Arada Kendimiz’e...

MURAT MÜFETTİŞOĞLU / mmufettisoglu@gmail.com

'Kendimiz’den kastım, iktidar oyununun sömürülen ve dışlanan kanadı, aktif/pasif tüm muhaliflerdir... İktidar ve muhalefet çatışarak birbirlerini var ederler. Malum çatışmalı ilişkide iktidar da güçlenebilir, muhalefet de; daha çok güçlenen iplerin sahibidir. En azından bugüne kadar tecrübe ettiğimiz politika denklemi bu şekildedir. İşin içinde maddi/manevi sömürü varsa denkliğin sağ tarafı; özgürlük, eşitlik talebi varsa sol tarafı tercih edilir. Dertlerin, ihtiyaçların ya da ideallerin türlü türlü 'kılındığı’ bir yaşamda (sol) muhalefetin homojenliğinden söz etmek imkânsızdır. 'Türlü türlü kılındığı’ diyorum, zira bu fiili durum, (sağ) iktidarların bir stratejisi, ne yazık ki "üstünlük” göstergesidir.

İktidarla nasıl mücadele edileceğinin yolu yordamı bellidir. Bunun için yeterli donanıma ve araçlara sahibiz. Sahip olmadığımız, daha doğrusu sahip olduğumuzu unuttuğumuz şeyler, teorik/pratik birikimlerimizdir. Yaşayan politik düşünürlerden biri, "umut ne yapabildiğimizi anımsamaktır çoğu zaman” der... Aslında muhalefet, iktidardan bağımsız biçimde büyüyebilen bir organizmadır ve türlü varlık alanlarından oluşur. Bu doğal durum, bütüncül, barışçıl bir toplum kurma yolunda sınırsız olanaklar barındırır. Dinamik mantığıysa açık ve nettir: Kendi içinde (dâhili) bir diyalektikle iş gördüğünden, kitleyi götürdüğü yer kimliksizlik ve sınıfsızlıktır. Yeter ki muhalif özneler olarak birbirimizle çatışmayalım; arada dönüp kendimize de bakalım.

'Atomu parçalamanın önyargıyı parçalamaktan zor olduğunu’ bildiğimden, bu yazımda düşünür isimlerini kullanmamaya gayret ettim -bir düşünür hariç. Ayrıca hangi fikir tamamen bir kişiye ait ki. Kaldı ki insan, 'değiştirilmesinin teklif bile edilemeyeceği’ tezlerden azade, serbest çağrışımlarla ilerlemek istiyor bazen. Bu bir ihtiyaç olmalı. Yaşarken ve düşünürken "kendiliğinden” oluşan zihinsel tepkimeler var ve sonuçlarının paylaşılması gerekiyor. Başka türlü sınanamıyorlar çünkü. Aksi halde, bilinçte kemikleşerek kendi iktidar alanlarını kuruyorlar. 'Katı olan her şeyin buharlaşabildiği’ bir gerçeklik düzleminde 'mutlaklık’ 'dogmatizme’ mahsustur... Öte yandan başka ihtiyaçlarımız da var. Lakin popüler siyasetin ve günlük yaşamın hengâmesinde farkına var(a)mıyoruz. Geçenler internete, 'dans ederek zamanı durduran kız’ alt başlığıyla bir video düştü: Filistinli bir baba ve kızı şehirde dolaşırlarken, keman çalmakta olan bir sokak müzisyenine rast gelirler. Baba kızına "dans etsene” der. Kız önce çekinir, derken babasının cesaretlendirmesiyle muhteşem bir gösteri sunar. Dar alanda kurulan; çalanın da, dans edenin de, izleyenin de nefes aldığı tertemiz, kutsal bir yaşam üçgeni.

Sistemik iktidarın dayattığı, dahası faydalandığı muhalefet anlayışlarından sıyrılmak; kurucu politikanın 'yapıtaşlarını’ ortaya çıkarmak gerekiyor. Bugünlere gelmemizi sağlayan kadim öğretilerin hatırına bunu yapmak zorundayız, ki en fazla hak eden öğretilerin başında Marksizm geliyor. Belirli 'değişmezler’ üzerine kurulu olsa da, özünde devingen ve fütüristiktir, zaten bu yüzden devrimcidir. Esprisini anlayıp anlamamak bize kalmış. Her şey bir yana, politik birikimleri ve bilgiyi genişletmenin yolu, ait olduğu paradigmaların sınırlarını zorlamaktan geçiyor. Hâl böyleyken, daha yoğun yaşamak ve daha sık hayal etmek, zamanlar ve politikalar üstü işimizdir. Dans ederek zamanı durduran Filistinli kız ve onca olumsuzluğun arasında onu yetiştiren babası, biricik hikâyemizin vazgeçilmez karakterlerindendir. Emeğiyle ve yeteneğiyle sokağın anlamını pekiştiren müzisyeni de unutmamak gerekir. Ve bütün bu güzellikler, Tanrı’nın yeryüzündeki görüngüsü 'devlete’ ve onu giyinen iktidarların tahakkümüne rağmen –evet- mümkündür.

20. yy’nin önemli düşünürlerinden birinin, 'devletin pürüzlü mekânına karşı çokluğun pürüzsüz mekânı’ diye bir ifadesi var. Politik felsefenin düşündürücü cümlelerinden biridir bana göre. Bağlamın içine girmeden anlaşılması kolay olmayabilir. Biraz açalım: Pürüzlü mekân, kesintisiz propaganda yoluyla baskı ve telkin iletimini sağlayan formal/informal devrelerden oluşur ve muhaliflerde türlü 'çıkmazlara’ sebep olur. Sınırsız eyleme ve varoluşa imkân tanıyan 'pürüzsüz yüzeylerde’ kalmak 'çıkmazlardan’ kurtulmak için çok daha elverişlidir. Misal; bir üniversitede profesör olmanız zihnen ve bedenen kontrol edilemeyeceğiniz anlamına gelmez. Tam tersi, belli zamanlarda bulunmanız gereken mekânlar, yazmanız gereken makaleler, en kötüsü, uymanız gereken yönetmelikler vardır. Pürüzlü mekândan kastedilen –kısaca- budur ve zinhar akademiyle sınırlı değildir. Ya, dışına çıkmanın bir yolunu bulmak gerekiyor(ki kolay değil çünkü iktidar her yerde), ya da, iktidarın savunma bankasında bulunmayan araçları da mücadeleye katmak gerekiyor. Pürüzsüz alandan kastedilen biraz böyle bir şey ve çok net bir örneği var: Gezi aklı ve mizahı! Kimileri "örgütsüz özgürlük” diyerek küçümsemişti. Olabilir. Fakat köküne kadar gerçekti. Bu yanıyla bir 'anlamı’ olmadığını iddia edenler, iktidarın kontrolünde kalmayı tercih edenlerdir.

Oyun, iktidarın belirlediği alana ve tarza sıkıştığı müddetçe top hâkimiyeti onda demektir. Tamam, sol iktidar ehvendir de, bu tez yeterli midir, dahası doğru mudur? Gevelemeden söyleyelim: 'Parti-temsilci-iktidar’ çizgisi, bünyesinde sağ tonlar barındıran bir çizgidir ve son tahlilde kapitalist hegemonyaya hizmet eder. "Meşruiyet” meselesi manipüle edilmiş bir "millet iradesiyle” halledilirken, hegemonik yapı -yaptırım gücünü kaybetmemek için- elinden geleni ardına koymaz; icab ederse içsavaş çıkartır. Düzenin/düzensizliğin bürokratik temsilcisi ve sözde demokrasinin hakemi olan 'devlet’ ise bütün bir yaşam sathını kontrol etmenin çabasından kolay kolay vazgeçmez; vazgeçerse kendisi dahil bütün tarihsel bağlantılarının çözülmesine neden olur. Resim buyken, kapalı ve dikey organizasyonlarıyla devletin kontrol alanının dışına çıktıklarını sanan kimi muhalif gruplar, aslında devletin varlık zemininin üretimine katkı sunarlar. Zıt söyleme sahip olsalar da, aynı ontolojik bütün içerisinde var olmaya çalıştıklarından progressif (ilerlemeci) bir muhalefet pratiğini oturtmakta ve genişletmekte sıkıntı yaşarlar. Çoğu zaman devlete düşen; yeni güvenlik paketleri oluşturmak, kolluk güçlerini revize etmektir. İşin kötüsü, iktidar ve yaptırım virüsü söz konusu grupları da sardığından kendi aralarında da çatışırlar. Bir başka düşünür, sistem karşıtı gruplar arasında "denklikler mantığı” bulunduğunu söyler. Yani, ilkesel açıdan ayrıcalıklı grup olmadığı gibi, bir grubun diğer gruplar üzerinde üstünlük kurma hakkı da yoktur.

Baskıcı ve sömürgen bir iktidarın yerinden edilmesi için 'evrensel normlar’ üzerinden sağlanacak eklemlenmeler, her muhalif bireye/gruba içkin (ortak) eylemliliktir. Buna rağmen, günün iktidar kodlarını kavrayıp çökertebilecek bir 'düşünce ve eylem makinesi’ hâlâ çatılabilmiş değildir. İronik olan, o makinenin yüz yetmiş sene önce tasarlanmış olmasıdır. Karl Marx tarafından!