Çevrimiçi gösterimleri süren 24. Uçan Süpürge Film Festivali’nin Direktörü Azize Tan, festivalin bu yılki teması olan ‘Araftan Çıkmak’ için, “Kadınlar olarak ancak birlikte dayanışarak omuz omuza yürüyerek bu araftan çıkabiliriz” dedi

Araftan omuz omuza çıkacağız

Işıl ÇALIŞKAN

24’üncü kez düzenlenen Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali bu yıl ‘Araftan Çıkmak’ temasıyla sinemaseverlerin karşısında. Festivalde, dünyanın dört bir yanından direnen, ilham veren ve dayanışan kadınların hikâyelerini anlatan yapımlar yer alıyor. Bu yıl iki aşamalı gerçekleştirilen festivalin çevrimiçi gösterimleri 3 Haziran Perşembe’ye kadar sürecek.

Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, 4-11 Haziran tarihleri arasında ise festival mekânlarında izleyiciyle buluşacak. Bu yıl festivalin direktörlüğünü ilk kez üstlenen Azize Tan ile konuştuk.

Festivalin 23 senelik serüveninde geldiği noktayı nasıl anlatırsınız?

Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali 1998 yılında, Uçan Süpürge’nin kurulmasından bir buçuk yıl sonra başlıyor. 90’lı yıllar kadın hareketinin ve kadın örgütlenmesinin çok güçlendiği yıllar. Uçan Süpürge’nin kuruluşu da bu örgütlenmenin güçlenmesine dayanıyor. Uçan Süpürge kurulduktan sonra da hem sanatın iyileştirici gücüne olan inanç hem de sinemanın geniş kitleler üzerindeki etkisi ve ulaşılabilirliği gözününde bulundurularak bir de film festivali düzenlemeye karar veriliyor.

Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, Türkiyenin ilk kadın filmleri festivali olarak hayata geçiriliyor ve geçtiğimiz 23 yıl boyunca kesintisiz bir şekilde devam ediyor. Bu istikrarı sağlamak hiç de kolay değil ve uluslararası anlamda da dünyadaki diğer kadın film festivalleri ile işbirliği halinde. Bugün Uluslararası Film Eleştirmenleri Derneği FIPRESCI’ninödül verdiği tek kadın filmleri festivali olarak hayatına devam ediyor. Yıllar içerisinde önemli kadın yönetmenlerin keşfedilmesinde, hem de bir iletişim ve dayanışma ağı kurulmasına vesile oluyor Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali.

Siz ilk kez bu yıl festivalin direktörülüğünü yürütüyorsunuz. Sizin için ne ifade ediyor bu durum?

Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, Ankaradan çıkmış, Ankaralılarla bütünleşmiş ama dünya festivaller takviminde yerini almış, kadın film festivalleri arasında bilinirliği oldukça fazla olan bir festival. O nedenle de böyle bir festivali düzenlemek sadece film programı yapmak demek değildi. Onun sorumluluğunu hissettim. Ama tabii ki Uçan Süpürge’nin köklü bir festival olması, dünya üzerindeki bilinirliği festivalin organizasyonunun bir şekilde daha kolay yürümesine sebebiyet verdi. Hangi filmi davet etsek kolaylıkla kabul ettiler, kimi çağırsak çok gelmek istedi ama ne yazık ki pandemi nedeniyle pek çoğu davetimizi gelecek yıllarda icabet edebileceklerini söyleyerek ertelediler. Bir de zannediyorum benim de şansıma bu yıl festival hakikaten imece usulü ile gerçekleştirildi. Ankarada özellikle kimin kapısını çalsak herkes bir şekilde ucundan köşesinden festivale destek oldu. Tabi iT.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın büyük katkılarıyla düzenleniyor festival ama Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin büyük destekleri oldu, özellikle teknik altyapı ve tanıtım anlamda bizi çok desteklediler. Çankaya Belediyesi’nin, Yenimahalle Belediyesi’nin, KentKonseyi’nin, Ankaralı iş kadınlarının derneği KAİSDER’in çok destekleri oldu. O yüzden ben Ankaralılar tarafından çok kucaklandığımızı hissettim. Ankaralı değilim ama bu beni çok mutlu etti. Çünkü her festivalin içinde bulunduğu şehirdeki yerel yönetimler ve oluşunlar tarafından desteklenmesi o festivalin gücünü artıran bir şeydir.

PANDEMİYE DE BİR GÖNDERME YAPIYORUZ

Festival 24’üncü yılındaki teması “Araftan Çıkmak”. Ardında yatan anlamı sizden dinleyelim…

Araftan Çıkmak teması bizim için büyük bir anlam taşıyor. Geçen yıl temamız “Evde Kaldık” idi. “Araftan Çıkarak” bir nevi geçen yılın devamını vurguluyoruz. Haliyle pandemiye de bir gönderme yapıyoruz. Son 1,5 yıldır iki arada bir dere de bir hayat yaşıyoruz. Belki de şapkamızı önümüze koyup biraz da düşünme fırsatı bulduğumuz bir dönemden, bir süreçten geçtik. Ama aslında kadın hareketi için büyük bir anlamı var bu temanın. Son dönemlerde #metoo hareketi olsun, başka ülkelerdeki başka kadın hareketleri olsun; kadın meselesi ve toplumsal cinsiyet eşitliği gibi sorunlar dünyanın her tarafında daha fazla konuşulur oldu. Bir sorun olduğu, bir eşitsizlik olduğu artık herkesçe kabul edilmekle birliktebu sorunların çözümüne yönelik somut adımlar atılmıyor. Aslında kadınların çok uzun yıllar mücadele ederek elde ettikleri çok değerli kazanımların bugün dünyanın her tarafında o kadar da garanti altında olmadığını görebiliyoruz. Bir yasayla, bir değişiklikle bu kazanılmış haklardan feragat edilebildiğini görüyoruz. O nedenle de kadınlar olarak ancak birlikte dayanışarak omuz omuza yürüyerek bu araftan çıkabiliriz ve haklarımızı kazandığımız ve kazanılmış haklarımızın korunmasının artık bir mesele olmadığı bir dünya inşa edebiliriz. O nedenle de bu yıl Tema Ödülümüzü bu alanda dünyanın farklı yerlerinde çalışan üç kuruma vermek istedik. Bunlardan ilki Türkiyeden Eşik, “Eşitlik İçin kadın Platformu”. Türkiyedeki bütün kadın örgütlerinin bir araya gelerek kadın sorunları için birlikte hareket ettikleri çok kıymetli bir platform. Bir diğeri Arjantinde başlayan ve kadın cinayetlerine karşı mücadeleleri tüm Latin Amerika'ya yayılan, etkileri tüm dünyada hissedilen“Ni Una Menos” yani “Bir Kişi Daha Eksilmeyeceğiz” ve Polonyalı kadınların kürtaj hakkı mücadelesinden doğan, kadın grevi pratiğiyle kadınların temel haklarını savunan “Strajk Kobiet” yani “Kadın Grevi”. Söylemek istediğimiz aslında birlikte dayanışarak, mücadele ederek bu araftan çıkabiliriz ve kadın haklarının sadece kotalarla değil “organik “olarak topluma yerleştiği bir düzen kurulmasını sağlayabiliriz. Bu yıl yaptığımız afiş de aslında biraz buna gönderme yapıyor. Yıkılmayacağını düşündüğümüz duvarları kadınların birbirlerine el vererek, omuz vererek aşabileceğini gösteriyor.

araftan-omuz-omuza-cikacagiz-881420-1.
Azize Tan

Festival bu yıl hem çevrimiçi hem de fiziki olarak gerçekleştirilecek. Bu kararı almanızda ne etkili oldu? Sinema salonlarının aylardır kapalı olduğu günlerde sinemanın aynı zamanda sosyal bir eylem olduğuna da vurgu yapıyorsunuz bir anlamda…

Festivali biz bu sene aslında tamamen fiziksel olarak yapmayı planlıyorduk. Tarihimizi de 27 Mayıs - 3 Haziran olarak açıklamıştık ilk önce. Fakat pandeminin ilerleme süreci bizi daha tedbirli olmaya sevk etti ve festival tarihlerini bir hafta daha uzatmaya, festivali hibrit bir modele çevirmeye karar verdik. İlk haftamız çevrimiçi, ikinci haftamızı fiziksel olarak yapacağız. İkinci haftamız Haziran ayına denk geldiği için de havaların ısınmasından yararlanarak açık hava sineması modelini de kullanacağız. Aslında festivaller biliyorsunuz şenlik demektir, böylece sadece güzel filmler göstermekle kalmayacağız aynı zamanda festivalin insanları buluşturan atmosferini de tekrar yaşatmaya çalışacağız izleyicilere. Tabii ki gerekli tüm tedbirleri alarak. Sinema ve özellikle de festivaller tabii ki sosyal bir eylem, çünkü festivallerde insanlar bir araya geliyorlar, film seyrediyorlar, bu filmler üzerine konuşuyorlar, tartışıyorlar, yeni insanlarla tanışıyorlar. Türkiyeye ziyarete gelen yabancı yönetmenler oluyor ya da yerli yönetmenler, daha önce tanışmayanlar tanışıyorlar. Sinema alanında çalışan insanlar arasında yeni bir bağ oluşuyor. Seyircilerle bu filmleri yapan insanlar bir araya geliyorlar. Çünkü sinema bir taraftan da seyircinin reaksiyonunu birebir yüz yüze alabildiğiniz bir sanat dalı değil ama festivaller buna imkan veriyor. Biz de festivalin ikinci yarısında 4-11 Haziranda Ankarada konuklarımızı ağırlayacağız. Bu yılını çok konuşulan filmlerinden Lübnan Semaları’nın yönetmeni ChloéMazlo gelecek konuklarımız arasında. Bunun dışında Nisan Dağ Bir Nefes Daha filmin yönetmeni, Azra Akın Okyay Hayaletler filminin yönetmeni, Ayça Damgacı Patridanın yönetmenlerinden, Zeynep Dadak, Nebiye Arı gibi yönetmenlerimiz de Ankarada bizimle birlikte olacaklar ve seyircilerle buluşacaklar. Tabii istediğimiz kadar kalabalık bir konuk kitlesi ağırlayamıyoruz pandemi nedeniyle. İlk başlarda konuştuğumuz zaman yurtdışından çok daha fazla konuğumuz gelecekti ama pandeminin seyri nedeniyle bu süreç biraz sekteye uğradı. Ama pek çoğuyla da online bağlantılar yapacağız film gösterimlerinden sonra ve yine bizlerle birlikte olacaklar. Yine de bu koşullarda, seyircilerin artık çok özledikleri büyük perdede film izleme imkanına kavuşacak olmalarından dolayı çok sevinçliyiz.

BELLİ BİR DÜZEYDEN

Bu yılki film seçkisinde hassasiyetleriniz nelerdi?

Film seçkisini oluştururken benim özellikle her zaman ilk hassasiyetim; sinemasal anlamda içimize sinen filmler olması tabii ki. Tematik bir festivaliz, kadın yönetmenlerinfilmlerine yer veriyoruz ama hiçbir zaman da belirli bir düzeyden vazgeçmiyoruz. Bu yıl da, kadın yönetmenlerin pandemi koşullarına rağmen hakikaten çok iyi filmler çektikleri bir döneme denk geldik. Tabii bir de programda çeşitliliğe yer vermek bizim için çok önemli. Dünyanın çok farklı köşelerinden, 30’u aşkın ülkeden film gösteriyoruz. Etiyopya’dan Kanadaya, Amerikadan Avustralyaya, Tunusa, Avrupanın çeşitli ülkelerine kadar farklı ülkelerden filmler göstermeye çalışıyoruz. Burada belli bir sanatsal kaygımız var ama aynı zamanda konu anlamında da bir çeşitlilik gözetiyoruz. Dünyanın belli başlı festivallerinde gösterilmiş filmleri mümkün olduğu kadar takip etmeye gayret ediyoruz. Şubat ayında çevrimiçi olarak yapılan Berlin Film Festivalinden çok sayıda filmi programımıza aldık. Program kapsamında çok iyi belgesellerimiz var, Amerikalı kadın yönetmenler için özel bir bölüm düzenledik çünkü #metoo hareketinden sonra hem nicelikhem nitelik olarak Amerikalı kadın yönetmen filmleri ön plandaydı. Bu yıl Oscarlarda büyük başarı kazanan Nomadland örneğin göstereceğimiz filmlerden biri. Yine geçen yılın çok konuşulanfilmlerinden Asistan/The Assistant da film endüstrisi içindeki kadınların nasıl çalışma ortamlarında var olmaya çalıştıklarını anlatan bir film. FIPRESCI’nin değerlendireceği Her Biri Ayrı Renk adlı bölümümüzde de birbirinden ilginç filmler var. Samaher Alqadi’nin yönetmenliğini yaptığı Benim Bedenim/As I Want bunlardan bir tanesi. Filmin Türkiyedeki ilk gösteriminiyapıyoruz. Mısır devriminin ikinci yıldönümünde yapılan gösterilerde sokakta meydana gelen toplu tecavüze karşı kadınların isyanını anlatıyor. Onun dışında Derisini Satan Adam/The Man Who Sold His Skin, yine Oscarlarda Uluslararası Film dalında aday olmuş filmlerden bir tanesi. Sen Ne Muhteşemsin Wanda/My WonderfulWandaçevrimiçi gösterilerimizin ilk gününde göstereceğimiz filmlerimizden. Bettina Oberli’nin yönetmenliğini yaptığı bir trajikomedi diyebiliriz film için. Zengin ülkelere gidip oradaki varlıklı ailelerin yanında bakıcı olarak çalışmak zorunda kalan kadınların hikayesini anlatıyor ve bu kadınların aslında yalnızca ev işleri ve hasta bakmadığını, aynı zamanda bütün ailenin hayatını toparlamaya yardımcı olduğunu görüyoruz. Kadınların Hafızası bölümümüzde de yine bu yılın çok konuşulan filmlerinden Jasmila Zbanci’in Nereye Gidiyorsun Aida?/Qua Vadis Aida filmini gösterceğiz. Hatıra Kutusu/Memory Box bu yıl Berlin Film Festivali’nde yarışmadaydı. Küçük Anne/Petit Maman yine Céline Sciamma’nın özellikle Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi filminden sonra çok büyük merakla beklenen yeni filmi olarak bu bölümde yer alıyor. Yine Berlin Film Festivali ana yarışmasında yer alan Maria Schrader’in Tam Sana Göreyim/I’m Your Man de Kadınların Hafızası bölümünde göstereceğimiz filmlerimiz arasında. Belgesellerimizin yer aldığı bölüme Kadınların Tarihi adını verdik. Beyaz İsyan/White Riot bu bölümde gösterdiğimiz filmlerden. Rubika Shah’ın yönetmenliğini yaptığı Black Lives Matter” (SiyahlarınHayatıDeğerlidir) hareketininkarşılıkbulduğuLondrada 1970’lerdeki punk estetiğiyleyürütülenantifaşistmücadeleninanlatıldığı bir belgeseli. Onun dışında geçtiğimiz günlerde VisionsduReel’de En İyi Film Ödülü’nü kazanan Zordur Gitmek/Faya Dayi programımızdaki belgesellerden. Jessica Beshirin yönetmenliğini yaptığı ve Etiyopyadan memleket hikayelerini anlattığı bir belgesel. Hakikaten estetik açıdan da oldukça çarpıcı siyah beyaz bir film.Geniş bir yelpaze sunmaya çalışıyoruz seyircilere program hazırlarken o nedenle çocukları da özellikle unutmadık ve Rocca Dünyayı Değiştiriyor/Rocca Changes The World adlı filmimizi göstereceğiz 9 Haziran saat 17.00de Gençlik Parkı’ndaki Kent Konseyi etkinlik alanında. Çocukluğumuzun bildiğimiz romanı Pipi Uzun Çorap’ın bir nevi uyarlaması olan bu film kız çocuklarının isterlerse her şeyi başarabileceklerini gösteriyor.

YALNIZ OLMADIĞIMIZI VURGULUYORUZ

İstanbul Sözleşmesinin bir gecede fesh edildiği zaman diliminde kadın meselelerine değinen bir festival düzenlemenin bugün nasıl bir anlamı var?

Bir kadın filmleri festivali düzenlemenin zannediyorum en önemli tarafı dayanışma duygusunu ve yalnız olmadığımız duygusunu vurgulamak. Dediğim gibi dünyanın 33 farklı ülkesinden filmler gösteriyoruz ve ağırlıklı olarak kadın hikayelerini anlatıyor filmler. Dünyanın çok çok farklı yerlerinde kadınların çok benzer dertler içerisinde olduğunu görüyoruz. Bu hem birbirimiz arasındaki iletişim hem de birbirimiz arasındaki dayanışmayı artırmaya aslında ne kadar ihtiyacımız olduğunu gösteriyor. O anlamda bu festivalin yapılmasını çok önemli buluyorum. Seyirciler gelecekler, hem çevrimiçi olarak hem de fiziksel mekanlarımızda film izleyecekler, düşünecekler ve hep birlikte tartışacağız, konuşacağız, yönetmenlerle, yapımcılarla, filmleri yapanlarla. Yaşadığımız toplum içerisinde kadının yeri, kadın olmak ne demek, bu verilen mücadeleler boşuna mıydı ya da biz tekrar nasıl haklarımıza sahip çıkacağız bunları konuşmak için de önemli bir platform oluşturduğunu düşünüyorum.

Geçtiğimiz yıllara göre nasıl farklılıklar var programda?

Geçtiğimizyıl festival pandemiye ilk reaksiyon veren festivallerden bir tanesiydi. Festivali iptal etmeyip online da olsa yapmaya karar verdi Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali. Orada daha ziyade bir ayaktayız, hayattayız, evde kaldık ama yine de festivalimizi yapıyoruz dürtüsüyle harekete geçildi ve henüz daha çevrimiçi gösterimler bu kadar yaygınlaşmamışken bulunan çözümlerle son derece başarılı ve seyircileri de memnun eden gösterimler gerçekleştirildi. Ama söylediğim gibi bu yıl biz biraz daha Uçan Süpürge’nin eski yıllarındaki programlarını hatırlatan bir programla geri dönüyoruz. Dünya üzerindeki nitelikli film festivallerinde gösterilmiş filmlere yer veriyoruz. Türkiyeden de aynı şekilde, az önce de bazılarının isimleri saydım. Biraz da merak edilen, beklenen filmlerin pek çoğunun Türkiye prömiyerini festivalimiz kapsamında gerçekleştirme imkanı bulacağız. Örneğin Bir Nefes Daha filminin yönetmenin Nisan Dağ da Ankaralı. Tallinn Film Festivali’nde filmi ile en iyi yönetmenödülünü kazandı veBir Nefes Daha filminin Türkiye prömiyerini biz Ankarada, Nisan’ın kendi memleketinde yapacağız. Bu bizi çok mutlu ediyor, bunun gibi pek çok ismin Türkiyedeki ilk gösterimleri yine Uçan Süpürge programında gerçekleştirecek. O bakımdan da biraz belki geçtiğimiz yıllara göre bir parça daha dikkat çeken bir program olduğunu söyleyebiliriz.

Festivalde bu yıl da birbirinden değerli isimler ödüllendirildi. Sanatta yarışma fikrine nasıl bakıyorsunuz?

Evet, festivalde bu yıl birinden değerli isimlere ödüller veriyoruz. NurSürer ve Zuhal Olcay’a Onur Ödülü takdim edeceğiz. Bilge Olgaç anısına verdiğimiz başarı ödüllerimizi Demet Evgar, Ayta Sözeri, Ekin Fil ve Gülin Üstün’e takdim ediyoruz. 30 yaş altı kadın oyunculara verdiğimiz Genç Cadı Ödülü’müzü de AhsenEroğluna vereceğiz. Sanatta yarışma fikrine gelirsek; bizim verdiğimiz ödüller bir yarışma sonucunda verilen ödüller değil. Bunlar birer teşekkür. Zaten festivalimizin en temel amaçlarından bir tanesi sinemamızdaki kadınların emeğini görünür kılmak. Bu yukarıda ismini saydığım çok değerli kadınların her biri sinemamıza çok büyük emekler vermiş ya da Ahsen Eroğlu gibi kariyerinin başında uzun yola adım atmış insanlar. Ya onları cesaretlendirmek için veriyoruz bu ödülü ya da teşekkür etmek için, emeklerine tarihte bir not düşmek için veriyoruz. O nedenle bu ödüllerin anlamı bence hem bizim için hem onlar için daha farklı bir yerde duruyor.

Ama sanatta yarışma fikrine şahsi bakışımı söylemem gerekirse; ben yarışmaların aslında dikkat çekmek amacıyla yapıldığını, filmleri vurgulamak, onlarıön plana çıkartmak, sinemaya dair biraz daha konuşturmak için yapıldığını düşünüyorum. Fakat kanaatimce son dönemlerde bu yarışmalar bir parça artık sadece neredeyse filmleri seyretmemizin tek sebebi haline geldi. İşte orada ödül aldı burada ödül aldı vs gibi bir durum var, yarışmanın amacı bu değildir. Filmler de yarışmalarda ödül kazanmak için çekilmezler sadece. Filmlerin tek başarı kriterinin yarışmalarda kazanılan ödüller olmasına karşıyım, zaten başarı kriterinden bahsedebilir miyiz ondan da hiç emin değilim.