Çocuk yaşta evlendirilmiş anneye veya nineye sahip kadınların sesi, bizlere güç olsun, belleğimizi tazelesin. Kim olduğumuzu hatırlatsın diye o kadınların hikâyelerine kulak verdik

'Annemin yaşayamadığı çocukluğu oldum'

SENA ÖZCANLI

Kadınların geçmişlerine, kendi tarihlerine yönelik belleği git gide berraklaştırıdığında, siyasal aktörlerin ve toplumsal dinamiklerin dengesinin ezberi bozulmaya başladı. Bununla birlikte 20 yıllık AKP iktidarının, toplumsal konsolidasyonu sağlamak için en büyük ideolojik silahlarından biri ‘hafıza yıkama’ oldu. Gücünü sadece bugünün donanımından değil, geçmişin deneyiminden aldığının belki de en iyi örneği olan feminist hareket, bu ‘hafıza yıkıcı’ müdahalelerin en başından beri hedefi oldu. AKP iktidarının 2016 yılından beri, kız çocuklarının 13 yaşından itibaren cinsel saldırıya ve zorla evlilik şiddetine maruz bırakılmasının yasal zeminini hazırlamaya çalışması bunlardan biri. 12-17 yaş arası kız çocuklarının doğurmak için ideal yaş ve bedene sahip ‘süper kadınlar’ olduğunu söyleyerek onları cinsel saldırıya açık kılan, çocuk yaşta evliliği meşrulaştıran zihniyetinse iktidardan cesaret aldığı apaçık ortada. Geçmiş, büyük annelerimizin yaşadığı deneyimlerden örülü bir pelerin gibi sırtımıza giydirildi. Öyleyse erkekler referanslarını dini, geleneksel, anti-bilimsel açıdan istedikleri yere konumlandıradursun; referansımızı hakları gasp edilmiş, bir zamanlar çocuk olan, ninelerimizden aldığımız eli başka kuşak kadınlarla buluşturmaya kuralım; çocuk yaşta evlendirilmiş anneye veya nineye sahip kadınların sesi, kadın düşmanlarının karşısında bizlere güç olsun, belleğimizi tazelesin, kim olduğumuzu hatırlatsın diye o kadınların hikâyelerine kulak verelim…

İlk olarak şimdi 27 yaşında olan, 14 yaşındayken kendisini bir erkeğin ‘karısı’ olarak bulduğunu ifade eden Canan ile konuşuyoruz.

'ÇOCUK BEDENİMDEN ÇOCUĞUMU ÇIKARDIM'

“15 yaşındayken çocuk bedenimden çocuğumu çıkardım. Yaşadıklarım yargıya yansıdı ancak 16 yaşıma girince mahkeme kararı ile yapılan resmi evlilik, devlet onayı ile beni sesimin olmadığı bir hayata yeniden mahkûm etti. Kadındım ben, yaşamına yön veremeyecek olandım. 17 yaşına geldiğimde, boyun eğmemeye karar verdim. Eğitimime devam edecektim. Boşanacak, kendime ait bir hayat kuracak, oğlumu da alıp kendimi yeniden doğuracaktım” diye başlıyor sözlerine.

Canan ailesinin yanına döndüğünde başına gelenleri ve eski eşinin intiharının ona hissettirdiklerini ise şu sözlerle ifade ediyor:annemin-yasayamadigi-cocuklugu-oldum-737470-1.

“Ayrılmak istediğim erkeğin benim kocam olduğunu, gelinliğimle girdiğim evden kefenimle çıkmam gerektiğini söylediler. Ancak annem direndi, beni ölüme göndermedi. 10 sene evvel, bir telefon geldi. Asmış kendini. Tuhaf bir histi. Özgürdüm, ölmüştü. Ancak kocamdı, ölmüştü. Ağladım, kendime ağladım, benimle aynı hikâyeden geçen bütün kadınlara ağladım.

Canan henüz 17 yaşında verdiği varlık savaşını ve yasalarla tanışma serüvenini anlatarak sonlandırıyor sözlerini

"O ölmeden bir gün evvel reşit iken, ölünce 17 yaşında olduğum için bir banka hesabı bile açamadım mesela tek başıma. Çocuğumun velayeti problem oldu çünkü çocuktum. Oğlum devlet korumasına alındı, ben hayatta kalma savaşı verdim. Tek hayalim üniversiteye gitmekti. Yaptım. Yetmedi, yüksek lisanımı yaptım. Bugünlerde doktora başvurusu için hazırlanıyorum. Oğlumu, 5 yıl önce devlet korumasını kaldırıp velayetime verdiler. Üniversite yıllarımda çok mücadele ettim, ancak öğrenci olmamı bahane edip hep geri çevirdiler beni. Her şey arkamda kaldı, ben hep yürüdüm” şeklinde ifade ediyor. Canan artık tek derdinin kendisi ile aynı süreçleri yaşamış kadınlara temas etmek olduğunu vurgulayarak sonlandırıyor sözlerini: “Tek derdim, benim kadar şanslı olamayıp hayatta kalamayan kız kardeşlerim için yeni bir dünya yaratmak. İsyan ateşini büyükannelerimizden aldım, çocuğuma vereceğim güne kadar büyütmek için mücadele ediyorum. Kız kardeşlerim asla aklımdan çıkmıyor. Kimsenin aklından çıkmasın. Erken yaşta ve zorla evlilik münferit değil, sistematiktir"

‘ANNEMİ DELİRDİ DEYİP MEZARLIĞA BAĞLAMIŞLAR’annemin-yasayamadigi-cocuklugu-oldum-737471-1.

Canan’ın ardından Deniz’le konuşuyoruz. Birbirilerini hiç görmeden evlendirildiklerinde annesi henüz 14 babası ise 24 yaşında olan Deniz, annesinin hikayesini şöyle anlatıyor:

“Annem zaten 14 yaşında bir çocuk. Yaşadıklarını hayatı boyunca unutamamış. O zamanlarda yaşadığı şeyler yüzünden delirmiş ve anneannem tarafından mezarlığa bağlanmış, bu şekilde düzeleceğini düşünmüşler. Çok eziyet etmişler. Annem altı çocuk doğurmuş; abim, ablam ve ben hayattayız. Ölen çocuklarının mezarını bile bilmiyor. Benim hayatım ise annemin yaşadığı zorluklara ortak olmakla, göremediklerimi dinlemekle geçti. Annem hep babamdan boşanmanın yollarını aradı. ‘Namusumuzu kirletme’, ‘boşanmak günah’ laflarını dinlemedi ve başardı. Uzak bir şehre gitti, bizi de yanına aldı. Kendi yaşadığı hiçbir şeyi yaşatmadı bana. Beni hep özgür, kendi kararlarını veren bir kadın olarak yetiştirdi. Ben de annemin yaşayamadığı çocukluğu oldum, onunla her şeyi yaptık birlikte. Şu an annem mutlu ama kaybolan yılları asla geri gelmez.”

‘ÖPÜŞMEK DE NEYMİŞ?

Deniz’in ardından konuştuğumuz R.S. ise 15 yaşında evlendirilmiş ve hiçbir sevgi görmeden 4 çocuk büyütmüş babaannesinin hikayesini şöyle anlatıyor:

“Küçük yaşta ailesini kaybettiği için teyzesinin evinde büyümüş, çocuk yaşta da evlendirilmiş. Dedem gümrük memuru olduğundan çok tayini çıkardı, babaannem de gençliği boyunca kucağında çocuklarla oradan oraya sürüklenip durmuş. İşine ve tanıdıklarına çok düşkün olan dedem eve bol bol misafirle gelirmiş. Çoğu günler babaannemin yaptığı tek şey misafirlere hizmet etmek olurmuş. Dedem istediği olmayınca hep babaannem üzerinde fiziksel ve duygusal baskı kuran bir adamdı, çocuklarına söz geçiremese bile bunun suçlusu yine babaannem olurdu. Bu zor hayat onda sinir hastalığı ve panik atak oluşturmuş, gençliğinden beri sakinleştirici ilaçlar kullanır. Bize eskilerden bahsederken birçok kez o evden gitmeye karar verdiğini ama gidecek yeri olmadığı için vazgeçtiğini söylerdi. Bir akşam beraber televizyon izlerken dizide öpüşen, sarılan çiftlere rast geldik. İzlerken: "Öpüşmek de neymiş, ben dedenle böyle şeyler yaptığımızı hiç hatırlamam" demişti. Sanırım beni en çok üzen bu oldu…”

'GEBE KALAMADIĞI İÇİN KÖYDE ADINI KATIRA ÇIKARMIŞLAR'

Annesi ve babası kuzen olan ve çocuk yaşta evlendirilen 42 yaşındaki B.A. annesinin hikayesini şöyle anlatıyor:

“Annem çocukluğunu kardeşlerine bakıcılık yaparak ve ev işlerinde annesine yardım ederek geçirmiş. Oyun oynadığı çok ender zamanlar olduğunu söylerdi. Çocuk olmak ne demek, çocukluk nasıl geçirilir bilmezdi. Annem çocuk yaşta yaptığı evliliği bana bir kez anlattı. Ortaokuldan yeni mezun olmuştum. Üniveriste sınavını kazanamazsam ticaret lisesine gitmek istemiştim. Ama babam düz liseye göndermek istiyordu. Karşı çıktım ve babam bana ancak düz liseye gidersem kaydımı yaptıracağını söyledi. Bunun üzerine annem beni bir kenara çekti ve anlatmaya başladı.

“Annem ve babamın evlenmesi için karar veren aile büyükleri olmuş. Ne anneme ne de babama evlenmek isteyip istemediklerini soran olmuş. Annem aslında evlenmek istememiş. Bana, ‘Okumam yazmam bile yoktu. Köyde aile büyüklerine karşı çıkmak mümkün değildir' demişti. Bir çıkış yolu bulamadığı için evlenmiş. Gelin gittiği yer ise halasının evi aslında. Ama, ‘Ne halalığını ne de analığını gördüm. Bana zulmederdi. Evin ve tarlanın işi hep bendeydi. Daha çocuk sayılırdım. Adet düzenim yoktu. Adet olduktan sonra üç ay geçerdi ama ben yine adet olmazdım. Böyle olduğu için beni gebe sanırlardı ama sonra adet olunca gebe olmadığım anlaşılırdı. Gebe kalamadım diye babanı beni dövmesi için zorlarlardı ama o beni dövmezdi. Kayınpederim dövmek istediğinde de engel olurdu. Bir türlü gebe kalamadığım için köyde adımı katıra çıkarmışlardı. Çok üzüldüm, çok ağladım.’ diye anlatırdı. Askere gittikten sonra annem gebe kaldığını anlamış. Ağabeyim babam askerdeyken doğmuş. Annem ilk çocuğun erkek olmasından dolayı zulümden kurtulduğu için çok sevinmiş. En azından ona katır demekten vazgeçmişler. Günlük köy işleri devam ederken babam askerden dönmüş. Annem yeniden hamile kalmış. Bu kez en büyük ablam doğmuş. Ablam 3-4 yaşlarındayken de çocukken ölen ağabeyim doğmuş. O öldükten sonra doğan çocukları hep kız olduğu için yeniden erkek çocuk doğursun diye baskıya maruz kalmış. Bu baskıdan ancak köyden ilçeye taşınınca kurtulabilmiş.

B.A. Annesinin kendi yaşadıklarını kızlarına yaşatmamak için verdiği mücadeleyi şöyle anlatıyor; “Annem kız çocuklarının hiçbirini akrabalarıyla evlendirmek istemedi ve bunda da başarılı oldu. Hepimizi okula yolladı. Ben ve ablalarım üniversiteye bile gittik. Annem ve babam kızlarını okuttuğu için komünist ilan edildiler. Hatta onlara dinsiz diyenler de oluyordu. Annem bize "Koca her zaman bulunur, siz kendi paranızı kendiniz kazanın. Bunun için cahil kalmayın, okumanız şart" derdi. Anneme çok şey borçluyum.”

'EVİMİZDE NEŞE YERİNE ANNEMİN ÖFKESİ HİSSEDİLİRDİ'

Annesi 15 yaşındayken evlendirilmiş olan Canan, annesiyle çocukluğundan itibaren aralarında çatışmalı, onu mutlu edebilmek ve kendini sevdirebilmek için sürekli kendini ispatlatmak zorunda olduğu bir ilişkisi olduğunu söylüyor. Benzer bir sevgisizliğin izlerini Canan’ın annesinin hikayesini anlatırken görüyoruz; Anneannem, anneme hamileyken 18 yaşındaki erkek evladı ölüyor ve anneannem kendisini damdan atıyor, karnındaki çocukla birlikte öldürmek istiyor. Çünkü yedi kızın tek erkek kardeşinin ölmesi büyük bir felaket. 1950 senesinde yaşadıkları köyde oğulsuz olmak utanç nedeni, adeta lanet. Anneannem ölmüyor damdan atlayınca ve kırk gün sonra annem doğuyor. Annemin cinsiyetini gören halaları kapı önünde duran çalı süpürgesinin arkasına koyuyorlar ölmesi için. 18 yaşında bir yiğide dayandık el kadar kıza mı dayanamayacağız, diyerek. Annem bunu ağlayarak anlatırdı, defalarca dinledim bir Yunan tragedyası dinler gibi. Üzerine kar yağdığını, dudaklarının mosmor olduğunu, titrediğini anlatırdı annem, olayı görmüş gibi. Bunu dinleyen herkes ağlardı, çocuk ben de ağlardım bebek anneme. Dedem, onu bırakıldığı yerden almış ve diğer kızlarına emanet etmiş. Anneannem annemi emzirmemiş bile, oğlunu unuttu derler diye. Emziren kadınlar gelip süt vermiş anneme ve bebekliği böyle geçmiş.”

Annesinin bu yas içinde dünyaya geldiğini vurgulayan Canan, annesinin ve babasının 15 yaşında evlendirilmesi hakkında bildiklerini şöyle anlatıyor; Annemin geldiği evde, babam dışında babamın babası ve annesi, dedesi, iki kız ve iki erkek kardeşi daha yaşıyormuş. Yaşadıkları ev sadece iki odalı. [] Babamla birlikte odalarına çekildiklerinde kayısı çekirdekleri ile oyunlar oynarlarmış. Babamdan yana bir şikâyeti olmadı annemin, zira babam da bir çocuktu evlendirildiklerinde. Babamın ailesinden ise çok şikâyetçiydi. Çünkü evlendikten kısa bir süre sonra babam çalışmak için evden ayrılmış ve aylarca gelmemiş. Hiç tanımadığı bu kalabalık aile içinde zorluklar yaşamış annem, dedem şiddet uygulamış, babaannem nefretle yaklaşmış. Bir iki kez dışarı atmışlar annemi, karanlıkta, kerpiçlerin arasında ağlayarak sabahı beklemiş. Tarlada, bostanda, evde, çalışıp, su taşımış, hayvanlara bakmış. Dört yıl böyle geçiyor ve dört yılın sonunda babam annemi ve ablamı alıp şehir merkezine göçüyor. O göç sırasında annem hamur yoğurmak için bir bakır leğen istiyor, babaannem vermiyor. Annem iki yıl önce durup dururken bakır bir leğen alıp babaannemin mezarı üzerine koyup üzerinde tepinmek istediğini söylediğinde şok oldum. Bu nasıl bir bitmek bilmeyen nefrettir dedim kendi kendime ve anneme geçmişi düşünmemesini, yıllar geçtiğini söyledim. Nasıl düşünmem geçmişi, dedi, önünde gelecek görmediğini ve şimdiden bir tat almadığını, geçmişte yaşadığını da ekledi. Çalışıp çabalayarak çoğu insandan daha iyi bir yaşam standardı edindi ailem, çocuklarını büyüttü okuttu. Ancak annem babamın ailesini hiç affetmedi, onları evimize yaklaştırmadı.

Canan dedesinin 8 kızını da 14-15 yaşına geldiklerinde ‘namus elden gider’ diye evlendirdiğini, buna bağlı olarak teyzelerinin de annesininkine benzer ataerkil şiddetin türlü biçimleriyle kuşatılmış bir hayat sürdüğünü anlatıyor. Annesini bildiğinden beri psikolojik destek aldığını ekleyen Canan; “Öğrendiğim ilk afili sözcük asabiye idi. Annem sürekli asabiye bölümüne gidip gelir ve zaman zaman hastaneden yatardı. Şu anda panik atak tedavisi görüyor. Yıllar önce vefat eden babam anneme baskı yapmadı, şiddet uygulamadı, maaşını alır almaz anneme teslim etti, evcimen bir adamdı. Ancak evimizde neşe yerine annemin öfkesi hissedilirdi. Annemin anlatmayıp sustuklarında gizli muhtemelen bu öfkenin gerçek nedeni. Çocuk yaşta evlendirilmenin konusu her açıldığında içim sızlar. Annem bu kadar erken yaşta evlenmeseydi, okula gitseydi kadınlığını kanayan bir yara gibi taşımayacaktı ve ablamla bana çok daha iyi bir anne olacaktı. Cinsiyetlerinden dolayı hayatları eziyet içinde geçmiş kadınların hepsinin acısını genetik bir miras gibi hissetmeliyiz. Eğitim alması ve özgürce oyun oynaması gereken yaşta evlendirilen kız çocuklarını görmezden gelenler, annelerine, teyzelerine, kardeşlerine, kızlarına hiç mi değer vermiyor? Erkeklik bu kadar kör ve sağır, merhametsiz ve vicdansız olmayı gerektiren bir şey mi? diyerek sözlerini bitiriyor.