Ticari liberalleşme, ekonominin özelleştirilmesi ve finansal gevşeme uzun süredir Arap dünyasının sıkıntılarının reçetesi olarak sunuluyor. Bu reformlar hükümetleri ve toplumları demokratikleştirecek, bölgesel şiddeti dindirecek ve ekonomileri küresel ekonomiye entegre edecekti

Arap coğrafyasında neoliberalizm bedeli

Taher Labadi

Arap ekonomilerinin acilen reforma ihtiyacı var. Sebeplerini görmek ise güç değil.

2017 yılında dünyada işsizlik ortalaması yüzde beş buçukken, Arap coğrafyasında yüzde 10’du. Üstelik bu rakam mevcut adaletsizlikleri anlatmakta yetersiz kalıyor.

İşsizlik oranı Mısır’da yüzde 12, Ürdün’de 14,9 ve Tunus’ta 15,4. Genç işsizliği yüzde 26, kadın işsizliği yüzde 18,9. Üstelik Arap coğrafyasında işgücüne katılım oranı dünyanın en düşüğü – yüzde 48,6.

Üniversite öğrencileri arasında göç oranı da dünyanın en yükseği çünkü 2011 ve 2012’de üniversiteli işsizliği Mısır, Tunus ve Ürdün genelinde yüzde 30’lardaydı.

Üstelik Arap ülkeleri tükettikleri tahılın yüzde 50’sini ithal ediyorlar ve dünyanın en büyük gıda ihracatçılarını oluşturuyorlar. Uluslararası pazara bağımlılık, bölgeyi tarım fiyatlarındaki oynaklığa karşı savunmasız bırakıyor. 2007-2008 senelerinde yaşadığımız küresel gıda krizi ve peşinden gelen tahıl fiyatları artışı bölgede enflasyona yol açtı, ticaret açılarını artırdı, yoksulluk problemini daha da kötüye götürdü. Neticede, çeşitli ülkelerde sokak eylemlerine şahit olduk (Yemen, Mısır, Fas).

Takip eden yıllarda ise nüfus artışı, düşük tarımsal verim ve artan su kıtlığıyla durumun kötüleştiğine şahit olacaktık.

RANTİYE YAPILARI
Diğer bir semptoma bakalım: bölgedeki 11 ülkenin 2017 borçları milli gelirlerinin yüzde 50’sinin üzerinde. Bu oran Ürdün’de yüzde 96, Mısır’da yüzde 101, Lübnan’da yüzde 149. Bazı durumlarda bütçe harcamalarının yüzde 40’ının borca gittiğini görüyoruz. 2012 ile 2016 yılları arasında beş Arap ülkesi IMF’den borç aldı – Fas, Tunus, Mısır, Ürgün, Irak ve Yemen.

Karşılığında hükümetlerin IMF uzmanlarına senede iki ya da üç rapor yazmaları, verdikleri taahhütleri yerine getirdiklerini kanıtlamaları gerekiyor. Bütçe açığını düşürmek, paralarının değerini korumak, sosyal yardımları kesmek ve devlet kadrolarını küçültmek gibi...

Bu ‘işlev bozukluklarını’ açıklamaya çalışan geleneksel ekonomik literatür, hazır gelir kaynaklarına ve üretken yapıların zayıflığına yoğunlaşıyor.

Arap coğrafyası dünyanın en geniş hidrokarbon rezervlerine sahip – dünyadaki petrolün yüzde 42’sine ve doğalgaz rezervlerinin yüzde 29’una sahip.

Bu durum da otoriter ve siyasi açıdan sorumsuz rejimlerin gelişmesine olanak tanıyor. Bu rejimler hazır gelirleri kullanarak rüşvetçi, yandaşçı ve kayırmacı politikalarla kamu kaynaklarını çarçur ediyor.

Ticari liberalleşme, ekonominin özelleştirilmesi ve finansal gevşeme uzun süredir Arap dünyasının sıkıntılarının reçetesi olarak sunuluyor. Bu reformlar hükümetleri ve toplumları demokratikleştirecek, bölgesel şiddeti dindirecek ve ekonomileri küresel ekonomiye entegre edecekti.

Görünüşe göre gelinen noktada hâlâ çok yolumuz var. Bölgedeki toplumsal ve ekonomik güçlükleri tartışmaya açmalı, tartışma alanlarını yeni bakış açılarına açmalı ve bilakis çeşitlendirmeliyiz.

SÜRDÜRÜLEMEZ BORÇ
‘Borcun çevrilmesi’ ve devletlerin uluslararası piyasalarda borçlanma kapasitesinin korunması Arap dünyasındaki tüm devletlerin ekonomik reform ajandalarının başında geliyor.

Bu olguya Ürdün özelinde yoğunlaşan Doa Ali bir uyarıda bulunuyor - hükümetlerin ve IMF’nin bütçe rakamlarının sunduğu ‘balona’ dikkat çekiyor. IMF, çeşitli liberalleşme politikalarını ve özelleştirmeleri 80’lerden bu yana yürürlüğe koyan Ürdün’ü ‘başarılı bir ekonomik model’ olarak sunmakta ısrar ediyor. Fakat bütçe açığını düşürmek ve borç çevirmek üzerine kurulu bu politikalar sosyal güvenlik ağlarının eriyip gitmesinden, yoksulluğun artmasından bizzat sorumlu. Ürdün’ün üretkenliğine hiçbir fayda getirmiyor, ülkenin yabancı finansman bağımlılığı hakkında hiçbir çözüm sunmuyorlar.

IMF himayesinde Mısır’da yürürlüğe konan reformlar, nüfusun yaşam standardına doğrudan etki eden kamu harcamalarının kısılması üzerine kurulu. Borcu azaltma ve ödemeler dengesi konularında ise hiçbir kazanım getirmiyorlar.

Sağlık, eğitim ve hatta toplutaşıma sektörlerini kaderine terk eden hükümet ‘yabancı yatırımlar’ için cazibe yaratacağı düşünülen mega projelere ve altyapı projelerine balıklama dalış yapıyor.

Kamu sektörünün ekarte edilmesi toplumun en mahrum kesimlerini savunmasız bırakıyor; güç sahiplerine yakın duran, üretilen katma değeri ceplerine dolduran yeni bir ‘müşteriler’ sınıfı yaratıyor.

Filistin örneğine baktığımızda ise hem İsrailli yetkililerin, hem Filistin yönetiminin uluslararası finans kurumlarının söylemlerini destekler nitelikte duruş sergilediklerini görüyoruz. Filistin direnişini besleyen finansman kanallarını kapatmayı amaçlıyor, tüm Filistinlileri İsrail’in insafına bırakmak istiyorlar.

Tüm bu dinamiklere baktığımızda, hamlelerin Arap ekonomiklerini reforme etme ihtiyacına yönelik olmadığını görüyoruz. Aslında bakarsanız, tam tersini görüyoruz.

Başka coğrafyalarda olduğu gibi Arap coğrafyasında da amacımız, klasik ekonomistlerin branşlarını ‘pozitif/kesin bilim’ gibi sunarak tüm tartışmaları sonlandırma ve baskın söylemleri meşru kılma çabalarını engellemek olmalı.
Arap coğrafyasında ekonomileri kalkındırma iddiasında bulunurken nüfusun çoğunluğunu görmezden gelen bu uygulamaları tartışmanın zamanı geldi de geçiyor.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: The New Arab