Sonucu bunca müessif olmasaydı, özellikle biz gazeteciler için eğlenceli ve öğretici olan bir duruşma hikâyesi anlatacaktım. Ama karar duruşmasında hem 18 avukata toplam 159 yıl 1 ay 30 gün hapis cezası verildi hem de yargılanan avukatlardan ikisi bugün ölüm orucunda. Talepleri adil yargılanmak.

Peki, nasıl yargılandılar?

Sonu mutlu bitmeyen bir vodvil gibi.

Duruşmayı İzmir Baro Başkanı’nın şu sözü özetliyordu: “Sayın Başkan, sevgili olsanız çekilmezsiniz. 5’te buluşalım diyorsunuz, 3’e kadar bekleyip ‘gelmedin’ diye gidiyorsunuz.”

Bu benzetmeyi yapmasının sebebi, mahkemenin kovuşturmayı genişletme taleplerinin verileceği tarihi belirleyip sonra da o tarihten çok önce “Dilekçe vermediniz” diye talepleri bir kenara atmasıydı.

İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi, 5 Aralık 2018’de açıkladığı kararıyla, tevsii tahkikat (kovuşturmanın genişletilmesi) talepleri için sanık avukatlarına 18 Mart 2019’a kadar süre verdi.

Aynı mahkeme, 10 Ocak 2019’da ‘makul sürede’ talep dilekçesi sunulmadığını söyledi ve dosyayı mütalaa için savcıya gönderdi. (Savcı da hızla mütalaa hazırlayıp tüm avukatların cezalandırılmasını istedi.)

Hatta mahkeme, kendi verdiği süreye uymayıp kafasından belirlediği ve avukatlara bildirme gereği duymadığı “35 günlük makul süreyi” aşan avukatların bundan sonra sunacağı taleplerin de “yargılamayı uzatmaya yönelik olduğunu” ifade etti. (Bu arada, kanunlarda makul süre diye bir tanım yer almıyor.)

Bu sebeple de yargılanan 18 avukatın avukatlarının, davadaki tanık rezaletlerini ortaya çıkarabilecek taleplerine dair dilekçeler, süresi içinde verilmediği gerekçesiyle göz ardı edilmiş oldu. Oysa her şey bir yana, avukatlar zaten mahkemenin verdiği tarih olan 18 Mart’ı beklemeden taleplerini dosyaya sunmuşlardı.

Mahkemenin bu Ali Cengiz oyununa karşı çıkan avukatlar, heyeti kendi kararına uymamakla ve daha başka birçok şeyle eleştirince de Silivri Kampusu duruşma salonunun kapısının önüne koyuldular.

Karar açıklanırken “Türkiye’nin en büyüğü” diye inşa edilen 810 kişilik salonda, 3 kişilik mahkeme heyeti, savcı, 100’den fazla jandarma ve üç gazeteciydik. Salondan atılan avukatların salona dek ulaşan sloganları arasında heyet kararı hızla okudu, alelacele çıkıp gitti.

O gün duruşmada, 159 yıllık cezaya sebep olan tanıkların gerçekten tanık olmuş olabileceği ihtimali tartışılmadı. Çünkü mahkeme, “buluşmaya söz verdiği saatten önce gidip beklemeden dönmüştü.”

Üç duruşmada verilen o karar ise beş aydır Yargıtay incelemesinde.

Ölüm orucundaki avukat Aytaç Ünsal’ın annesi ve avukatı, emekli hâkim Nermin Ünsal ile konuştum, şunları söyledi: “ÇHD’li avukatların dosyası 3 Şubat 2020’de Yargıtay 16. Ceza Dairesi’ne geldi. Ebru ile Aytaç açlık grevini 5 Nisan 2020’de ölüm orucuna çevirdi. Dosya Yargıtay’da 1 Haziran’da incelemeye alındı ve en geç bir ay içinde karar verileceğinin söylenmesine karşın 50 gün oldu halen karar yok. Oysa Aytaç’ların dosyasından çok sonra gelmesine karşın birçok dosya karara bağlandı. Sanırım dosyayı adli tatil sonrasına bırakıp ölümlerini bekliyorlar. Zira dosya tam 5 aydır bu dairede. O kıdemlere sahip bir mahkeme heyeti bu dosyayı bir saatte karara bağlayabilirdi.”

Bir annenin, oğlunun ölüm haberini beklediğini söylemesi kolay değildir diye tahmin ediyorum. Ama o anne aynı zamanda bir hukukçu olduğundan memleket yargısının “adaletinden” de haberdar.