Çocuk ağlıyor. Derken anne bir gün bir şey keşfediyor. Tablette güzel bir çizgi film açıp çocuğun önüne koyuyor. Çocuk transa geçmiş gibi o parlak, ışıltılı, sesler çıkartan sihirli kutuya baka kalıyor! Ne ağlıyor ne anne babasına ses ediyor

Anne mutlu, baba mutlu, çocuk mutlu…

2000’li yılların başında doğan çocuklar teknolojinin içine doğru. Bunu herkes biliyor ancak teknolojiyle harmanlanmış bu çocuklar ve aileleri çok ciddi sorunlarla mücadele ediyor. Bundan pek kimsenin haberi yok. Etrafınızda, ailenizde eminim şahit olduğunuz ve daha öncesinden alışık olmadığınız bambaşka sorunlar ile mücadele ediyor bu insanlar. Çocukların durumu da çok zor gerçekten. Onlar neden bu kadar tepki çektiklerini anlamıyor, aileler neden çocuklarının bir türlü (kendilerince) normalleşemediklerini anlamıyor. Hal böyle olunca irili ufaklı çatışmalar derken evde de gençlerimizde de huzur, keyif kalmıyor. Sorun ev içinde, aile arasında çözülemeyince akla tabi ki ilk olarak danışmanlardan destek almak geliyor.

PEKİ KİM HAKLI?

Aslında herkes haklı diyebiliriz. İçine doğduğu dünya ve onun getirdiklerinden başkasını görmeyen gençler neden tepki çektiklerini anlayamıyor. Kendi normallerinin doğruluğuna inanan ebeveynler çocuklarının neden bu kadar basit konularda bile istedikleri noktaya gelmediklerini anlamıyor. Hâlbuki çocuklar telefonlarla sosyalleşilen, bambaşka modaları olan normal yaşamdan çok daha renkli ve hareketli bir dünyada büyüdükleri için ona göre hayatlarını yaşamak istiyor. Yetişkinler ise hem eskiyi bildikleri hem de yeni teknolojik dünya gözlerinin önünde evirildiği için normal olarak panik yapıyor, endişe duyuyor.

Bu yüksek teknolojinin hayatımıza çok hızlı sızmış olması kolay kolay sindirilebilecek bir durum değil doğru. İlk kez yaşanmasından kaynaklı neyi nasıl yapmamız gerektiğini anlamaya, çözmeye kendimiz mücadele ederken gençleri ıskaladık, bunu kabul edelim. Onlarda kendi kendilerine yollarını bulmaya ve yeni dünyanın onlara sunduğu şeyleri tüketmeye mecbur kaldılar. Biz kendimize bakmaktan onlara yol göstermeyi beceremedik. Yolun neresi olduğunu biz bilmiyorduk ki neyi gösterelim! Düşünsenize çocuk evde emeklemeye dünyayı tanımaya çalıştığı anlarda evdeki resim şuydu;

Çocuk yerde emekler ve kafasını kaldırır, televizyon salonun ortasında açık ama kimse ona bakmıyor. Annesi, babası dokunmatik ekranlı pırıl pırıl ışıklar saçan, sesler çıkartan bir şeye bakmaktan kendini alamıyor. O’na bakarken gülüyor, eğleniyor, birbirlerine bir şeyler gösterip kahkaha atıyor. Tabii oyun oynamak isteyen çocuk annesinin babasının paçasına yapışıyor çekiyor, ağlıyor, dikkatlerini çekmeye çalışıyor. Anne baba yeni oyuncaklarıyla o kadar mutlu ki dönüp çocuğa bakmak işlerine gelmiyor.

Aradan bir süre daha geçtikten sonra eve tablet diye bir şey geliyor. Yine anne baba ona bakarak bir şeyler seyrediyor, gülüp eğleniyor! Çocuk ağlıyor, sızlıyor takla atıyor. Derken anne bir gün bir şey keşfediyor. Tablette güzel bir çizgi film açıp çocuğun önüne koyuyor. Çocuk transa geçmiş gibi o parlak, ışıltılı, sesler çıkartan sihirli kutuya baka kalıyor! Ne ağlıyor ne anne babasına ses ediyor.

Anne mutlu, baba mutlu,
çocuk mutlu…

Hepsi ekranlarına baka baka mutlu mesut bir dönem geçiyor. Sonra anne, baba sürekli fotoğraflar çekmeye ve arkadaşlarına göndermeye, arkadaşlarından gelen fotoğraflara bakmaya başlıyor. Çocuk artık ayaklanmış, okula gitmeye başlamış ve birey olmak adına ilk adımlarını atmış durumda. Okulda bir arkadaşında babasında olan bir telefonun aynısını görüyor. Eve dönüyor ve akşam geçiyor anne babasının karşısına benim neden telefonum yok diyor! Anne baba birbirine bakıyor ve biraz direnseler de evet aslında ona da bir telefon alsak hiç fena olmaz diyor. Telefon alınıyor.

Anne mutlu, baba mutlu,
çocuk mutlu…

Anne, baba ve arkadaşları artık eskisi gibi sosyalleşemediklerinden, muhabbet edemediklerinden yakınmaya, yaşadıkları bu sürecin yanlış olduğuna kanaat getiriyor. Tabi hepsi değil. Bazı anne ve babalar ve arkadaşları aynen devam etmeye kararlılar, o dünya belli ki çok hoşlarına gitmiş ve içinden çıkmak istemiyor. Belki çok yalnızlar... Neyse bizim 2000’li artık yetişkin olmak üzere ergenliğinin sonlarına yaklaşıyor…

Tek bildiği dünya teknolojinin hayatının odağında olduğu dünya... Ancak ailesi bir şeylerin ters gittiğini, sadece sanal bir âlemde bu hayatın geçmeyeceğini fark ettiği için gençle konuşmaya, teknolojik dünyasından onu kopartmaya çalışıyor. Çocuk ait olduğu tek dünyanın orası olduğuna o kadar inanmış ki tabi ki bu çok kolay olmuyor. Çatışmalar, kavgalar, meydan okumalar havalarda uçuşuyor. Aile bu işin içinden belli ki çıkamayacağız destek almamız lazım diyor.

NE YAPSAK? PSİKOLOG MU BULSAK?

Aile bu konuda en iyi kimdir araştırmasına giriyor…

Ergen psikologu xxxx’den randevu alınıyor ve ailecek gidiliyor. Herkes anlatıyor, psikolog dinliyor. Bir şeyler söylüyor aile denemeye başlıyor, ergen deniyor ama olmuyor. Yeni bir psikolog derken çeşitli testler, çeşitli ilaçlar vs. her şey deneniyor.

Olmuyor… (olanlar da çıkmıştır elbet)

Neden olmuyor biliyor musunuz? Tıpkı ailemiz gibi psikologlarında yüzde 90 bu jenerasyonla ve yeni dünyanın sorunlarıyla doğal olarak ilk kez karşılaşıyor. Anne, babadan neredeyse hiçbir farkı yok. Eğitimini aldığı, bunca yıldır gördüğü vakalardan edindiği tecrübe ve bilgiyle yaklaştığı bu durum karşısında gerçekten o da çaresiz.

Bu da bir süreç, maalesef bu dönüşümün tam ortasına denk gelen bir jenerasyonuz. Hem çocuklarımız hem kendimiz hem de tıp çaresiz bu süreci geçirmek zorundayız. Sabırla ve dikkatle büyükler olarak sorumluluk bilincimizle bu geçişi tamamlayacağız. Anne, baba, dede, anneanne, babaanne, teyze, hala, dayı ve çocuklarımız için herkese sabır ve sağduyu gerekiyor. Kabul ediyorum onları anlamak, garipsememek kolay değil. Umarım bu ilk neslin sonrasında gelenler için bu kadar ağır şartlar olmaz. Ders alarak ilerlersek bu sorunlarında üstesinden gelebiliriz.