Dipnot Yayınları antropoloji serisinin özenle seçilmiş kitaplarının bize söylediği bir şey var: “Kendimize” sağlam bir şekilde bakabilmek için başka yerlere/başka yerlerden bakma yeteneğimize dört elle sarılmak zorundayız

Antropolojiye düşülen kıymetli not

BURAK ÖZÇETİN

İnsani ve kültürel varoluşun farklı veçhelerini ele almada antropoloji kadar zengin bir çerçeve sunan başka bir disiplin bulmak zor olsa gerekir. Antropoloji okumanın en büyüleyici ve keyif veren yanı ise tarihsel, kültürel, dilsel, dinsel ya da coğrafi olarak sizden çok uzakta yaşayan insanların ve toplumların hikâyesini okurken asıl anlatılanın sizin hikâyeniz olmasıdır. Günümüzde antropoloji üzerine kayda değer bir Türkçe literatürün oluştuğunu görmek mutluluk verici. Yayınevlerinin de konuyla ilgili yayınlara, klasiklere gitgide daha fazla eğildiğini görüyoruz. Dipnot Yayınları’nın alana yaptığı son birkaç yıldaki özenli katkılar bu yazının konusu.
Sosyal ve kültürel antropolojinin temel ilgi alanları ve tartışmalarından pek de haberdar olmayan bir okur size “ne okusam” sorusunu yöneltse, sanırım Kenny ve Smille’nin Antropolojiye Giriş’i (2016) ilk önerilecek kitaplardan biri olur. Yazarlar antropolojiyi bir tür hikâye anlatıcılığı, antropoloğu da hikâye anlatıcısı olarak görürler ve onlara göre antropolojiyi sosyal bilimlerin diğer biçimlerinden ayıran şey budur. Gerçekten de kitap boyunca Kenny ve Smille okuyucuyu birbirinden düşündürücü ve keyifli hikâyeyle baş başa bırakır. Soner Torlak’ın akıcı ve özenli çevirisiyle Türkçeleştirilen bu önemli antropolojiye giriş kitabı, ders kitaplarına hâkim olan yeknesak ve “sıkıcı” dilin çok uzağında; öğretici ve eğlendirici bir havaya sahip.

Dipnot’un antropoloji serisinde dikkat çekici bir diğer çalışma ise Serpil Akyürek tarafından derlenen Yöntembilim Üzerine Antropolojik Okumalar’dır (2015). Kitap Boas, Malinowski, Geertz ve Marcus gibi disiplinin yapıtaşı isimlerin son derece önemli makalelerini bir araya getiriyor. Malinowski’nin Argronautlar araştırmasına yazdığı önsöz, Lewis’in antropoloji ve sömürgecilik ilişkisi üzerine makalesi ve Marcus’un çok-mevkili etnografyanın ortaya çıkışı üzerine öncü çalışması… hepsi birer ders niteliğinde, son derece öğretici okumalar.

Christian Wulf’un Tarihsel Kültürel Antropoloji’si (2008) amacını antropoloji disiplininin kendini tanımlaması üzerine süregelen hararetli tartışmaya katkı sağlamak olarak belirler. Wulf, antropolojiyi “ilkel halklar” ya da “az gelişmiş” toplumlarla sınırlamanın anlamsız olduğunu söyler: “ben, tüm insan toplumlarının ve kültürlerinin eşit bir statüsü olduğu varsayımından yola çıkıyorum.” Wulf’un bu değerli vurgusu kitap boyunca derinleştirilir, farklı kavramlar ve temalar eşliğinde ele alınır. Aynı zamanda bu vurgu bizi, Marc Augé’nin Çağdaş Dünyaların Antropolojisi (2013) kitabına götürür. İlk baskısı Kesit Yayıncılık tarafından yapılan (1995) bu çalışmada Augé farklı dünyaların aynı çağı paylaştıklarını söylüyor bize. Antropoloğun uğraşının da “aynı zamanda hem ‘çağdaş’ deyimine tam anlamını kazandıran birleşme hareketini, hem de bizi, her şeye rağmen çağdaşlığı çoğul olarak düşünmek zorunda bırakan tekil ve tikel olumlamaları açıklamak” olduğunu. Kitabın çevirisinin Hülya Uğur Tanrıöver’in usta elinden çıktığını hatırlatmak gerek.

Antropolojinin gücü yabancılaştırma etkisinde yatar. En tanıdık, bildik, sıradan ve doğal gelen hal, tavır, davranış ve alışkanlıkların kültürel sistem içerisindeki yerini çözer. Bir tür yabancılaştırma etkisinin peşindedir aslında. Devletin Antropolojisi adlı klasik eserde Marc Abélés’in yapmaya çalıştığı budur. İlk baskısı Kesit Yayıncılık’tan (1998) Nazlı Ökten’in akıcı çevirisiyle okurla buluşan kitapta Abélés modern toplumlarda siyasal bir antropolojinin olanaklarını tartışır. Siyaset bilimi, devlet kuramı, siyasal iletişim ve siyasal sosyalizasyon konularına meraklı okurlar için bir başucu kitap niteliğine sahip olan bu klasik eser Dipnot’un antropoloji serisinin de en kıymetlilerinden.

Maurice Bloch’un, Madagaskar halklarını ele alan makalelerinin bir derlemesi olan Ritüel, Tarih, İktidar (2013) ve Marshall Sahlins’in ünlü Akrabalık Nedir, Ne Değildir?’i (2014) Dipnot antropoloji serisinden çıkan iki önemli antropoloji klasiğidir. Akrabalığın özgül niteliğinin “müşterek varoluş” olduğunu iddia eden Sahlins, antropoloji disiplinindeki kadim tartışmaya bir açıklık getirme çabasındadır: “akrabalar esas olarak birbirlerinin varlığına katılan kişilerdir, birbirlerine mensupturlar.”

Dipnot Yayınları’nın antropoloji serisi elbette sadece bu kitaplardan ibaret değil. Clifford Geertz’in klasik eser, Gerçeğin Ardından: Bir Antropoloğun Gözünden İki İslam Ülkesinin Son Kırk Yılı (2011), Rayna Reiter tarafından derlenen Kadın Antropolojisi (2014) serinin diğer kitaplarından.

Derdi olan yayınevlerinin varlığı entelektüel iklimin zenginleşmesinde çok ama çok büyük katkılarda bulunuyor. Çeviri faaliyetinin basitçe bir yerden bir yere aktarma değil, bir düşünme, kültürel ve düşünsel etkileşim faaliyeti olduğu düşünüldüğünde bu tür çabalar daha da bir önem kazanıyor. Dipnot Yayınları antropoloji serisinin özenle seçilmiş bu kitaplarının bize söylediği bir şey var: “kendimize” sağlam bir şekilde bakabilmek için başka yerlere/başka yerlerden bakma yeteneğimize dört elle sarılmak zorundayız. Zira yaşamın “kodları”, her şeyi tek hamlede soğuran devasa büyüklükteki kuramlarda ve kavramlarda değil, ister modern ister modern öncesi olsun, yaşamın inanılmaz çoğulluktaki ve zenginlikteki ayrıntılarında.