Şah İsmail, Rafızilik mezhebini benimserdi. 1501 yılında Safevi Devleti’nin hükümdarı olunca bu mezhebi yaymaya...

Şah İsmail, Rafızilik mezhebini benimserdi. 1501 yılında Safevi Devleti’nin hükümdarı olunca bu mezhebi yaymaya başladı. Yavuz Sultan Selim’e Çaldıran savaşında yenilmesine kadar gidecek bir saltanat sürdü.
O dönemin Kürt ileri gelenlerinden olan Mevlana İdris, Şah İsmail’in mezhebini uygun bulmadığı için bu konuda “mezheb-i nâ-hak” deyince, büyük ün saldı. Bu sözün Farsça anlamı, hak olmayan mezhepti. Ama asıl ünü, anlamındaki “ebced” hesabından dolayıydı.
Eskiden sayıların ve harflerin gizemine olan inanç yaygındı. Arapça harflerin her birine bir rakam verilir, sonra kelimelerdeki harflerin karşılığı olan rakamlar toplanırdı. Buna “ebced” denirdi. “Mezheb-i nâ-hak” sözündeki harflerin toplamı 906 çıkıyordu, yani Şah İsmail’in hükümdar olduğu yıl. (O zamanki hicri takvime göre 906 yılı, bugünkü takvimimizde 1501’e denk gelmektedir.) Böylece bu sözün kimi kastettiği anlaşılıyordu.
Sayılara ve harflere kutsal anlamlar vermek çok eski ve yaygın bir gelenektir. Kabalacılık bunun günümüzdeki en popüler uygulamasıdır. Kabalacılar, harf ve sayıların gizeminden yola çıkarak Tevrat’ı yorumlarlar.
Hurufilik ise, İslam tarihindeki harf gizemciliğinin adıdır. Tanrı önce söz (kelam) olarak kendini belli eder. Peygambere gelen ilk emrin “Oku!” olması bundandır. Buradan hareketle Hurufiler, bütün varlığın harflerden oluştuğunu söyler ve gizli anlamların izini sürerler. Öyle yaygın bir eğilimdir ki bu, Hallacı Mansur’dan İbni Arabi’ye, Mevlana’dan Bektaşiler’e kadar çok farklı isimlerde kendini belli etmiştir.
Sayı ve harf gizemciliğinin kökleri eski Arap kültürüne ve Hint inançlarına kadar götürülür.
Antik çağ Yunan filozofu Pitagoras sayı gizemciliğini net biçimde teorize eden ilk kişiydi. MÖ beşinci asırda, sesler, harfler, sayılar ve müzik üzerinden bir felsefe kurarak varlık alemini açıklamaya çalıştı.
Bu güçlü akım bir dönem Fatih Sultan Mehmet’in sarayını bile etkilemiş, ama vezirlerin müdahalesiyle huruf erlerinin önü kesilmişti. Mimar Sinan’ın eseri olan camilerdeki sayısal değerler de sayı gizemciliğinin izlerini taşır. Kubbe yüseklikleri ve daire çapları gibi ölçülerin karşılığı olarak “ebced” hesabına göre hep kutsal sayılar ve isimler çıkar. Mesela Süleymaniye caminin silüet yüksekliği 92 arşındır. Bu sayı ebced hesabına göre Muhammed demektir.
Günümüzde, bu tür konulara olan ilgi değişik biçimlerde sürmekte, olay popüler kültürün kodlarına göre işlenmektedir. Mesela, iddia bu ya, batılıların 13 sayısını uğursuz saymalarının nedeni, Türklerin İstanbul’u fethetmesiymiş. Çünkü, fethin tarihi olan 1453’teki sayıların toplamı 13 çıkıyormuş.
Geçen gün yeğenlerimle bu oyunu oynarken, konu Galatasaray’ın yetenekli oyuncusu Arda’ya geldi. Arda’nın, forma numarası olan 66 konusunda “sadece sevdiğim bir sayı” demesi kimseyi ikna etmemiş olmalı ki, yeğenlerimle tahminler yürütmeye başladık. Yozgat’ın plaka numarasıyla bir ilişkisi olup olmadığından, Arda’nın doğum tarihindeki rakamları toplamaya kadar birçok yol denedik. Arda’nın ismindeki harfleri ebced usulüne göre hesapladık, sonuç tutmadı. Ama ebced hesabına göre “Allah” kelimesinin karşılığının 66 olduğunu görünce orada durduk. Ve Arda’nın, tanrının adını kendisine forma numarası olarak seçtiğine ikna olduk.
Eskiden Osmanlı zamanında, açıkça anılmasında bazen sakınca görülen kelimelerin yerine sayısal karşılıkları kullanılırmış. Mesela, külhanbeyleri “işimiz 66’ya kaldı” dermiş. Yani, işimiz Allah’a kaldı.
Sayıların ve harflerin gizemine başvurmak, bazen sorumluluktan sıyrılma imkanı da verirmiş. Yukarıda, Şah İsmail’le ilgili anlatılan hikayede de böyle olmuş.
Eski zaman eserlerinden olan Şerefname adlı kitapta olay şöyle anlatılır: Şah İsmail, “mezheb-i nâ-hak” sözünü duyup, bunun sayısal karşılığının kendi iktidarına denk geldiğini görünce bir mektup göndermiş. Mevlana İdris’e, bu sözün kendisine ait olup olmadığını sormuş.
Mevlana İdris, ünlü cevabında, o tarihi kendisinin koyduğunu, ama anlamının iddia edildiği gibi olmadığını söylemiş. “O sözün terkibi Farsça değil Arapçadır” demiş. Aynı harflerle yazılır, ama Arap diliyle okununca, “mezhebuna hak” çıkarmış. Yani, mezhebimiz haktır. Bu yorum mümkündür. Çünkü imlası aynıdır. Mevlana İdris bu yorumu yazınca Şah İsmail’in hoşuna gitmiş. Ve onu affetmiş.