ara-da-yiten-anlam-99390-1.Fotoğrafta en yaşlısı otuzlarında gösteren bir grup genç adam var. Objektife bakarken son derece mutlular; yüzlerindeki gülümsemeleri sahte değil, o anın duygusal gerçekliğini yansıtıyor. Kucaklarında bir sürü basılı materyal taşıyorlar; kitaplar, dergiler, afişler… Belli ki bu kâğıtlar yüzlerindeki gülüşün önemli bir parçası.

Aslında başka bazı detaylara -örneğin şapkalardaki kartala ya da soldan ikinci askerin kolundaki banda- yoğunlaşsak fotoğrafı farklı okuyabiliriz. Ama görsel ürünlerde önce insan yüzü arar, fotoğraftaki gözler üzerinden bağlantı kurmaya çalışırız; bu yüzden fotoğraftan ‘gülüş enerjisi’ yayılıyor.

Ama fotoğrafın ismini öğrenince tüm okuma süreci çöküyor: “Kitap yakan Naziler”. Fotoğrafa tekrar bakın, her şeyin değiştiğini göreceksiniz; bir dakika öncenin mutlu gülüşleri sapkınca bir neşenin ifadesi artık… Ortadaki tek dişi kırık genç şimdi bir sırtlan gibi sırıtıyor. Bu fotoğrafın şizoid etkisini en iyi açıklayan John Berger’ın şu sözleridir galiba: “Seçilip de kaydedilen anda genel olarak uygulanabilir bir haki­kat payı varsa ve mevcut olanı gösterdiği kadar olmayanı da göste­riyorsa, o zaman o fotoğraf etkili olur.” (Bir Fotoğrafı Anlamak, S. 38)

Şimdi bir başka fotoğrafa bakalım: Gülümseyen bir dede ve iki şirin torununu görüyoruz. Fotoğrafın taşıdığı tüm olumlu anlamlar, altındaki açıklamayla sallanmaya başlıyor: “RTE torunlarıyla birlikte”. Çocuklar daima masumdur, fotoğrafın o yönü değişmiyor, ama dede ve onun yüzündeki gülümseme artık başka bir şey; tutuklanan gazetecilerle ilgili konuşurken “Bazı kitaplar bombadan daha tehlikelidir” diyen birinin karanlık gülümsemesi...

İlk fotoğrafı, 1933’ün o korkunç Mayıs gecesi Berlin Opernplatz’da büyük olasılıkla görevli olarak bulunan biri çekmiş; belki bir gazeteci, belki Nazi Partisi’nin ya da henüz kurulmuş Propaganda Bakanlığı’nın bir görevlisi. ‘İş’ini yapıyor, hiç değilse kitap yakmak gibi bir suça ortak olmuyor, hatta belki farkına varmadan tarihe faşizmin ölümcül delilikleriyle ilgili bir not düşüyor. Biz de şimdi o notu okuyoruz.

İkinci fotoğrafı çekense o adamın, yani bazı kitapları ve yazarlarını yok etmek gerektiğine inanan, polis gençleri öldürürken “Emri ben verdim, ben!” diyen, polisin vurduğu 14 yaşındaki çocuğun bedeni üzerinden nefret politikası yürüten gaddar muktedirin Goebbelsvari bir propaganda aracı olarak kullanılacak fotoğraflarını çekmekle yükümlü değil aslında; kendisi başvurmuş, “Ne kadar zamandır fotoğrafınızı çekmiyorum” demiş, objektifini bile isteye muktedir hizmetine sunmuş… Bu fotoğrafın varoluşsal pozisyonunu da Berger’ın şu sözleriyle okumak mümkün: “Fotoğrafçı, fotoğrafını çektiği olayı seçer. Bu seçime kültürel bir inşa gözüyle bakılabilir. Bu inşanın uzamı da, fotoğrafçının fotoğ­raflamayı seçmediği şeyleri reddedişiyle belirlenmiştir. Bu inşa, onun, gözlerinin önündeki olayı okuyuşudur. Fotoğrafçının fotoğ­raflanacak an seçimini belirleyen, genellikle sezgisel ve hızlı olan bu okuyuştur.” (S.86)

2015’in dünyasında koskoca fotoğraf ustası tarihe not düşmüyor, sadece kendi ismini zalimlerle birlikte yazdırıyor, ne acı... Yıllar sonra o fotoğrafa bakanlar dedeyle torunlarını ya da zalim bir muktediri değil, bakış’la deklanşöre basma anı arasında anlamını yitiren fotoğrafçıyı görecekler.