Çocuklar yanarak öldüler. O çocukların otopsi raporunu okuyacak olan yakınlarına ecir sabır diliyorum. Ben bir tanesini okumuştum çünkü. Çocuktu. Yaktılar. Bildiğiniz yaktılar. O yanmadan iki gün önce çekildiğimiz fotoğrafa baktığımda o satırlar geliyor aklıma: “Ölüm sebebi yüzde 50’den fazla 1. ve 2. derecede yanık ve zehirli gazın solunumu sonucunda karbonmonoksit zehirlenmesi”. Bu çocukların ailelerinin de aklına gelecek bu satırlar. Kazınacak. Yalnızca onların değil onlarla birlikte annelerin ve babaların da nasıl günden güne yandığını, eriyip bittiğini görecek buna şahit olanlar. Çocuğunu toprağa vermenin anlamını ve acısını dünyadaki hiçbir anlam ve acının karşılayabileceğini düşünmüyorum ben. Bencilce gelecektir elbet ama her anne babaya çocuğundan önce ölmek nasip olsun diyorum. Bir kapının, pencerenin açılabilmesi için umutla bekleyen ve birbirlerine sarılıp oracıkta teker teker ölenleri ben bir yerden daha hatırlıyorum. Çocuğundan önce ölenleri, babasını toprağa verenleri, çaresizlik içinde yaşayan birer ölü gibi dünyadan göçüp gidenleri.

Ayrıdır elbet. İhmal ve kasıt birbirleri içerisine girmiş, birbirlerini teğet geçmiş, birisi öbürünü önceler olmuştur. Ayrıdır nedenleri, olan şeyler. Ancak aynı olan ikisinde de bu ülkede adaletin gelmeyeceği, gelmeye çalışan adaletin taşla, sopayla kovalanacağıdır. Dünyada adalet yok görüyorum. O yalnızca birilerinin düşü. Adalet yok ama sarıldığımız, medet umduğumuz bir utanma vardı bir yerlerde. O da kalmadı. Ya da biraz vicdan -ki vicdan aklın kalbidir- o da terk etti bizi. Konya’da 2008 yılında kaçak Kuran kursu çöküp 18 çocuğun enkazın altında can verdiği nasıl unutturulduysa, bu da unutturulacak. Dava zamana yayılacak, aileler ikna edilecek. Belki tek bir şikâyet bile gelmeyecek –ki Konya’da ancak iki yıl sonra bir aile şikâyette bulunmuştu-. Ölmüş çocuklar üzerinden pazarlıklar yapılacak. Yine cennet, yine kader sokulacak devreye. Yoksulun ve kimsesizin dışında kimseye uğramayan ölümler cennet ve kaderle süslenecek. Zenginin ölümüyle yoksulun ölümü bile başka başka nedenlerden olmaya devam edecek.

Oysa hani İsa’nın ne dediği yazıyordu İncil’de: “Devenin iğne deliğinden geçmesi, zenginin Tanrı Egemenliği’ne girmesinden daha kolaydır.” Ve Hz. Muhammed’in Mekke’nin fetih gününde yanına korkuyla yaklaşan bir adama şunu söylediği rivayet edilmemiş miydi: “Titremene lüzum yok, ben kral değilim. Kureyşli kuru et yiyen bir kadının oğluyum ben.”

Havada uçuşan, dillerden dillere dolaşan bütün bu sözlere, vicdana ve akla rağmen çocuklar göz göre göre yanıyor ve adalet dediğiniz şey bu olayın yanında dünyanın en anlamsız kelimesi kalıyorsa, bir yerde hata olduğunu söyleyin çekinmeden. Söyleyin artık küfrün içinden imanı çekebilelim diye.

Kalp bu. Kolay unutmuyor. Nerede yangın ve duman, orada o kötü görüntüler geliyor aklıma hâlâ. Akıl bu. Kolay kabullenmiyor. Nerede bir çocuk ölüyor, aklıma bir devletin gözü ve gözetimi altındaki bağrışmalar geliyor. O çocukların mezarları anne ve babalarının kalpleri, akılları ve hatıralarıdır. Onların yattıkları yerde rahat uyuyup uyumayacakları o kalplerin, o akılların ve o hatıraların elindedir. Çocuklarını öldürenlerin, sebep olanların, izleyenlerin, görüp de görmezden gelenlerin, buna yol açanların yakalarına yapışacak ellerindedir adalet.

Anneler ölmeden çocukları ölmeyecektir bilirim.

“Ölüm sebebi yüzde 50’den fazla 1. ve 2. derecede yanık ve zehirli gazın solunumu sonucunda karbonmonoksit zehirlenmesi” yazan devlet imzalı raporu hiç unutmadım ben. İnsan bu. Nerede bir yangın, bir canın nefesi kesiliyor, insanın canı kendisi yanmış gibi acıyor. Adalet ‘olan’ değil, uğruna bedel ödenen bir şey biliyorum. O nedenle diyorum: Anneler susarsa bir kez daha ölecek o çocuklar.

Çünkü ben dünyayı, hâlâ, kardeşini katleden ve kimseleri umursamayan Kabil’in çocuklarının yönettiğine inanıyorum.