En son Cezayir meclis seçimleri ve Mısır’da iptal edilen cumhurbaşkanlığı seçimleri nedeniyle bölge yine gündeme geldi ama herhalde AKP’liler ve destekçisi liberaller dışında dünyada Arap Baharı’ndan heyecanla söz eden kimse kalmadı. Arap Baharı ya da Arap Devrimi’nin gerçekleştiği bütün ülkelerde sadece İslamcılar kazanıyor. Hiçbir ülkede ne ordunun ne de yönetimlerin anti demokratik yapısı değişmiyor.

Bu ülkelerden Batı basınına gelen haberlere göre, devrimlerin asıl kaybedenleri olan kadınlar, azınlıklar,demokratlar ve liberaller için yaşam her geçen gün daha da zorlaşıyor. Bizdeki gibi El Cezire TV’nin tek yanlı haberleriyle yetinmeyen Batı basını, bu ülkelerde araştırma yapan araştırmacıların gözlemlerine ve orada yaşayan aydınların tahlillerine büyük önem veriyor.

Son bir ay içinde Alman basınında yer alan iki röportaj, bırakın Arap dünyasında olup bitenlere devrim demeyi, bu ülkelerdeki demokrasi güçlerinin işlerinin daha da zorlaştığını gösteriyor. İşin garip yanı, konuşan hem Arap liberal aydını hem de Batılı liberal aydın, bizdeki liberallerin dediği gibi oralardaki ‘İslami demokrasi’den hiç söz etmiyor.
 
Avrupa’nın tanınmış Kuzey Afrika uzmanlarından Dr. Hanspeter Mattes, incelemelerde bulunduğu Fas, Tunus ve Mısır’ı, dönüşte kendini ‘sol liberal' diye tanımlayan Frankfurter Rundschau gazetesine değerlendirdi. Mattes ile Martina Doering konuştu ve görüşmenin aslı 14 Nisan tarihinden itibaren gazetenin internet sitesinde de yayınlandı. Mattes, Avrupa'nın Ortadoğu ve Kuzey Afrika üzerine ekonomik ve toplumsal çalışmalar yapan en büyük araştırma kurumlarından Almanya’daki GIGA Institut’te (German Institute of Global and Area Studies) Kuzey Afrika uzmanı olarak araştırmalar yapıyor.

>>>> Üç ülkedeki durumu bir paydada toplamak mümkün mü?

Bu zor: Fas’ta Kral, reform yapmaya uğraşıyor; Tunus’ta yeni seçilen hükümet, içinde bulunduğu durumu anlamaya çalışıyor; Mısır’da Askeri Konsey hâlâ iktidarda. Belki üçünün ruhu karşılaştırılabilir: Her üç ülkede de değişiklikler çok hızlı oldu ama asıl iş şimdi başlıyor. Ülkeler siyasal yeniden yapılanmanın başında ve her kesimde dalgalı bir ruh hali var. Kimisi tünelin sonunda ışığı görüyor, kimi nereye gideceğini bilmiyor. Hayal kırıklığı duygusu ve belirsizlik genel olarak yaygın.
 
>>>> Bu hayal kırıklığı kendini nasıl ifade ediyor?

Örneğin Mısır, Tunus ve Fas’ta büyük seçim başarısı elde eden İslamcılar ellerini ovuşturuyor. Onlar, Arap Baharı’ndan İslami bahar yapmayı başardı. Ama diğer herkes, liberaller, demokratlar, sanatçılar, kadın örgütleri, çok daha karamsar, çünkü özellikle bu kesimler İslamcıların gittikçe artan kendilerine yönelik hoşgörüsüzlüğü ile mücadele etmek zorunda.

>>>> İslamcılar yeni konumlarını nasıl kullanıyor?  

İslamcı partiler açık ve kapsamlı seçim programlarına sahipti ve bir İslami toplum projesini gerçekleştirmeye çalışıyor. Bunu gerçekleştirip gerçekleştiremeyecekleri ya da ne kadar hızlı gerçekleştirecekleri başkalarının, İslamcı olamayan güçlerin direnişine bağlı.

Ancak İslamcılar kendilerine çok güveniyor ve bu durum pozisyonların ve devlet dairelerin doldurulmasında da kendini gösteriyor. Mısır’da Meclis Başkanlığı’nı aldılar ve Hayrat el Şâtır ile Devlet Başkanlığı yarışına başladılar, Meclis’teki bütün önemli komisyonları ve zaten Anayasa Komisyonu’nun da bütün önemli üyeliklerini doldurdular.

Durum Tunus ve Fas’ta da aynen böyle. Tunus’ta üç güçlü İslamcı parti kendi arasında anlaştı ve İslamcı Ennahda Partisi Genel Sekreteri Hamadi Jebali Başbakan oldu: Hükümeti kurdu ve bütün önemli birimleri Ennahda’ya yakın duranlarla doldurdu. Fas’ta yeni anayasaya göre, Meclis’in en güçlü partisi Başbakanı atıyor ve bu güçlü parti, İslami bir parti olan Adalet ve Kalkınma Partisi. Bu partinin genel sekreteri Abdelilah Benkirane, geçen Aralık’tan beri Başbakan ve önemli Bakanlar da bu partiden.

>>>> Buna karşı bir direniş yok mu?

Mısır’da muhalefet yani liberaller, demokratlar, sekülerler ve Kıptiler de, saflarını sıklaştırmayı deniyor ve modern bir cephe oluşturmaya çalışıyor; bunun için uygun gösteriler organize ediyor. Bunun uzun vadede yeterli olup olmayacağı şüpheli. Bunlar sadece deneyimli ve köklü İslamcıların iktidar aracını karşılarına almakla yetinmiyor, İslamcıların mutlak otoritelerini sağlamalarına da engel oluyor. Bundan sonra da İslamcılar, her şeyden önce de muhafazakâr Selefiler oldukça saldırgan ve vahşi yöntemlerle insanlara gözdağı vermeyi deniyor ve çoğu kez de bunda başarılı oluyor. Bu vahşet yöntemi yavaş yavaş toplumu sindirecek iklimi yaratıyor.    

>>>> Bunları yapanlar, küçük marjinal gruplar değil mi?

Buna dair sosyolojik bir çalışma yok ama bunların marjinal gruplar olmadıklarına dair belirtiler var. Örneğin çok büyük maddi imkâna sahipler. Suudi Arabistan’dan, Katar’dan para desteği alıyorlar. Bununla iletişim araçlarını, propaganda çalışmalarını finanse ediyorlar. Ayrıca, bu ülkelerden Kuzey Afrika’yı gezen çok sayıda vaiz var ve örneğin kadınların sünnet olması çağrısı yapıyorlar. Bunlar için Mağrip ülkeleri çok verimli bir misyonerlik ülkesi. Bu gibi konularda çok sayıda tek tek oluşum var ve neyin, nasıl yapılması gerektiğini göstermek için harekete geçiyorlar.

Örneğin; kısa süre önce Tunus’un Kayravan şehrinde gençler bir hırsızı yakaladı ve elini kesti. Sonra şunları söylediler: Biz sadece şeriat ne diyorsa onu uyguladık! Selefiler bu anlamda özel milisleriyle diğerlerine göre çok önde. Bunların karşısında ince düşünceli, eğitimli üniversite hocaları, sanatçılar, öğrenciler ayrı bir cephe oluşturmak zorunda.
 
>>>> Devrimin asıl kaybedenleri kimler?

Her şeyden önce hakları zayıflayan kadınlar. Sanatçılar da. Bu Paskalyadan önce Selefiler, Başkent Tunus’un merkezindeki bir tiyatroyu bastılar, güya orada İslami olmayan bir tiyatro oyunu sergileniyormuş. Sonra dinsel ya da etnik olup olmadığına bakılmaksızın bütün azınlıklar kaybedenler tarafında: Mısır’da Kıptiler, Tunus’ta ölümle tehdit edilen ve mezarlıkları tahrip edilen Hıristiyanlar ve Yahudiler.

>>>> İslamcıların demokrasi sürecine büyük etkisi olduğunu, İslamcıların demokratikleşme sürecinde olduğunu söyleyen görüşler var…

Seçimlerden galip çıkmış gibi görünüyorlar. Ama yaşanan bu durumun dini diktatörlüğün inşasına yol açabileceği de kesin. İslamcıları seçen çok sayıda insan, aslında onları seçmek istemediklerini söylüyor.

Ama bu zamana kadar bu ülkelerde yozlaşmış egemen iktidara karşı yalnızca İslamcılar muhalefet oluşturmuştu: Onlar yolsuzluğa bulaşmamıştı, inançları uğruna hapiste yatmışlardı ve seçimlerde bunun için ödüllendirildiler. Bu görünen yüzün arkasında kimse dinsel bir faşizmi göremezdi.

Büyük soru şu, bu sorunla nasıl baş edilecek? 1992’de Cezayir’de İslami Kurtuluş Cephesi seçimleri kazandığında ordu harekete geçti ve 1992’den 1997’ye kadar iç savaş yaşandı. Şimdi Mısır ve Tunus ordusunun uzun vadede nasıl hareket edeceğini kimse bilmiyor.

>>>> Arap Baharı Batıda büyük bir devrim sevinci olarak karşılandı. Bu olaylardan ve durumlardan sonra durumu biraz daha soğukkanlı mı değerlendirmek gerekiyor?

Bu zamana kadar zaten herhangi bir devrim olmadı ki. Bu sadece bir iktidar değişikliği. Buralarda demokrasi ve insan haklarına çok uzağız. Bölgeden birçok gazeteci ve yazar bundan sonra gidişatın nasıl olacağına dair ve bu denli anti demokratik, otoriter yapılandırılmış aktörlerle demokratik bir sisteme ulaşmanın nasıl olacağı konusunda endişelerini belirtiyor. Kötü malzemeyle iyi bir pasta yapamazsınız.

>>>> İslamcıların yeterli uzman personeli var mı?

Kesinlikle hayır. Bu ülkelerin eleştirel basını tarafından da bildiriliyor ki, Bakanlar bile uzmanlık ve liyakate göre değil, partideki yerine ve örneğin ne kadar uzun süre davadan hapiste yattığına göre belirleniyor. İslamcıların döneminde de tıpkı 2011 öncesi dönemdeki gibi atamalar yapılıyor. Ama anti İslamcı muhalefet de temelde bunlardan daha iyi durumda değil. 

>>>> Anketlerde onur, adalet, ama her şeyden önce yoksulluk ve gençliğin perspektifsizliği gibi toplumsal sorunlar öne çıkıyor. Bu ülkelerin yöneticileri ekonomik sorunları şimdi kontrol altına alabiliyor mu? Ekonomik reformlar başladı mı/planlandı mı, yürütülecek mi? 

Hükümetler açıkça bu görev ve zorlukların bilincinde. Örneğin Fas’ın hükümet programı açıkça yeni iş imkânı ve konut yaratmayı, eğitim ve sağlık reformu yapmayı öncelikli hedefi olarak belirlemiş. Toplumsal sorunların ne olduğu ve gençlik işsizliği herkesçe biliniyor, Mısır’da ve Tunus’ta da öyle. Ama problemler o kadar büyük ki, herkesin ister sosyal demokrat, ister liberal ya da İslamcı bu sorunlarla birlikte uğraşması gerekir ki, başarı sağlanabilsin.

Seküler kesimin umudu da şu, İslamcıların bu görevleri yapamayacakları belli olunca,  gelecek Meclis seçimlerde halk tarafından bir daha seçilmeyecek. Ama soru şu: İslamcılar, böyle basitçe seçimle iktidardan düşürülüp eve gönderilmelerine izin verecek mi?

Ayrıca işyeri yaratmak, yabancı doğrudan yatırımcıyla mümkün. Şu durumda hiçbir tekstilci, hiçbir otomobil üreticisi her gün grev ve kötü haberlerin geldiği Mısır ya da Tunus’ta yatırım yapmak istemiyor. Sadece Fas sakin olduğu için biraz avantaja sahip. Ve yüzde 40-70 arası gerileyen turizm, pahalı reklam kampanyaları sayesinde biraz kendine geldi ve turizm gelirlerinin azalması Mısır ve Tunus için de büyük bir sorun. Bütün bu ülkeler için ekonomi uzun bir süre daha ciddi bir problem olarak kalacak. 
 
***

Dini bir devlette demokrasi olamaz
 
Cezayir’in en tanınmış yazarı Dr. Boualem Sansal, 2011 yılında Alman Yazarlar Birliği'nin 'Barış Ödülü'nü aldı. Kendisine “Cezayir’in Orhan Pamuk’u” demek hiç de yanlış olmaz. Sansal, Batının Libya’ya müdahalesine karşı çıkan Arap aydınlardan biriydi. ‘Arap Baharı’ndan ya da ‘Arap Devrimi’nden fazla heyecanlanan Batılılara yaptığı çağrı da meşhurdu: “Arap Devrimini pek seviyorsanız, siz de kendi ülkelerinizde devrim başlatın. Tek ülkede ya da tek bölgede devrim olmaz, hep birlikte kurtulalım. Örneğin Arap Devrimi hemen Avrupa’da da başlarsa süper olur.”

Die Zeit gazetesinden Werner Bloch, Boualem Sansal ile konuştu. Röportajın aslı 4 Mayıs gününden itibaren internet sayfasına da kondu.

>>>> Arap isyanının başarısına inanmıyorsunuz ve yeni durumun bölgede Sahel Kuşağı’ndan Gazze’ye kadar yeni Somaliler, yeni Iraklar yaratacağından ve kaosa yol açacağından korkuyorsunuz.

Biz Cezayirliler daha önce bir Arap Baharı yaşadık. 20 yıldan daha önce, Ekim 1988’de sokağa döküldük ve günlerce gösterilerde bulunduk. Bunu yüzlerce ölü, binlerce işkence ve kayıplar izledi. Ordu ve İslamcılar arasında gerçekleşen vahşi katliamda bu zamana kadar 200 bin kişi öldürüldü. Cezayir’deki Arap Baharı buydu. Biz bundan ne kazandık? Hiçbir şey. Sahte bir demokrasi. Gerçekte gösterilerimiz iktidarın keyfiliğini daha da güçlendirdi. 

>>>> Gerçekten baskıların isyan sayesinde daha da kötü hale geldiğini mi iddia ediyorsunuz?

Tabii. Önce de işkence vardı. Ama önce belli kurallar içinde gerçekleşiyordu. Sonrasında kurbanlar şikâyet eder, hatta tazminat ister diye böyle olurdu. Ama Cezayir Baharı sonrasında gelen dalga her şeyi yıktı. Herkes, her yerde öldürülebilir ya da tutuklanabilirdi. Hâkim ve polisler değişti. Terörle mücadele adına en büyük zulüm başladı. Demokrasi hareketini diktatörlük sadece kullandı. 

>>>> Arap Devriminin Tunus, Mısır ve Libya’daki durumunu nasıl görüyorsunuz?

Sorun şu: Diğer Arap ülkeleri de Cezayir kötü örneğini izleme tehlikesi altında. Şimdiden Mısır’da bu oluyor. Orada ordu hiçbir zaman olmadığından daha güçlü, Mübarek zamanından da daha etkili konumda. Ordu iktidarından hiçbir zaman vazgeçmeyecek, yüz yıl sonra da olmayacak bu. Gazeteciler ve entelektüeller hapsediliyor. Kıptiler, Yahudiler, eşcinseller baskı altında, örtünmeyen kadınlar dövülüyor, kız çocuklarının okula gitmesi yasaklanıyor; yakında bir erkek, kadının elini sıkamaz hale gelecek. Libya’da bu tür insanları korkutan ve bazen de öldüren silahlı gruplar var. Tunus’ta İslami usullere göre giyinmeyen kadınlara tükürülüyor. İslamcılar, üniversitelere girip kadınları ve erkekleri ayırıyor. İslamcılar, başkent Tunus Üniversitesi rektörünü sırf kadın olduğu için görevden attı. Bu tür şeyler artık her gün oluyor.   

>>>> Geçen yaz “Mısır, Tunus ve Libya’da yeni diktatörler ortaya çıkacak” demiştiniz…

Yanılıyor olmayı o kadar çok isterdim ki. Ama bizim daha önceki deneyimlerimiz var. Entelektüeller demokrasiden söz etmeyi çok seviyor. Ama şimdi bizim halklarımızın istediği gerçekten demokrasi mi? Otuz yıllık baskı için öç almak istiyorlar. Kendilerini sömüren elitlerin hapse girmesini istiyorlar. İslamcılar tam da bunun gerçekleştirileceği sözünü veriyor. İslamcılar diyor ki, “sizi yöneten hırsızları ve katilleri biz şimdi asacağız, hapse tıkacağız. Bunun için bizi seçin!” Bizim entelektüellerin insanlarla ilişkisi yok. Halkın ne düşündüğünü anlamak için, sahaya inmek gerek. Demokrasi hakkında konuşmak hiçbir işe yaramaz. Halkla ilişkisi olanlar bir tek İslamcılar.

>>>> “Demokrasi için mücadele etmeye değmez” der gibisiniz… 

Hayır, tam aksine, mutlaka! Ama ben diyorum ki: Bizim Cezayir’de yaptığımız aptallığın aynısını sen yapma. Dini bir devlette demokrasi olamaz ve insanların çoğunluğu demokrasiye hazır değil ki. Halk, güvenlik ve şiddetin olmaması üzerine tartışıyor, laiklik ve İslam üzerine hiçbir tartışma yok. 

>>>> Arap Baharı bundan sonra nasıl ilerleyecek?

Bizim bağımsız yapılara ihtiyacımız var, temiz bir polis ve hukuka. Her şeyden önce kendi devrimimizi, kendimize karşı yapmalıyız. Birçokları bunun için olgun değil, ilericilerin tarafında olanlar da değil. Arkadaşlarıma “Demokratik bir toplumda kadınlarınızın ve kızlarınızın özgürlüğünü kabul eder misiniz?” diye sorduğumda, bana şöyle cevap veriyorlar: “Elbette prensip olarak kadınlar özgür olmalı ama benim kadınım bana ait. Kız çocukları elbette özgür bir yaşam sürmeli ama benimki değil. Kızım yaşamımın sonuna kadar benim kızım olarak kalmalı”.

>>>>> Cezayir kuruluşunun 50. yılını kutluyor. Ülkede hâlâ şiddet yaşanıyor mu? 

Tabii ki evet. Şiddet, dalgalarla geliyor. Bir keresinde günde bin kişi ölmüştü. Şiddetin başka türleri de var. Bürokrasimiz insanları tekmeler, devlet güvenliğimiz insanları en uç köşelerine kadar dinler. Önceleri 200 bin polisimiz vardı şimdi 1,5 milyon oldu. Bu konuşmadan 2 gün sonra Cezayir’e gidiyorum ve şimdiden korkuyorum. 
 
>>>> Hâlâ Cezayir’de yaşayan en son büyük yazarsınız. Neden?

Bunu bazen ben de kendime soruyorum. Ama bence, bölgelerinde çok önemli şeyler olurken entelektüeller kaçmamalı.

>>>> Arap ülkelerinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Korkarım ki, hiç kimsenin üzerinde düşünmediği tehlikeler var. 50 yıl önce Cezayir kurulduğunda nüfusu 9 milyondu. Bugün 36 milyon. Belki 20 yıl sonra 100 milyon olacak. Bir devlet kendi yurttaşını doyurabilecek durumda olmalı. Petrolün 10 yıl ömrü kaldı. Bunun ertesinde hemen yarın açlık savaşı başlayabilir. İslam kendi halkını, nüfusunu besleyemez. İslamcılar diyor ki: “Olabildiğince çok çocuk dünyaya getirilmeli. Allah isterse ölürüz”. Tamam, Allah isterse ölelim öyleyse, özünde benim için fark etmez. Ama bizim gelişmiş bir ekonomiye, laik bir devlete ihtiyacımız var. Aksi halde Sahraaltı Afrika’daki gibi savaşlar ve soykırımlar olur. 

>>>> Tunus, Libya ve Mısır’dan ne olacak?

Dağılma tehlikesi altındalar. Libya’ya bakın. Orada halkın bir yanda, Kaddafi’nin diğer yanda olduğu sanılıyordu. Şimdi görüldü ki, durum hiç de öyle değil. Libya’nın merkezinde sürekli savaşmış olan Berberiler yaşıyor, doğusunda zorla Müslümanlaştırılan Yahudilerin ardından gelenler yaşıyor ve Kaddafi de zaten sırf bu yüzden Bingazi’yi ihmal edip bakımsız bırakmıştı. Bütün Kuzey Afrika aynı eski Yugoslavya gibi bölünmüş durumda. Avrupa’nın kalbinde Yugoslavya’da o tür ölümler oldu; bizim yoksul, kötü organize olmuş, kaynakları yetersiz ülkelerimizde neler olur!     

>>>> Ne düşünürsünüz, Cezayir de patlar mı?

Cezayir’de yalnızca nüfusun yüzde 16’sı Araplardan oluşuyor. Zaten Cezayir’de daha önce otonom bir Berberi bölgesi vardı ve Paris’te bir sürgün hükümeti bulunuyor. Berberilerin 3 sürgün Bakanı Almanya’da. Onlar çok aktif, hatta Angela Merkel ile bile bir araya geldiler. Berberiler hiçbir koşulda Araplarla aynı devlet içinde kalmak istemiyor. Dünya çapında tanınmış bir şarkıcı tarafından temsil ediliyorlar: Ferhat Meni. Uzun yıllar mücadele etti, işkence gördü, hapiste yattı. Cezayir’in geleceği, bir iç savaş tehlikesi altında.