Cumartesi Anneleri, 27 Mayıs 1995’ten bu yana her Cumartesi günü Galatasaray Meydanı’nda meclisi tanımlıyorlar ve uyguluyorlar.

Meclis sadece parlamento değildir ki.

Bir araya gelmiş kimseler topluluğudur, meclis; bir araya gelmiş Cumartesi Anneleri’dir. Bir konuyu konuşmak veya görüşmek için yapılan toplantıdır, meclis; Cumartesi Anneleri’nin konusu kayıp evlatlarıdır. Bu toplantının yapıldığı yerdir, meclis; Galatasaray Meydanı’dır. Ve dostlar toplantısıdır, meclis; Cumartesi Anneleri dostluktan öte, gözaltında kaybolan yakınlarını ve faili meçhul siyasi cinayetlere kurban giden yakınlarının faillerini arayan can yoldaşlarından oluşan bir meclistir. Artık Cumartesi Anneleri olunmasın diye cumartesi anneleri olanlardır.

Ankara’daki Meclis’i fiilen kadük hale getirdiler ama o Cumartesi Meclisi’ni dağıtamadılar, dağıtamazlar, gelecek hafta 701. celsesi yine toplanacak.

Muhalefet örgütlenmesi olarak Meclis deyip duruyoruz. İşte yıllardır devam eden bir meclisleşme örneği de budur.

Demek ki muhalefet düzleminde meclis tipi örgütlenmeyi fetişleştirmek ve bu yüzden bir türlü gerçekleştirememek kabul edilemez. Çünkü hayatın içinde Cumartesi Anneleri dâhil birçok karşılığı olabilir.

Sonuçta elbette hedeflenen Sovyet misali bir muhalefet meclisidir, ama şimdi asıl olan meclisleşme sürecidir, hayatın her alanında irili ufaklı, farklı bileşenli ve amaçlı bir araya gelmelerdir.

Evet, Meclis öncelikle bir araya gelmektir. Birlikte karar vermektir. Kolektif akıl ile hareket etmektir. Ve mevcut koşullarda tek çaredir. Haberlerdeki gibi “adını vermek istemeyen bir yetkili” çareyi söylemeyecekse, çare Google’a bakıp öğrenilmeyecekse, kolektif akıl ve kolektif karşı koyuşu o meclislerde cisimleştirmek elbette tek çaredir.

Üstelik Meclis memleketin şu halinde can havliyle de bir araya gelmektir. Yitirdikleri canlarının havliyle anneler de hep bir araya gelmiyorlar mı? Üstelik can havliyle olunca, karmaşık işlemler ve süreçler gibi görünen meclisleşme çabası da basitleşir mecburen. İnsan normalde doğal gücünün yüzde 55’ini kullanır, düzenli antrenmanla yüzde 75’e çıkabilir, yüzde 100’ünü kullanabilmesi içinse ölüm korkusu gerekirmiş! Ölüm kalım ülkesindeki muhalefete de lamı cimi yok, böyle performans gerekiyor zaten.

(Yeni rejimde artık Ankara’da Meclis fiilen yok ama yine meclis kelimesiyle aynı kökten gelen Cülus var! Cülus, Saray’daki tahta oturma demektir. Ve bir de cülus bahşişi vardır ki yeni padişah tarafından askerler ve memurlara verilen hediyedir. Şimdi elbette mutlak biat şartıyla tüm yandaşlara dağıtılıyor cülus. Örneğin Korkut Boratav hocamızın Pazar Eki’ndeki “‘Lütuf Düzeni’ ve Kriz” başlıklı mükemmel yazısı da aslında bu Cülus Düzeni’ni anlatıyor.)

Tek Adam rejiminin evrensel adı olan faşizmin tekliği-birliği, ibret verici bir kökene sahiptir. Faşizm kavramı, Latince fascis kelimesinden türetilmiştir. Fascis, antik Roma döneminde (mesela içişleri bakanı gibi) yüksek devlet adamları önünde yürüyen baltacıların taşıdığı, sımsıkı bağlanmış sopaların ucunda baltanın yer aldığı bir demettir, kafa kesmekte kullanılır elbette ve mutlaka o dönem anneler de böyle katledilmiştir. Mussolini de, 1919’da Milano’da Cumhur İttifakı değil de Faşist Mücadele Birliklerinin İttifakı’nı (Fascio di Combattimento) kurmuş ve faşizm milyonlarca kafa kesmek için böyle ortaya çıkmaya başlamıştı nitekim. Günümüzde annelere karşı fascis yerine biber gazı ve polis copu kullanmak ise aslında antik Roma’dan beter bir vahşettir!

İşte Tek Adam etrafında fascis şeklinde böyle bir teklik, yani milli birlik zorunluyken, faşizmin tekliğine karşı muhalif meclislerinin çoğulculuğu ve çokluğudur fiili demokrasi. Cumartesi Anneleri şunu da öğretiyor: Muhalefet bakımından gereken tek beden olmak değil birleşik olmaktır, farklı bedenlerin farklılıklarıyla muhalefeti birleşik kılmak hayati bir öneme sahiptir. Ve Cumartesi Anneleri daha ötesini gösteriyor: Muhalefet hareketi sadece siyasi zeminden hareket ederse, sosyal, kültürel boyutundan yoksun kalırsa kalıcı olamaz, etkili olamaz. Direniş ve dayanışma da Cumartesi Anneleri Meclisi’nin olmazsa olmaz ikili özelliğidir.

Ve faşizm şimdi onları bir ada gibi tecrit etmek istiyor. Muhalefet meclisleri de başlangıçta birer muhalefet adası olacaktır, sığınılacak ve güç biriktirilecek birer ada… Mahir Çayan’ın dediği gibi bu yüzden de birer “Adalıyız”.

Devrimci muhalefet olarak kendimizi bir ada gibi ‘yalnız’ hissedebiliriz ve lakin şöyle bir düşünelim: Her ada suyun altındaki bir dağın zirvesi değil midir?