Futbolu yakından izleyenlerin aşina oldukları bir tabir vardır: "Anti-futbol"

Özetle, bu oyunun beşiği Britanya’dan kaynaklı bir klişe olan, "The Beautiful Game" (Şu Cânım/Güzel Oyun)’un en güzel yönlerinin safdışı edildiği bir şekilde çirkinleştirilerek oynandığı durumdur. Yani, oyunu sahada keyifle izlenir şekilde hayata geçirmektense, sadece "rakibi oynatmamaya, etkisizleştirmeye, toptan ziyade rakibi hedef almaya, faullerle durdurmaya, ofsayta düşürüp ataklarını engellemeye, hatta kasten sakatlamaya, kol - bacak kırmaya" dönük hareketler diyebiliriz.

Futbolu bilenler, bunu uygulayan takımların nasıl adeta insanı "maça gittiğine ya da TV’yi açtığına pişman edecek" berbat bir görüntü verdiklerini de gayet iyi bilirler.

Gelin, bu tabiri siyasete ve toplumsal alana teşmil edelim.

Bizim gibi ülkelerde buna benzer, "Anti-demokrasi" diye de bir olgu vardır.

Yani "Demokrasi Oyunu"nu, aynı yukarıda anlattığıma benzer yöntemlerle, "Sadece ve sadece, rakiplerini saf dışı etmeye, etkisizleştirmeye, susturmaya, sakatlamaya, hatta ve hatta gerekirse ortadan kaldırmaya dönük" hasmane ve negatif bir anlayış.

***

Bugün etrafımızda olup bitenleri izlerken, haber bültenlerinde, TV ekranlarında, radyolarda, gazete sayfalarında okuduğunuz ve dinlediğiniz bütün haberlere baktığınızda, Türkiye’yi artık yönetemeyeceğini anlayan siyasi kadroların, tam da bu "Anti-demokrasi"ye angaje olduklarını ve demokrasiden adeta ışık hızıyla uzaklaştıklarını görüyorsunuz.

Muhalif siyasetçilere, besleme medya organları ile sürekli saldıran, sosyal medya trolleri aracılığıyla bombardımana tutan, eleştirel yayın yapan medyanın tüm yaşam haklarını ortadan kaldıracak şekilde cezalar yağdıran, TV ve radyo programlarını yasaklayan, durduran, gazetelerin gelir kaynaklarını boğan, gazetecileri sürekli olarak mahkeme koridorlarına, karakollara, adliyelere ve cezaevlerine sevk eden bir anlayış bu.

Kimi zaman, geçmişte görüldüğü, bugün de yaşandığı ve maalesef yakın gelecekte de yaşanabileceğine dair işaretlerin de belirdiği "siyasi cinayetler" de, bu "Anti-demokrasi"nin kaygı verici uygulamaları arasındadır.

Tam da seçime giderken, yani "çağdaş demokrasilerde yönetimlerin değişmesinin tek ve vazgeçilmez yönteminin" uygulanmasını beklerken, bu tür kirli ve ahlak dışı bir "oyun" anlayışına başvurulduğuna dair, hemen her gün belki de düzinelerle örnekle karşılaşmıyor muyuz?

Bu yazıyı yazmaya oturduğumda, CHP Grup Başkan Vekili Özgür Özel’in açıklamalarına kulak kabarttım. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya bağlı olarak yıllardır (Soylu’nun görev yaptığı geçmişteki makamlarda da) çalışan bir şahsın, nasıl kamu fonlarından da beslenerek adeta bir "Troller Ordusu Komutanı" gibi görev yaptığını anlattı, Özel. Aralarında Jandarma Genel Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün attığı o akıl almaz tweet’lerin de bulunduğu, Bakan’a "kalkan olmak" amaçlı mesajların da bulunduğu "algı ve propaganda harekatlarının" (Soylu’ya bağlı görev yapan) bu kişinin önderliğindeki bir "Trolleme - Propaganda Ağı"nca nasıl yönetilip icra edildiğini belgelerle paylaştı.

Siyasi arenada, karşılıklı olarak propaganda, karşı propaganda, algı vs. kampanyaları tabii ki mübahtır. Kimse kimseye karışamaz. Ama bu faaliyet, eğer devletin olanakları kullanılarak, kamunun kasası (vatandaşların vergileri ile fonlanan kaynak) kullanılarak yapılıyorsa, orada affedilemeyecek bir demokrasi ve etik ihlali, hattâ ağır bir suç söz konusudur.

***

CHP’li Özel’in dün TBMM’de tek tek belgelerle açıkladığı bu skandal, hepimizi endişelendirmesi gereken ve seçim döneminde iktidarın bu "Anti-demokrasi" oyununu nasıl sürdürebileceğine dair alarm sinyalleri olarak algılanmalıdır. Dahası, Anamuhalefet’in en önemli siyasetçilerinden Özel’in bu açıklamadan 24 saat önce, "Yarın belki bunları anlatamayacağım bir durum gelişirse, 3 arkadaşımla paylaştım" şeklinde bir "can güvenliği endişesi" paylaşması da, işin ayrıca ve daha vahim bir yönüdür.

Seçime doğru hızla yol aldığımız bugünlerde, bu ülkenin vatandaşları artık gözlerini faltaşı gibi açmalı, kulaklarını iyice temizlemeli ve nasıl bir tehlike ile karşı karşıya olduğumuzu iyice kavramalıdır.

Tehlike, "iktidarı kaybetmemek için yapamayacağı hiçbir çirkinlik, hiçbir gözü dönmüşlük ve hiçbir anti-demokratik eylem olmayan", çılgınlıkta zirve tanımayan bir siyasi anlayışla karşı karşıya olduğumuz gerçeğidir.

Herkes aklını başına devşirmeli ve gücünü haklılığından ve demokrasinin namusundan alan kitlelerin bunları alt edebileceği güçte olduğunu aklından çıkarmamalıdır. Bu topraklarda demokrasiyi, bir daha böylesi odaklar tarafından zehirlenemeyecek ve etkisizleştirilemeyecek düzeyde ve kalitede tesis etmek için el ele verme ve mücadeleyi yükseltme zamanı gelmiştir.