10.İstanbul Bienali'nin anamekânı olma işlevini Tophane sahilindeki Antrepo binalarından biri üstleniyor. AKM'nin ve İMÇ'nin bitmek bilmeyen çağrışımlara....

10.İstanbul Bienali'nin anamekânı olma işlevini Tophane sahilindeki Antrepo binalarından biri üstleniyor. AKM'nin ve İMÇ'nin bitmek bilmeyen çağrışımlara kucak açan karakterlerinin tersine Antrepo binası etrafı çevreleyen bağlamdan soyutlanma ve devasa bir 'beton küp' kurma şansı veriyor sergi düzenleyicilerine. Daha önceki bienallerin pek çoğunda Antrepo binalarından yararlanılırken bu soyutlanabilme özelliği kullanılmıştı; ama bu kez (asmakatlara yerleştirilen 'Rüya Evi' bölümünü saymazsak) Bienal Küratörü Hou Hanru dışarıya geçirimsiz bir içmekân, bir tür mikrokozmos yaratmaya girişmiş -boğaza bakan pencereler işlevsizleştirilmiş, balkona çıkılması yasaklanmış. Fazla sayıda çalışmayı barındırdığı için Antrepo'da, diğer bienal mekânlarına iliştirilmiş olan okunabilir bir anlatıya başvurulmamış, bunun yerine çeşitli izlek-ler yan yana dizilmeye çalışılmış. Örneğin girişin sağında kalan uçta farklı ulusal ve politik kimliklerin, dillerin, marşların, kültürel göstergelerin birbiri içine kaynadığı, yersizleştiği çalışmalar seçilmiş. Sol kanatta ise sosyal mekândaki hareketliliğin mümkün kılındığı ya da kesintiye uğratıldığı durumlar üzerine yoğun-laılmış (gezengen ve kentler üzerinde yapılan psikocoğrafik yürüyüşler, sufist bir mesaja iliştirilen bir parkur, Filistinlilerle İsraillilere uygulanan insafsız ulaşım rejimi farklılıkları, büyük kente göçen Anadolu kökenli erkeklerin otoyollarla sınırlandırılan hareketlikleri). Hanru'nun, bu iki kanadın ortasında kalan çalışmaları birbiriyle içerik anlamında nasıl iliş-kilendirdiği ise müphem kalmış.

Bunun yanında, Antrepo'nun giriş katına yayılan işlerin çoğu birbirlerine müdahale edebilecek bir sunum içinde yerleştirilmiş. Karşılıklı yerleştirmeler, şeffaflık efektleri, pasajlar, ses taşmaları sergiye devingen bir akış kazandırabilmek için işe koyulmuş. Ama bu tercih diğer yandan izleyiciye zorluklar çıkarmış; işler birbirine müdahale eder hale gelmiş, tekillikleri içinde algılanmaları zorlaşmış. Hanru'nun önceki sergilerini de karakte-rize eden bir tarz bu belki de; günümüz kapitalizminin yarattığı ve dayattığı ritim ve deneyim yoğunluklarına görsel bir karşılık bulabilme çabası...

Özellikle son yirmi yıl içinde yıldızları parlayan Pasifik Asya kentleri üzerine kurduğu sergilerde benzer yöntemler kullandığını görmek mümkün. İstanbul'un da yakın geçmişte benzer bir frekansa kapıldığı düşünüldüğünde Hanru'nun başvurduğu 'kaos' ya da 'cümbüş' etkisinin bir karşılığı olduğunu düşünmek mümkün. Hanru bu girdaba benzer yoğunlaşmanın baskı ve tektipleştirme yanında direnme yöntemlerini de beraberinde getirdiğini ifade ediyor katalog yazılarında -Negri ve Hardt'ın sıklıkla başvurdukları 'çokluk' kavramını öne çıkarıyor. Hanru'nun sergi başlığında kullandığı 'iyimserlik' sözcüğü de bu anlamda kapitalizmi ya da baskı rejimlerini kesintiye uğratacak, dönüştürecek ya da aşacak açılımlara işaret ediyor. 'Başka Bir Dünya Mümkün!'cümlesinin içerdiği politik 'iyimser-lik'ten farklı değil Hanru'nun kullanımı. Eleştiriler de bu nokta üzerinde yoğunlaşıyor.

Özellikle Antrepo'ya yerleştirilmiş çalışmalar bu politik iyimserlik vurgusunu hangi ölçüde taşıyabiliyor? Sergi atmosferine hâkim olan 'cümbüş' efekti bir noktadan sonra devreye sokulması amaçlanan 'çokluk'un sivri kenarlarını törpülemiyor mu, kapitalizmin girdabını yeniden üretme riskini taşımıyor mu? 'Bienal' formatını mümkün kılan uzlaşımlar kendini neo-liberalizmin eleştirisi olarak konumlandıran küratöryel pratiği daha baştan sakatlamıyor mu? Hanru'nun kullandığı 'iyimserlik' nosyonu billboardlara ve TV ekranlarına taşındığında içeriği boşalmıyor mu; pasifi-ze eden, sanatı dekoratifleştiren, estetikleşti-ren bir slogana dönüştürmüyor mu? Yine başlıkta kullanılan 'küresel savaş çağı' ifadesi ne kadar doğru bir tanımlama? Bugün dünyada yaşananlar Antrepo'daki işlerin üzerine yayılan 'herkes herkese karşı' (almancasıyla 'Aile gegen Aile') hissiyatıyla mı anlaşılmalı; yoksa savaş olgusunun belli coğrafyalara yıkıldığı, buna karşılık tahakküm mekanizmalarının başka coğrafyaları steril bir gönence boğduğu bir manzarayla mı ilişkilendirilmeli?

Bütün çelişkileriyle birlikte (ki bu kadar geniş bir sergi formatında çelişki ve uzlaşım kaçınılmaz) farklı tartışma alanları açmayı başaran Hou Hanru'ya ve bugüne kadar yapılmış en iyi bienal kataloğunda emeği geçen Editör İlkay Baliç Ayvaz, Tasarımcı Esen Karol ve Çevirmen Nazım Dikbaş'a teşekkürler.

anarke77@hotmail.com