Türkiye’nin en büyük meselesi terör; terörle mücadele edenlerin terörü.

“Terör… fitne-fesat, nifak olarak aramıza sızmaya, kardeşliğimizi bozmaya çalışıyor…”muş. Bunu söyleyen, başbakan. Terör derken neyi kastettiğini biliyor mu; terör bir adam mı, in mi, cin mi?

Terör kelimesini kendilerinden ödünç aldığımız dillerde, bu kelimeden farklı olarak dehşet ve tedhiş, yani  -kendi amaçlarına ulaşmak üzere- insanları dehşete düşürüp yıldıracak eylemlerde bulunma anlamına gelen farklı kelimeler var mı?

Yok tabiî; zira terör tam tamına bu demek; yani dehşet ve tedhiş.

Öyleyse, dilimizde dehşet ve tedhiş kelimeleri varken, terör ve terorist kelimelerini kullanmak eğer derin bir cahilliğin ürünü değil ise, doğrudan doğruya bir psikolojik savaş numarasıdır: İnsanları dehşete düşürmeye yönelik bir eylem yoksa, terör de olamaz.

Pankart açmanın veya kepenk kapatmanın terörle ilişkilendirildiği yerde, tabiî birileri kesinlikle içeri atılmalıdır; ama, hapisaneye değil, tımarhaneye; pankart açan/kepenk kapatanlar değil, bunlara terörist diyenler.

Yukarıda da tekrarladık: Terör, bir eylem biçimidir ve somut eylemden bağımsız olarak ne terörden bahsedilebilir, ne de terorizm veya teroristten.

8 milletvekili hakkında, KCK’lı diye fezleke hazırlamış malûm ‘özel’ler. Darbeleri soruşturuyorlarmış Meclis’te: İşe, ilk olarak bu fezlekeden,sonra Ahmet Türk’ün gözüne inen polis darbesinden, 4+4+4 komisyonundaki tekme-tokat rezaletinden ve bunu aklınca meşrûlaştırmakla kendisi gayri-meşrûluğa düşen mahkememsiden, Kamer Genç’i tartaklayan uslu fedaiden ve ‘reis’in çetesine yasal koruma sağlarken, sekiz milletvekilini zindanda tutup birinin de vekilliğini gasp eden pek haysiyetli güruh ve de onun mutlak ‘reis’inden başlamayan bir ‘darbe soruşturması’, ancak bir soytarılık olur.

Bunlar, yakında referanduma da giderler,”muhalefet partileri Meclis’e girsin mi girmesin mi”yi ‘Millî İrade’ belirlesin diye; üstelik buna, demokrasi yolunda atılabilecek en ileri adım da derler; doğrudan halka soruyorlar ya.

İnsanda ar damarı çatlamışsa, her şeyi yapar, her şeyi söyler. Kürtajı yasaklasınlar, bir sonraki adımları ‘insan harası’ kurmak olur, Hitler misali; ama ‘üstün ırkın saflığını korumak’ değil de ‘dindar-kindar gençlik’ yetiştirmek için.

Kürtaj hakkı 12 Eylül artığı imiş; yüzde 10 barajı neyin artığı ya da siyasî partiler kanunu, grev yasakları vb…

İnsanlar akıllarını tümüyle yemediyse, 12 Eylül’e bir karşı olan, darbecilerin getirmediği grev yasağını getiren takıma on kere karşı olmaları gerekir. Yasağı getirme biçimleri de en az yasağın kendisi kadar iğrenç: Korsan taksiciliğe karşı tedbirlerin arasına sıkıştırarak; yani, her zaman her konuda yaptıkları gibi korsanca.

Doktorlara tam günü de Adalet Bakanlığı teşkilatına ilişkin düzenlemenin içine sıkıştırarak getirmişlerdi; sonra da tam gün kuralını ilk bozan yine başbakanın kendisi olmuştu, ameliyatını devlet hastanesinde tam günlü olmayan doktora yaptırtarak; yani yine korsanca. Bunların bütün işleri zaten hep böyle: Kaçak/kaçamak, gecekondu usûlü, gece karanlığında, kapalı kapılar ardında, gizli saklı pazarlıklarla…

Kürtaj cinayetmiş; ya insanları işten çıkartmak, açlığa mahkûm etmek  -kazanılmış haklarını savunuyorlar diye-, hem de mümkün olan en sakil ve aşağılayıcı şekilde, cep telefonu mesajıyla; o da cinayet değil mi? Emekçileri taşeron elinde köleleştirip iş yeri denetimini de patronun emrine bırakmak; o da cinayetin dik âlâsı.

Ama, dedik ya, ar damarı bir kere çatlamışsa…

Van depremini bile fırsat bildiler, insan canı pahasına, BDP’yi devre dışı bırakıp itibarsızlaştırmak üzere, Belediyenin arama-kurtarma çalışmalarını engelleyerek; tabiî, bir de Afet Dönüşümü kisvesi altında insanların mülkiyet, barınma ve şehirde yaşama haklarına yargı denetiminden bağımsız bir şekilde el koymanın yolunu açabilmek için.

Habur da, bazı beyinsizlerin sandığı gibi akan kanı durdurma ve barış yolunda bir adım olmayıp, bir yandan BDP’yi devre dışı bırakıp siyasetten silerken, barış peşindelik hokkabazlığı üzerinden yargıyı kendi stratejik aracı hâline getirmeye yönelik Tophane-Tahtakale karması kaba bir manevradan başka bir şey değildir.

Bunlar, Yalova’da polis gazıyla katledilen Çayan’ı da Ergenekon ajanı ilân edebilirlerdi; hem çocuk Haberal’ın yeğeni, hem de Metin Hoca cinayetinin yıldönümü ya: Bu rezilliğe –şu ana kadar- tevessül etmedilerse, utandıklarından değil, akıllarına gelmediğindendir.

Bunlar, birkaç gün içinde Uludere katliamını hükümeti düşürmeye yönelik ikinci bir ’28 Şubat’ ilân edip, hak-adalet diyen herkesi darbe girişimcileri olarak içeri almaya da başlayabilirler; dedik ya,ar damarı meselesi...