Kriz, Yunanca “krino” sözcüğünden türemiş; ayrıştırma, tercih ya da karar verme anlamına geliyor. Kritik bir kırılma noktasında verilen bir karara, yapılan bir tercihe ve bir dönüm noktasına işaret ediyor. O noktadan sonra hasta ya iyiye ya da kötüye gidiyor!

Türkiye’nin bir kriz ya da çoklu krizler yaşadığı konusunda, küçük bir mutlu azınlık dışında aşağı yukarı anlaşıyoruz. Bir yanda pandemi, diğer yanda ekonomik kriz derken, son günlerde barajlardaki rekor düşüş ekolojik krizi de masaya koydu. Bu nedenle tartışmamız gereken krizin varlığı değil! Soru, bu duruma nasıl müdahale edildiği ve hastanın iyiye mi kötüye mi gideceğidir.

Krize müdahale konusunda çok temel bir tespitin altını çizelim; Türkiye’yi yöneten AKP-MHP ittifakı, yukarıda iddia ettiğimiz krize müdahale etmek yerine, her gün biraz daha fazla kurduğu fantezi dünyalarına gömülüyor! Diğer bir anlatımla, iktidarın en azından üst katları, toplumu yakan sorunlar dünyasına işaret eden gerçeklikten bütünüyle koptu. Bu nedenle de oradan gelen müdahaleler, geniş halk kesimlerinin sorunlarına değil, kendi etraflarında inşa ettikleri fantastik dünyanın iyileştirilmeyi hedefliyor. Kısaca krizi çözmesi gerekenler, çözmek bir yana masaya bir de yönetim krizini koymuş bulunuyor.

Siyasetin bir düşman icadı ile başladığını biliyoruz; iktidarın küçük ortağı MHP zaman zaman gözüne başka yerlere dikse de, klasik düşman tanımını Kürt meselesi üzerinden yapıyor. Büyük ortak AKP’nin kötüsünü ise CHP temsil ediyor. Siyasetin kuruluşu bu tür bir düşman tanımı ile başlayabilir. Lakin sorun şu ki AKP-MHP iktidarının buradan öte bir siyaseti (artık) yok! Yukarıda sıraladığımız sorunlara yönelik müdahalelerin yapılması gereken noktalarda artık tek gördüğümüz şey bu sorunlardan düşman ilan edilenlerin sorumlu tutulması!

İşin kötü tarafı bu gerçeklikten kopuk suçlamalardan alınan CHP’nin, “ne yapmak istediğiniz de CHP engel oldu” söylemi, böylesi bir anakronik siyaset anlayışını normalleştirmekten başka bir işe yaramıyor!

Siyaset kendisini ne derece fantastik bir dünyada kurarsa kursun, sorunlar öyle ağır bir hale gelmiş durumda ki, günün sonunda gerçeklik kendini hatırlatmaktan geri durmuyor. Yazıyı kaleme alırken önüme düşen Milliyet Gazetesi kaynaklı haberi birlikte okuyalım;

“Son dönemlerde ayçiçek yağı başta olmak üzere temel gıda fiyatlarında meydana gelen artışlara karşı, kooperatifler ve PTT’nin indirimli satış ortaklığı devreye alınacak… Bu kapsamda, Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO), Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ), Tarım Kredi Kooperatifleri’nin (TKK) yanı sıra Fiskobirlik ve Çaykur ürünlerinin de online satış yapan PttAVM.com’a dahil edilerek, bu kooperatiflerin şubesinin bulunmadığı yerlerde de internet üzerinden indirimli ürün satılacak… AOÇ’nin süt ve süt ürünlerini de günlük olarak vatandaşa ulaştırabilmek için bazı bölgelerde soğuk hava depoları kurmayı planladığı belirtildi.
Bu türden önlemler, iktidarın üst katlarından değil krizden etkilenen kesimlerin taleplerine muhatap olan orta katlarda formüle ediliyor. Tam da bu nedenle bu türden politikalar sadece gerçekliği hatırlatmakla kalmıyor, üst katlarda inşa edilen fantastik dünyayı da tutarsızlaştırıyor. Bunun için AOÇ’nin tarihini ve “sahipliğini” hatırlatmak yeterli değil mi? İktidar ekonomik krizin karşısına CHP damgası yemiş AOÇ (ve PTT) ile çıkması traji-komik değil mi?

İktidarın küçük ortağına ise bir başka güncel haberi, Antalya Limanı’nın işletme hakkının Katarlılara satıldığını hatırlatalım! Milliyetçi MHP’nin kurduğu fantastik dünyadaki mülkiyet durumunu bilmek mümkün değil ama gerçek dünyada bir kiracılık durumuna doğru ilerliyoruz.

Bu fantastik dünyaya “AOÇ’nin kuracağı soğuk hava deposu için Antalya Limanı’ndan yer kiralar mı” sorusuyla katkı yaparak bitireyim!

Kimbilir? Şu fantastik dünyada ne mümkün değil ki?