş geniş yer veren medyaya ağzının payını vermişti.

• • •

Ne gereği var oysa, ölen çocukların annesine babasına hislerini sormaya?

Ne gereği var, oğluna milli takım kampında silah doğrultulan bir babanın hislerine kulak vermeye?

Hani hepimizin ülkesiydi bu? Hani hep beraber susacak, ölülerin, mağdurların sesini ülkenin büyük menfaatleri için elbirliğiyle hasıraltı edecektik?

Hani sözleşmiştik ya bunun için...

Niye anne, babaları konuşturuyorsunuz?

Niye hep böyle yapıyorsunuz?