Hep sanatta hep sinemada kalmalı. Diğer tartışmalar hep değişken hep geçici

Antalya Film Festivali: Sinemadan yana olmak

Hepimizin gözbebeği olan Antalya Film Festivali esas adıyla Altın Portakal ne badireler atlattı, ne zorluklar yaşadı; belediyeler değişti, yönetimler değişti, başkanlar değişti, medya iletişimcileri değişti... Bizler ise bazen mutlu bazen kırgın bazen kızgın ama daha ziyade büyük bir ilgi ve merakla hep oradaydık, hep bu alandaydık.

Büyük bir aidiyet hissettiğimiz bu festivalde geleneksel yapısının değiştirilerek belgesel ve kısa filmden sonra bu sene de ulusal yarışma bölümünün kaldırılmış olmasını hem bunu yapma şekli olarak hem de doğuracağı sonuçlar dolayısıyla yanlış bulmuş ve bu fikrimi zaten paylaşmıştım. Festival adına büyük şeyler hedeflenmiş bile olsa bunun çözümü sahip olduklarımızı yok ederek olmamalıydı.

Yerli filmlerin nitelikli niceliğinin Türkiye’deki tüm festivallere yetmiyor olması ve aynı filmlerin bu yüzden sırayla tüm festivallerimizi dolaşıyor olması bu verilen kararda en büyük etken idiyse, bunun için daha ara çözümler üretilebilmeliydi. Örneğin, festival tarihleri tekrardan ayarlanabilir, yarışacak yerli yapımlara o festival için premiere şartı konulabilir ve yarışma bölümündeki film sayısı daha aza indirilebilirdi. Her zaman yapıcı çözümlerden yana olmamız gerektiğini düşünerek gelecek yıl daha iyi bir çözüm bulunacağına inanıyorum. Bu ülkede problem hiçbir konuda hiçbir zaman hiç bitmez ama karşılaştığımız her problemde alanı terk etmek tek çözüm olarak dayatılmamalı.

antalya-film-festivali-sinemadan-yana-olmak-375052-1.

Festivallerde değişim şarttır ancak bana kalırsa bu değişim için şu iki asıl mevzu önceliklidir. Mevcut jüri sistemi değişmeli ve yerine daha çoğulcu ve daha bağımsız bir oylama sistemi getirilmelidir. Festivallerin bütçelerinin ve harcamalarının şeffaflaşması şarttır. Bu iki önemli sorun giderilirse diğer konularda tartışmalar, düzenlemeler bir anlam taşır. Aksi halde diğer talepler temeldeki problemleri düzeltmeye yetmez.

Bu sene Antalya’yı yaratıcı bir şekilde protesto ederek gelmemeyi tercih edenlere saygım sonsuz, aralarında çok sevdiğim meslektaşlarım da var ancak festivale katılanlara hakaret derecesine varan yorumlar getirenleri ise yaptıkları ile büyük çelişki içinde görüyorum. Festivale katılan yazarlara, basına, izleyicilere; Forum’a katılan diğer festivalcilere, yönetmenlere, yönetmen adaylarına, senaristlere ve burada filmleri için birer umut ışığı arayan insanlara çirkin yorumlarla saldıranların öfkelerini kişisel görüyor ve haklı olabilecek bir protestoyu gölgelediklerini düşünüyorum.

Ve muhalif medya… Olmayan şeyleri olmuş gibi göstermek, farklı fotoğrafları farklı bilgiler eşliğinde sunmak muhalif haberciliğe, bir gazeteciye hiç yakışmıyor. Muhalif medyanın da eleştirdiği yandaş medyadan bir farkı kalmazsa durum gerçek bilgiye ulaşmak isteyen dürüst insan için çok vahim bir hal alıyor. Örneğin teknik arızayla ilk gösterimini yapamayan bir filmi ‘gerilla krizi’ ‘sansür’ diye vermek, seyirci bulamayan festival salonları çocuklarla doldurdu gibi gerçekle alakası olmayan haberleri sadece kendi düşüncesine hizmet etmek için, dikkat çekmek için kasten yanlış şekilde paylaşmak inanın utanç verici.
antalya-film-festivali-sinemadan-yana-olmak-375065-1.
Ulusal yarışma bölümünün kaldırılmış olmasının festivali nasıl etkilediği akla gelen ilk soru olacaktır. Tamamen objektif olarak bu soruya bakacak olursak durum şöyle. Salonlar seyirciyle doldu taştı ancak Antalya’da etrafının oyuncu, yönetmen, senarist ile dolu olmasına alışmış olan herkes için bu sene bir boşluk söz konusuydu. İzlenilen her ulusal yarışma filminden sonra saatlerce film ve sinema üzerine tartışma yapılan masalar oldukça sessizdi. Bu seneki yarışma filmleri dışında alternatif izlenebilecek dünya festivallerinden bir seçki olmaması alışmış olduğumuz yoğun programın yokluğunu bizlere hissettirdi.

Uluslararası iddiasında bulunan bir festival için soru-cevap ve bazı panellerdeki İngilizce çok zayıf ve hatta yanlıştı. Sinema hakkında bilgiye sahip olmayan tercümanlar duydukları cümleyi anlamlandıramadıkları için son derece yanlış çeviriler gerçekleşti. Herkesin sadece Entourage dizisinden tanıdığı Adrian Grenier’in davet sebebini ne festival ne de kendisi bilmiyor gibiydi. Matt Dillon’ın basın toplantısında ‘Ben çoğu Amerikalının aksine bilmeden görmeden ülkelerle ilgili fikir sahibi olmam’ diyerek Türkiye’yi hiç bilmediğini samimiyetle itirafından sonra ödül gecesi mültecilerle ilgili Türkiye’yi övmesi arasında sadece dört saat vardı. Türkiye’nin bu tarz manşet için girişilen atraksiyonlara inanın ihtiyacı yok. Kimi bulduysa onu getiren, gelebilecek ünlülere göre konum alan festivallerden olmayalım artık. Neysek o olalım.

Diğer yandan festivalde güzel şeyler de vardı. Bu yılkı yarışma bölümünde ikisi Türkiye olmak üzere, İran, Meksika, Çin, Japonya, Amerika, Gürcistan, Fransa, Almaya gibi 9 ülkenin toplam 10 filminin yarıştı. Oldukça iyi ve dengeli bir seçkiydi; çoğu ayrı ayrı detaylı incelemeleri hak eden senenin en çok konuşulan filmleriydi. Filmleri izledikten sonra yönetmenleri ve oyuncularıyla tanışabilmek ve rahat bir ortamda sorularımıza cevap vermeleri çok değerli ve ufuk açıcıydı. Özellikle Michel Hazanavicius, Michel Franco ve Sean Baker hiç yabana atılacak isimler değil. Hepsi takdir edilen, ödüllü, prestijli ve iyi yönetmenler. Festivalin diğer en sevdiğim yeniliği, oluşturulan festival alanı oldu. Her şeyin statik peyzaj içerisinde toparlanmış olması insana kendisini festival alanında hissettiriyordu. Açık hava sinemasında harika filmleri rahat bir şekilde izlemek ise çok iyi bir deneyimdi. Gösterim alanlarının yakınında olan Film Forum alanı ise yoğun ve enerjikti. Dünyanın her yerinden bir dolu sektör insanı sürekli olarak bir konuşma ve eylem içerisindeydiler. Umalım gelecek yıllarda herkesi memnun edebilecek bir çözüm bulunur ve kavgasız, şeffaf, adil, kapsamlı, görkemli festivalimizle hep beraber gurur duyarız… Hep sanatta hep sinemada kalmalı. Diğer tartışmalar hep değişken hep geçici.