Uğur Müldür’ün kaleme aldığı ‘Antik Roman’ zaman tanrısı Kairos’un kanatları ile taşıyor sayfalarını. Okuru, antik zamanın izinde bir yolculuğa çıkarıyor. Madlen kekinin damağa bıraktığı lezzet ile değil; kulaklarınıza çalınan, bozkırın örtük ıslığıyla çıkıyorsunuz yola

Antik zamanın izinde

DAĞHAN DÖNMEZ

Halikarnassos’lu Herodot, tarihin babası... 'Herodot Tarihi'nde, Asya halklarından Massagetleri şöyle anlatır:

“Ömürlerinin yalnız şu surette son bulmasını dilerler: Birisi iyice ihtiyarladı mı, yakınları bir araya gelir, sürülerindeki birtakım hayvanlarla beraber onu da kurban ederler; sonra bu etleri pişirir ve afiyetle yerler. Bunu en mutlu akıbet sayarlar; hastalıktan ölenler yenmez, gömülür. Kurban edilecek yaşa ulaşamamak büyük talihsizlik sayılır. Toprağı ekip biçmezler; sürü hayvanlarıyla ve Arax ırmağının bol balıklarıyla geçinirler; içkileri süttür. Taptıkları tek tanrı güneştir ve ona at kurban ederler. Bu kurban şu düşünceyle yapılır: Ölümlülerin en hızlısı, tanrıların en hızlısına adanmıştır.”

Massagetler, Türklerin atalarıdır ve hükümdarları Tomris Hatun’dur. Modern zihinlere göre yamyamlık sayılabilecek, ihtiyarlayan akrabaların yenmesi hadisesi; onlar için kutlu bir eylemdir. Çünkü sevdikleri atalarının kanının, kendi kanlarında dolaşacağına inanırlar.

Modern zihnin, insan arketipi ile uyuşmayan bir yanı da zamanı kavrayışıdır. Mitolojide, zamanı karşılayan iki tanrı vardır. Kronos ve Kairos. Modern zihin, Kronos’a yani üçlü zaman dilimine göre düşünür. Geçmiş, an, gelecek... Kairos ise döngüsel zamandır. İnsan arketipinin, bozkırın, eylemin zamanı... Saatlere, günlere bölünmemiş; hareketle belirlenen zaman.

Uğur Müldür’ün kaleme aldığı 'Antik Roman' zaman tanrısı Kairos’un kanatları ile taşıyor sayfalarını. Okuru, antik zamanın izinde bir yolculuğa çıkarıyor. Madlen kekinin damağa bıraktığı lezzet ile değil; kulaklarınıza çalınan, bozkırın örtük ıslığıyla çıkıyorsunuz yola.

Kitap dört ayrı zaman diliminde, dört ayrı hikâye ile karşılıyor okuru. Birinci hikâye Antik Çağ’ın başlarında geçiyor. İkinci hikâye Antik Çağ’ın ortalarında, göçebelerle şehir kurucuları arasındaki bitip tükenmek bilmeyen savaşları anlatıyor. Üçüncü hikâye Antik Çağ’ın sonunda geçiyor. Bizansıya’nın çöküşünde Ayasofya’nın içine saklanan kahramanı anlatıyor. Dördüncü hikâye ise, modern zamanların Paris’inde, bir üniversite öğrencisinin gözünden anlatılıyor.

Tanrı Kronos’un yani kronolojinin metoduyla anlatıldığı sanılabilir bu dört hikâye. Oysa, Antik Roman’ın sayfalarına daldıkça, tanrı Kairos’un soluğunu duyuyor ve zamanın döngüselliğine, anaforuna kapılıyorsunuz.
Max Weber, modernizmi büyünün bozulması olarak açıklardı. Büyücüler, kamlar, kâhinler yoktu artık. Mitolojinin o efsanevi tanrıları, peygamberler, mucizeler... Modern dünya, her şeyi nedensellik ilkesine göre inşa ediyordu. Bu determinizmin hüznünü seziyorsunuz Antik Romanın anlatıcısında. Büyüsünü yitiren dünyanın kesifliğinde bunalmış, neşesi kaçmış bir yitik buluyorsunuz. Kadim dünyaya dair sıradışı bilgiler de ediniyorsunuz anlatı boyunca. “Bozkırın insanı her gece gözlerini kaparken hep şunu düşünür: Gökyüzü yeryüzünün aynasıdır, buradaki acılar, sevinçler oradakilerin yansımasıdır. (Sümerlerde astrolojinin doğuşu)” veya bir başkası: “Barbar kelimesinin ne anlama geldiğini dahi bilmiyorsun. Önceleri bu kelime, anlaşılamayan konuşma anlamında kullanılırdı. Zamanla insanların anlamadıkları bir dili konuşan diğer insanları ifade etmek için kullanılmaya başlandı. Yani içinde hiçbir değer yargısı barındırmıyordu.” Benim en çok dikkatimi çeken bölüm ise, İskender ve hocası Aristoteles’in diyaloglarının olduğu pasaj. Mutlaka okunmalı!

Sevgili okur, Ali Nesin’in keyifli bir üslupla kaleme aldığı önsöz, yazar Uğur Müldür’ü yakından tanımak isteyenler için önemli bilgiler sunuyor. İp uçları veriyor Nesin, Uğur Müldür’ün yazarlığına, sanatçılığına dair: “Hâlâ bugün eline bir avuç kil, iki taş, üç tahta geçse heykel yapar Uğur. O sanatçı mayası yok olmadı. 12 yaşında tanıştık. Aradan yarım asır geçmiş ve Uğur roman yazmış! Yarım asır önce biliyordum bunun böyle olması gerektiğini! Su yolunu bulmuş... Ne mutlu bize!”

Elbette, Ali Nesin’in yazısıyla yetinmeyip, Uğur Müldür’ü daha yakından tanımak gerek. Uğur Müldür, 1976 yılında Saint Joseph Lisesi’ni bitirdikten sonra yüksek öğrenimi için Fransa’ya gidiyor. Paris’te çeşitli üniversitelerde lisans, yüksek lisans ve doktorasını tamamlıyor. Akabinde öğretim görevlisi ve araştırmacı olarak çalışmaya başlıyor. 1985 ve 1990 yılları arasında, Fransa’daki çeşitli finans kuruluşlarında, uzman olarak çalışıyor. 1987 yılında, Olivier Pastre’yle “la Revue d’Economie Financiere” dergisini kuruyor. 1995 yılında, AB Bilim ve Teknoloji Araştırma ve Teknoloji Politikaları Analizi Bölüm Başkanı olarak atanıyor. 2013 yılında emekli olan Müldür’ün, çeşitli ülkelerde yayımlanmış kitap ve makaleleri bulunuyor.

Sevgili okur, bu denli hacimli bir kitap olmasına karşın, Herakleitos’un nehri gibi akıp giden Antik Roman için Uğur Müldür’ü ve A7 Kitap’ı kutlamak gerek. Benim kitap hakkında anlatacaklarım elbette sınırlı. O bakımdan yazıyı, kitabın da epigraflarından biri olan Borges’in sözüyle bağlayalım:

“Anlatılanın bir yüzü ışıkta ise öbür yüzü karanlıktadır.”