“Biz”i “düşman”lar üzerinden tanımlamak kültür müteahhitlerinin favori yöntemi olabilir. “Biz neyiz?” veya “Ben kimim?” diye düşünmek hayli zahmetliyken, “Ben o pislerden biri değilim, ben o çirkinlerden biri değilim, ben onlardan farklıyım ve bu nedenle özelim” demek çok kolay.

19. yüzyıldan itibaren Türk modernizmi, büyük oranda Arap düşmanlığı (veya Arap tiksintisi) üzerinden inşa edildi. Araplar sadece kültürleriyle değil, ihraç ettikleri dinleriyle de reddedildi. Osmanlı geri kalmışsa bunun nedeni “kahrolası Araplar ve onların miskinlik yayan düşünceleriydi.”

Bir yer imara açıldı mı, inşaatlar peş peşe başlar: Arap düşmanlığı, “dünya bize düşman” mottosuna sahip Türk faşizminin inşasında da harç malzemesi oldu. Birinci Dünya Savaşı “Araplar bizi sırttan vurdular” cümlesini yükseltti ve bu cümle seksen yıl boyunca manşetteki yerini korudu. Türk modernizmi ve Türk faşizmi (toptancılar ikisini bir görür) bu cümleyi öyle bir tuttu ki, seksen yıl bırakmadı.

BirGün’de bazen iletişimle ilgili yazılar yazıyor, sanki bende çok varmış gibi sağa sola akıl vermeye çalışıyorum. Türkiye’nin Arap dünyasıyla ilişkisini de bir siyasal iletişim konusu olarak yorumlamaya çalışacağım.

Yorgun AKP’den iktidarı alma umutları iyice yükselen meclis muhalefeti Araplar konusunda ne düşünüyor ve Arap dünyasıyla nasıl ilişkiler kurmayı planlıyor merak ediyorum. Muhaliflerden bu konuda yapıcı tek bir söz duymadığım gibi, bir Ayvalık kahvesinde telaffuz edilecek türden kibirli ve dışlayıcı ifadeleri bol bol duyuyorum.

Yetmişlerde Selamet Partisi “ümmetçilik”ten bahsettiğinde bunun pratik sonuçlarını pek az kişi tahmin etmişti. 12 Eylül diktası, devrimci güçlerin üzerinden silindirle geçerken “rabıta” dikensiz bir bahçede yükselmeye başladı. Seksenlerin ikinci yarısından itibaren Araplara açılan kapılar, Tarabya, Bursa ve Yalova’da esnafın “din kardeşliği”nin aynı zamanda para getirdiğini anlamasına yol açtı. Kent merkezinde veya lojmanlarda yaşayan okumuşlar, “pis Araplar”dan hiç hoşlanmazken; taksici, komisyoncu, emlakçı esnaf Arapların yollarını gözlemeye başladı. İlk başta “hepsi bir” gibi gelen Arapların aslında ülkeden ülkeye çok farklı olabildiği de bu dönemde öğrenildi.

Cumhuriyet’in seksen yıl boyunca düğün fotoğrafları yakılmış “ilk eş” gibi davrandığı Araplar, trilyonlarca dolarlık banka hesaplarıyla aniden ortaya çıktılar. Doksanlarda dünya ölçeğinde küçük sayılacak birkaç hisse sahibinin manipüle edebileceği kadar kırılgan sermaye piyasası, Katar, Suudi Arabistan ve BAE’den gelen fonlarla semirdi. Muhteşem bir pazarlıkçı olan Erdoğan, al takke ver keffiye diyerek krizlerin teğet geçmesini sağladı ve bu da siyasetsiz seçmenlerin Erdoğan hayranlığını pekiştirdi.

Şimdi siyasetsiz seçmen düşünüyor: “Bu ülkedeki paranın üretimden gelmediği ortada. AKP Arap sermayesiyle ekonomiyi çeviriyor. Bal tutan parmağını yalar, komşuda pişen bize de az da olsa düşer. Peki yarın CHP gelse ne olacak?”

Mikrofon CHP’ye uzatıldığında “Araplar bizi sırttan vurdu” veya “Arap’a el avuç açtık”tan başka cümle duyan var mı?

CHP veya meclis muhalefeti, sonsuz Arap sermayesini ülkede tutacağına, Araplarla ilişkileri geliştireceğine ilişkin, siyasetsiz seçmeni ikna edecek doyurucu bir söyleme sahip mi? Muhalefetin yirmi yıllık AKP iktidarını bitirmesinde bu konu dananın kuyruğunda ve zurnanın zırtında bekliyor.

Yetmişlerin “Ümmetçi” söylemi, Kemalizm’in yarım asırlık “görmezden gelme” halinin üstüne çıktı. Ama bu halin de üstüne çıkabilecek bir hal daha var: Araplar, Türkleri çok Müslüman gördükleri için gelmiyorlar, tam aksine kendi ülkelerine nazaran daha demokratik, daha özgürlükçü bir ülke olarak gördükleri için Türkiye’yi seviyorlar.

Yüzlerce milyon Arap’ın gözünde Türkiye, laikliğe, Atatürk’e ve özgürlüğe sahip olduğu için model ülke. İşin garibi ne “ümmetçilik” yaptığını sanan AKP, ne de tarihi ve günümüzü okumayıp, ezberden Arap düşmanlığı yapan muhalifler bu durumun farkında.

Araplarla yakın olmak neden AKP’nin tekelinde olsun ki? Erdoğan’dan çok daha sıkı müzakereci olan Atatürk yaşasaydı, Arapları yok sayan bir Kemalizm’i ilk o terk ederdi. Belki o zaman, yüzlerce yıl beraber yaşadığımız bu kadim halklarla aramız böylesine açılmazdı.

Araplar bizim düşmanımız değil. Neredeyse tamamı, petrol dolarlarının getirdiği güçle işlevsel bir ortaçağı sürdürmeye çalışan diktatörlerin altında ezilen; insan hakları, kadın hakları, çocuk haklarından nasiplerini alamayan kardeşlerimiz, yoldaşlarımız. Hiçbir Arap ülkesi aynı değil ve dünyadaki tüm insanlar gibi Araplar da tartışıyor, kavga ediyor, talep ediyor.

Zengin Araplar cüzdanlarıyla, savaştan kaçan yoksul Araplar alın terleriyle ekonomiyi döndürüyor. Nusret’in masalarında Suudi Araplar et ve şaraba gömülerken, bodrum katta Suriyeli Araplar bulaşıkları yıkıyor.

Geleceğin Türkiye’sinde var olmak isteyen bir siyasi hareket Arapları görmek ve Arapların bizi nasıl gördüğünü doğru biçimde analiz etmek zorunda.