Anne-kız ve derin benlik krizi
Burcu Eken’in yeni kitabı ‘Göbek Bağı’, hikâyesi iddialı bir otobiyografik roman. Romanın etkileyici konusu anne-kız ilişkisi için Eken, “Anne-kız ilişkisi en basit tabirle her iki taraf için de derin bir benlik krizidir” diyor.

Meryem GÜLTABAK
Bazı kitapların hikâyeleri insanı derinden etkiler, kimi kitaplarsa sade bir hikâyeyi öyle bir anlatır ki aklınızdan çıkaramazsınız. Ama bu ikisini bir arada bulmak genellikle zordur. ‘Hayatta Kalma 202’ ve ‘Ne Geceydi’ podcastlerinin sunucusu, nam-ı diğer ‘Kara Şimşek’ Burcu Eken’in dördüncü kitabı, Edisyon Kitap’tan çıkan ‘Göbek Bağı’, hikâyesi iddialı bir otobiyografik roman. Ama sadece o kadar değil. ‘Göbek Bağı’; Eken’in kara mizahi bakış açısı, yaratıcı anlatıcı kullanımı ve fona sığdırdığı 90’lardan 2000’lere Türkiye gece hayatı tarihi ile hem biçim hem de içerik olarak okuyanı etkileyen bir kitap.

Burcu Eken
Edisyon Kitap, 2024
Romanın etkileyici konusu anne-kız ilişkisi ne olursa olsun hep zorlu ve farklı. Kitabı annene ve tüm annelere ve kızlarına ithaf etmişsin. Bu ilişkiyi biricik, ayrı ve özel kılan ne?
Anne-kız ilişkisi aynı madalyonun tersi ve yüzü gibi. İçinde türlü zıtlıkları ve benzerlikleri eş zamanlı barındıran, aşırı kompleks, yoğun ve şizofreniye yatkın bir diyalog hali. Genellikle kız çocuğu annesine benzemek istemez, hatta dönüşmekten en çok korktuğu kişi annesidir. Anne ise ‘Seni ben doğurdum! Bana aitsin!’ diyerek çocuk üzerinde sürekli tahakküm kurmaya çalışır, bastırdığını zannettiği ne kadar çocukluk, gençlik travması varsa kızı büyümeye başladıkça canlanır, şiddetlenir. Çocuk, anneden bağımsız özgün bir kimlik edinebilmek için yorucu bir çatışma halindedir doğmakla kurtulamadığı, boğazını sıkan göbek bağıyla, anne kızı üzerinden kendi yitik gençliğiyle çetrefilli bir hesaplaşma içine girer. Anne-kız ilişkisi en basit tabirle her iki taraf için de derin bir benlik krizidir.
“Evet, benim bütün derdim seninle. Çünkü sen beni doğurdun ama öldükten sonra seni doğurmak meselesi bana düştü, kaybolmaman için” diyerek kitapta ipucu veriyorsun. Neden bu kitabı yazmak istedin?
Bu hikâyeyi anlatmak yıllardır en büyük derdimdi. Öyle ki yakın arkadaşlarıma ‘Umarım bu kitabı yazmadan ölmem!’ diyordum. Bir taraftan zaman hızla geçiyor ve çok istememe rağmen masanın başına oturup tek cümle yazamıyordum, olmuyordu. Annem öldüğünde ‘Tamam buraya kadar, bu kitabı artık yazmak zorundasın!’ dedim kendime, sona gelmiştik. Çünkü ben de ölürsem onun ve hikâyemizin sanki hiç var olmamış gibi kaybolacağı gerçeği en basit tabirle beni rahatsız ediyor, ‘o sert yokluk hissi’ saplantılı şekilde bana musallat oluyor, peşimi bırakmıyordu. Hem ona gerçek bir hayat verebilmek, hem de kendimi ondan özgür kılabilmek; gerçek bir yazar ve gerçek bir insan olabilmek için bu kitabı istesem de istemesem de yazmak zorundaydım.
‘Göbek Bağı’nı önceki romanın ‘Doggy Cin Blues’ ile ayrı düşünemiyorum. Sanki Doggy, Göbek Bağı’nın erken yazılmış devam kitabı gibi. Ne dersin? Önceki iki kitabın ‘Yaşam Hastası’ ve ‘Vızıltı Çağı’nı da sorayım.
Öyle planlamadım ama öyle oldu. ‘Doggy Cin Blues’u yazarken annem hayattaydı ve bize dair bir kitap yazmayı düşünüyordum. Ama yazım sürecinde olaylar bambaşka gelişti ve ortaya ancak en uçuk düşlerimde yazdığımı hayal edebileceğim türden bir kitap çıktı. ‘Yaşam Hastası’ ve ‘Vızıltı Çağı’na gelince. En çiğ halimin belgeleri olmaları açısından değerliler.
‘Göbek Bağı’ bir anne-kız anlatısı olmasının yanı sıra bir büyüme hikâyesi aynı zamanda. Anlatıcı karakter Duygu’nun hayatı zor ve çalkantılı ama kendine özgü kara mizahını kaybetmiyor.
Mizah çok güçlü bir savunma mekanizması. Duygu, kendini güldürmeyi başaramazsa hayatta kalamayacağını çok erken yaşta fark ediyor. Annesinin ona ‘Ben seni ağlaman için dünyaya getirmedim!’ sözü içine işliyor ve ağlayarak hayatın geçmeyeceğini çocukken anlıyor. Başka ruh halleri ve olasılıkların peşine düşmeyi alışkanlık ediniyor ve her şeyi kara mizahi tarafından gördüğü bir bakış açısı geliştiriyor. Tüm o arabeskin, şiddetin, karanlığın ortasındayken bile annesinin pes etmemesi, hayata karşı bitmeyen heyecanı ve umutlu tavrı onu da etkiliyor.
Yazarken teknik detaylara dikkat ediyor musun? Nasıl yazıyorsun?
Kitap yazma sürecinde ne anlattığım kadar nasıl anlattığım da benim için hayati. Şimdiki zamanda ve birinci tekil şahıs kullanarak yazmayı seviyorum. ‘Göbek Bağı’nda da bunu tercih ettim ve ön plana çıkardım. Bu tekniği kullanmak bıçak sırtında yürümek gibiydi, dilin canlılığına sürekli ayak uydurmak ve yazdığın her cümleye karşı uyanık olmayı gerektiriyor. İçinde bulunduğum yazma zamanının şimdi’sinden, ölü annemin liseli bir bakire olduğu günlerin şimdi’sine gitmek ve rahme düştüğüm gün de dâhil olmak üzere yazar mesafemi koruyarak olanı biteni sonsuz bir şimdi hattı boyunca anlatmak çok zordu.
Göbek bağı kesildiğine göre, gelecekte neler var?
Yeni kitabın yazım sürecindeyim. Hep dediğim gibi: “Deri ceket şehirde dolaşmaya devam ediyor hayatım.”